Public Program, Vishuddhi ve Agnya Çakra

Maccabean Hall, Sydney (Australia)

1981-03-31 Vishuddi & Agnya Chakras Sydney NITL HD, 90' Download subtitles: EN,TR (2)View subtitles:
Download video - mkv format (standard quality): Watch on Youtube: Watch and download video - mp4 format on Vimeo: Listen on Soundcloud: Transcribe/Translate oTranscribeUpload subtitles

Feedback
Share
Upload transcript or translation for this talk

Vishuddhi ve Agnya Çakralar, Dördüncü Publik Program. Maccabean Hall, Sydney (Avustralya), 31 Mart 1981. 

Bu gün önümüzde çok ilginç bir konu var, bu da on altı taç yaprağı bulunan ve boynunuzun kök kısmının arkasına yerleştirilmiş olan Vishuddhi çakrayı tartışmak. Vishuddhi çakra, kendisini fiziksel aktivite olarak veya maddi düzeyde servik pleksusun dışında gösterir. Bildiğiniz gibi salgı bezleriniz var ve troid de burada bulunan salgı bezidir. İnsanoğlu için bu merkez, evrim içinde en büyük öneme sahip olan merkezdir çünkü insanoğulları, hayvan konumundan insan olmak üzere ellerini ve başlarını yukarıya kaldırdıkları zaman bu merkez maksimum büyüklüğüne ulaşacak şekilde gelişti. Hayvanların başları yere doğru bir açı yapacak şekilde duruyordu, ilk önce sadece dokunuyordu, paralel şekilde ve sonra, ta ki nispeten biraz daha yüksekte olduğu maymun konumuna gelene dek, daha ve daha yükseğe yükseldi ve ancak insan konumunda eller ve baş aynı seviyeye yükseldi. Düz bir seviyeye gelmesi tamamdı, düz seviye de olduğunda süper ego ve ego arasında denge vardı. İlk önceleri, insanlar tarafından bakıldıkları zaman, hayvanlarda süper ego vardır. Hayvanlar, insanlardan hareketle bazı şartlanmalar geliştirdiler. Köpekte olduğu gibi, köpeğin insanlar tarafından bakılması gerekir. Sonra, köpeğe şunu ya da bunu yap dendi ve şartlanma başladı. Bu şartlanma bir köpekte başladığı zaman, köpek insani bir şekilde süper ego geliştirmeye başlar.  Ama bir şempanze başını kaldırdığı zaman, o bir insan olmaya çalıştı. İlk orijinal insanın kafası bu şekilde eğikti. Ramayana’da böyle bir ırktan bahsedilir, insanların, yarı maymun yarı insan oldukları kayıp bir ırk. Bu yaklaşık sekiz bin yıl önceydi.

Bu merkez gerçekten de, Dwapara adı verilen çağda bu dünyaya gelen Shri Krishna tarafından tamamen aydınlatıldı. Rama, Satya Yuga’daydı, Shri Krishna ise Dwapara döneminde geldi. Bu yaklaşık altı bin yıl önceydi. Shri Krishna, bizlerin evrimsel sürecinden sorumlu olan Shri Vishnu’nun enkarnasyonlarından biri olarak dünyaya geldi. Sadece Shri Vishnu sayesinde evrimleşiriz. O bize dharma veren taraftır. Dharma bizim besinimizdir.  Kapasitelerimizi ve besinimizi değiştirerek  evrimleştik. Diyebilirim ki karbon Mooladhara çakradaydı. Ve bu karbon maddesinin içinde prana vardır ve o, bununla yaşayan bir şey gibi hareket etmeye başladı. Bu yaşayan şey, sonrasında daha ve daha bir yüksek farkındalığa doğru büyüdü ve hayvan olduğunuz bir konuma ulaştı ve sonrasında da sizin insan olmanız gerekliydi. İlk insanlar kısa insanlardı. Bu kısa insan enkarnasyonuna, Vamana adı verilir. Daha sonra onlar, çevrelerindeki tabiatın bilincinde olan insanlar oldular ve doğa üzerinde hâkimiyet kurmak istediler. Vedalara uygun olarak her tür yangya’yı yapmaya başladılar. Vedalar aslında insanoğullarının sağ kanalda büyümesinde işe yaradılar. Veda mantralarını ezbere okumakla ve bize beş element üzerinde hâkimiyet veren her şey hususunda gayet başarılı olan insanlar ortaya çıkardılar. Bu insanlar,  beş elementin ustası oldukları zaman çok egoist oldular ve başlarını sadece merkezde tutmak yerine, geriye doğru çekmeye başladılar.  Başlarını geriye doğru çekerek hipofizlerini geliştirmeye başladılar ve hipofiz o kadar fazla aktive edildi ki, normalden daha fazla büyüdü, insanlar gelecek hakkında düşünmeye başladılar ve insanlarda gelecek fikri oluşmaya başladı.

Bu durum insanların beş elementin üstadı olmaya çalıştıkları bu güne dek böyle geldi. Egoyu öyle bir noktaya kadar geliştirdiler ki, onlar son derece ego merkezli oldular ve bu ego yutar, burada göreceğiniz gibi o, süper egoyu aşağıya doğru iter. Ego, süper egoyu aşağıya doğru itebilecek kadar gelişmiştir. Sonra buna ilaveten, Freud gibi insanlar, “neden her şey için şartlanmamıza izin vermeyeyim ki? ” dediler. İyi şartlanmalara sahip olabilen ve kötü şartlanmalar da, sahip olabilen sadece insanlardır. Ama gerçek bilgelik zayıfladığı gibi, bilirsiniz, yavaş yavaş esas bilgeliği kaybetmeye başladık ve “bunun nesi yanlış, bunun nesi yanlış” diyerek, içimizdeki her tür şartlanmayı inkâr etmeye başladık.   “Nesi yanlış, nesi yanlış” diyerek devam ettiğimiz zaman ne oldu, egomuz o kadar fazla gelişti ki, süper egoyu itti. Süper ego öyle bir noktaya kadar itildi ki, artık buna dayanamıyor.

Bu yüzden modern zamanlarda, diyelim ki on beş yıl önce, diyebilirsiniz ki yirmi yıl önce, yeni bir nesil etkilerini göstermeye başladı. Genç bir nesil geldi ve onlar egonun çok fazla olduğunu, bizlerin maddi şeylerle sınırlandığımızı hissettiler. Maddeyi ve maddi güçleri bizim köleleştirmemiz yerine, biz onlar tarafından köleleştirildik. Bu aydınlanma onlarda oluşmaya başladı. Aslında bunun yaklaşık altmış yıl önce başladığını söylemeliyim. Ama bu yaklaşık yirmi, yirmi beş yıl önce bu çok fazla büyüdü veya belki be biraz daha erken, insanların egonun iyi olmadığını, maddenin bize hükmettiğini, bunun bir sahtelik olduğunu görmeye başladıkları zaman, yaklaşık otuz yıl diyebilirsiniz. Ancak onların çok güçlü bir şekilde hissettikleri başka bir şeyde, kalplerinde bütünleşmedikleri ve sadece bağlandıkları oldu. Hiç bir şeyde neşe yoktu. İçinde hiç bir duygu içermeksizin bir şeyler yaptılar, çok duygusuzlardı, hiç bir şey için duyguları yoktu.  Bu duygu savaş gelene dek oldukça büyüdü, Hitler yok etmeye çalışıyordu ve o zamanlar, Hitler’in gelişi ile Hitlerin egosunu gören insanlar, bunun yansımasını kendi içlerinde görmeye başladılar. Hitler’in biz daha yüksek bir ırkın mensubuyuz falan gibi, bütün bu şeyleri söyleyerek insanların egosunu şişirmesiyle, onun bu dünyayı nasıl yok edebildiğini gördüler. Bu onlarda büyük bir şok yarattı ve bu şok, o zamanın gençlerine bunun gelişmemiz için uygun bir yol olmadığını hissettirdi. İşte bu yüzdendaha önce Hindistan’ı yönetmiş olan yaşlı insanlarla, bu günün Hindistan vatandaşı olan oradaki genç insanlar arasında büyük bir uyumsuzluk var.

Bütün bu ego fikri çok süptil bir hal aldı. Onlar bunun bir gösteriş olduğunu düşündüler, eğer bir şey çok fazla yapıldıysa, bu da çok fazla resmiydi. Gündelik yaşama inandılar ve çok fazla ego merkezli olan hiç bir şeyi kabul etmeyi istemezlerdi. Ama ego bir kez çok fazla gelişirse, bundan kurtulamazsınız. Onunla daha fazla savaşmaya çalıştıkça, o üstünüze daha fazla çökecektir. Bu mümkün değildir. Ve bir kere bastırılmış olan süper ego, o kadar basılmış hale gelir ki, siz sadece egodan ibaret olursunuz.  Ve ego sonrasında kalbi kuşatır çünkü kalbin etrafındaki auralardan birisi, Ben bunu daha sonra sizin Swadishthana çakranızdan tartışacağım ve bütün Swadishthana çakra etrafını sarabilir ve kalbinizi tamamen kuşatabilir. Kalbiniz ve kafanız arasında bir kayma var. Bir bütünleşememe/parçalanma vardır. Bazen de, yaşamdaki şoklarla bir kişinin egosuna meydan okunur. Benim sizlere, “kocalarımıza ve karılarımıza karşı çok müşfik olmalıyız”, demem gibi. Eğer onların egosuna meydan okunursa, üç dört şok sonra yavaşça parçalanırlar. Onlara hastalıklar veririz. Onlara korkunç şeyler veririz. Bizim bunları yapmakla bir işimiz yok. Bu günahkârcadır. Her şeyden önce, bütün bu şov ve diğer şeylerle birlikte birisi ile evlenmek ve sonrada birilerini mutsuz etmek çünkü sizin bir egonuz var veya bu kişiyi duygusal olarak kuru bir hale getirmekle birilerinin egosunu incitirsiniz.  O zamanda son derece kuru bir toplum gelişir. Bu kuru toplum, çocuklara bile değer vermez. Madde en önemli şey olur. Maddi bağımlılık en önemli şey olur. Sonrasında tüm insan ilişkileri biter ve egonun sunağında kurban edilir.

Ne zaman ki bu insanlar, nihayetinde onlar insanlar, içlerinde acı çeken bir duygusallık var. Bu yüzden insanlar duygusal olmak için, uyuşturucuları ve size söylediğim şeyleri, alkolü kullanırlar. Alkol toplumda büyük bir meseledir. Onlar sadece egonun işkencelerinden kurtulmak için alkolik oldular. Bir kez alkolik olurlarsa, süper ego gelişmeye başlar. Bu egoyu bir tarafa doğru itmeye başlar ve tereddüt başlar, kafa karışıklığı başlar. Bütün Ezeli Efendilerin aleyhinde konuştuğu alkol için, çünkü onlar sizin dikkatinizle ilgilemeliydiler, çünkü sadece dikkat bozulmaz, değerlerinizde yerle bir olur. İffetinizle ilişkili değerleriniz, kendi iffetiniz hakkındaki değerleriniz, haysiyetiniz hakkındaki değerleriniz, demek istiyorum ki hiç bir şey yapamazsınız, demek istiyorum ki  onlar haysiyetsizce şeyler yaparlar, bu gibi insanların bir fotoğrafını veya bir resmini bile alsanız, onlar böyle davranıyorlar diye şok olabilirlerdi. Yani her şeyden önce bütün haysiyet, insan haysiyeti gider, evliliğin kutsallığı kaybolur, bu büyük azizlerin ve büyük peygamberlerin, tüm büyük kutsamaları ile insan olarak dikkatiniz üzerine inşa edilen tüm değerler yitip gider. Birer birer hiç bir şeye değer vermemeye başlarsınız. Egonuzdan başka hiç bir şeye değer vermezsiniz. Maddi sahiplenmeleriniz bile, egonuza öneride bulunmak üzere oradadır. İşte bu şekilde insan kuru bir şahsiyet olur. Bu şartlar altında, kendisinin Tanrının Güçlerine de boyun eğdirmek zorunda olduğunu düşünür. Bazen böyle şeyler olur ve bu insanlar Tanrınınkiler gibi güçlere sahip olmak istediler. Onlar Tanrıya meydan okumak isterler ve “Tanrı yok. Tanrı olduğuna nasıl inanırlar?” demek isterler. Çünkü ego öylesine kör bir şeydir ki, sadece Tanrıyı düşünürsünüz ve sizin Tanrı ile olan ilişkinizi. Bu öylesine kör bir şeydir ki, bazen sizi o kadar aptal bir hale getirir ki. Son konuşmamda söylediğim gibi, yaptığımız seminerde söyledim, bu sizi tam bir aptal yapar.

Vishuddhi çakra, içimizdeki egoyu başlatan şeydir, bu anlamda Shri Krishna tarafından toplumda bulunan süper egoya, şartlanmalara meydan okundu. Shri Krishna oyunun seyircisi olan bir adamdı. O, Ezeli Varlık olandı, bu anlamda O, Bütünü meydana getirmek için yükselendir. O, Virat’tır ve Shri Krishna, Gita vasıtası ile bize şahit konumunda olmayı öğretendir.

Şimdi size kısaca Gita hakkında bir şeyler açıklayacağım. Anlamaya çalışın çünkü Gita’yı anlamak çok süptil bir şeydir. Gita hakkında yazılmış kaç eleştiri olduğunu bilmiyorum ama hiç kimse, Gita’daki gerçek hususlar hakkında hiç kimse başarı sağlamış gibi görünmüyor. Krishna, Tanrısal diplomasinin enkarnasyonuydu. Tanrısal diplomasi, Benimde sizler üzerinde oyunlar oynadığım bir şeydir. Çünkü eğer Ben size aydınlanma veremezsem,  eğer siz çok tartışmacı biriyseniz, alelade biri olmaya çalışırsınız ve o zaman Ben sizi, gerçek kazanımı kaçırdığınızı görmeye başlayacağınız bir konuma sokarım. Gita, Onun bir diplomat olarak yeteneklerinin tam olarak sergilenmesinden başka bir şey değildir. Bu yüzden kişi, Shri Krishna’nın numaralarını anlamalıdır. Her şeyden önce çok başında, en başında, Gita’nın ikinci bölümünde, Shri Krishna der ki, “sen bir sthitha pragnya oldun”, bu senin aydınlanmış bir ruh olduğun anlamına gelir, sen bir gnyani oldun, yani bu farkındalığı olan aydınlanmış bir kişi oldun anlamına gelir. Tabii ki Hindistan’da da, her yerde olduğu gibi, onlar gnyani’nin, bir sürü kitap okumuş olan bir brahmin olduğunu düşündüler. Bu,  aydınlanmanı almalısın ve bu sayede senin farkındalığın aydınlanır anlamına gelir. Bu Onun, en başta söylediği şeydir çünkü O düşündü ki, O dedi ki, bu şey orada. O bunu, sadece Arjuna’ya söyledi çünkü O bir diplomattı ve o zamanlar insanların nasıl olduklarını biliyordu, kendisinin bir enkarnasyon olduğunu onlara söylemeyecekti, onlara gerçeğin ne olduğunu söylemeyecekti. Çünkü onlara gerçeği söylerseniz size çok sert vururlar. O bunu gayet iyi biliyordu. Bu nedenle, Onun bhaktası, Onun müridi olan Arjuna’ya, “sen buna ulaş”, dedi.

Ama o zamanlar Arjuna, anlayamadı çünkü ona “sen bir azizsin” denildi, aydınlanmana ulaşman için bir şahit oldun. Ve sonra da ona, “insanları öldürmek için savaşa git” dendi. Bunun nasıl olabileceğini onlar anlayamadılar. “Önce onları öldürmeliyim, sonra da şahit kalmalıyım, nasıl öldürebilirim? Zalim bile olsalar, yanlış bile olsalar, aydınlanmadan sonra bunu yapamam çünkü aydınlanmadan sonra ben şefkatli olmalıyım”. Bu Arjuna’nın vasatlığıdır. Bu çok süptil bir noktadır, sanırım sizler meseleyi yakaladınız.

Yani Krishna söyler, O anlar. O derhal anlar. Şimdi bu diplomasiye ihtiyaç var, bu hala işe yaramıyor. Şöyle anlatayım, bir oğlan kulübenin dışında oturuyor ve bir at arabasını sürmeye çalışıyor. Baba kulübeden çıkar ve oğul ona, “bu araba ilerlemiyor”, der. Bunun üzerine baba, “önce sen atları arabanın önüne getir. Atları ona bağlamadığın sürece araba hareket etmez”, dedi.  Sen atlara bağlanmalısın, bu da atmadır, ruha bağlanmalısın. Bunun üzerine oğul, “bana arabayı hareket ettirmem gerektiğini söylüyorsun ve şimdi de benden,  atları hareket ettirmemi istiyorsun. Nasıl olabilir ki bu?” der. O zaman baba, oğlanın bunu kolayca halledilemeyeceğini anlar. Bunun üzerinde ona bir numara yapar ve der ki, “tamam, bırak kalsın ama sen şunu düşünüyorsun, sen inanıyorsun ki arabayı çeken atlardır. Sen buna inanıyorsun”. Krishna nasılda güzel bir şekilde anlatıyor, bu analojiden bile çok daha güzel. Shri Krishna’nın numarasını görmeniz için size bu analojiyi verdim. O oyun oynamalıydı çünkü insanlar o kadar aptaldılar ki. Altı bin yıldan beri, şimdi de göreceğiniz gibi, onlar saçma sapan bir şeylere inanıyorlar.

Arjuna dedi ki, “eğer insanları öldürürsem, o zaman içimde karmalarım olacak. Ve aydınlanmamdan sonra, aydınlanmamı nasıl alacağım? Eğer aydınlanmamı almışsam, o zaman öldüremem”. Bunlar onun aydınlanma hakkındaki fikirleriydi. Krishna ne dedi, “Aydınlanmanı al ve sonrasında Tanrının adına her ne yaparsan, bu gerçekten de sadece tamamen Tanrının emriyledir.” Eğer öldürmen gerekiyorsa, öldür onları. Şeytanları öldürmelisin, rakshasaları öldürmelisin. Birilerini öldürmek fikri yanlıştır, demek istiyorum ki, varsayalım ki bu gün, Hitler gelecekti, siz bir yılana  iltimas mı geçeceksiniz? Öldürmelisiniz. Ve Shri Krishna dedi ki, “Hiç kimse öldürülmedi”. Aslında bu bir gerçektir. Hiç kimse ölmez. Sizlere dediğim gibi, sizler ruhsunuz, sadece onları şimdi sahneden çıkartın. Bu yüzden de, Shri Krishna dedi ki, “önce aydınlanmalısınız, şahit konumunda olmalısınız, o zaman siz Tanrının elinde bir enstrümansınız. O neyi isterse, O her ne derse, onu yaparsınız. Eğer O öldürmen gerekiyor derse, öldürmelisiniz. Eğer öldürmeyin derse, öldürmeyin ”. Çünkü güç şimdi sizin vasıtanızla akmaya başlar, merhamet/acıma konsepti yanlıştır. Bütün dünyayı yok edecek olan birisine karşı, nasıl merhametli olabilirsiniz. Bu adama karşı merhametli misiniz? Ne için? En büyük merhamet onu öldürmektir, onu, onun güçlerini dışarıda bırakmaktır. Shri Krishna’nın yolu budur, Krishna’nın söylediği şey budur.

Ama Arjuna hala, “bu nasıl olabilir ki, bu karmalar”, dedi ve onun bu teorileri oldu. Karmalardan nasıl kurtulursun? Bunun üzerine Krishna, yine bir numara yaptı ve tamam dedi. Çok ipe sapa gelmez bir şart koştu. İşte diplomasinin özü budur, saçma sapan bir şart ileri sürer ve kişiyi aptal durumuna düşürürsünüz, bu sayede o bir konuma geldiği zaman, bunun saçma olduğunu anlar ve bırakır, aksi halde bırakmaz. Bu yüzden Arjuna’ya dedi ki, “çok iyi, sen aydınlanma istemiyorsun, devam et. Bütün karmalarını yap. Ve karmaların meyvelerini Tanrının lotus ayaklarına bırak. Yapacağın şey bu, bu sayede üzerinde kalan hiç bir karma olmayacaktır”. Bu abes bir şeydir. Aydınlanmadan önce bu olamaz. Aydınlanmadan önce egonuz olduğu gibi kalmaya devam eder, emilmez. Ego daha süptil olacaktır, siz çok alçak gönüllü ve müşfik olursunuz ama ego hala oradadır. Ego oradadır demek, ego tarafından kaplanan aklınızın bir konumudur bu. Egonun aydınlanmanın gerçekleşmesiyle,  ve bunun gerçekten olması ile egonun emilmesi gerekir. Sadece, sen çok alçak gönüllüsün demekle değil. Egoist kişilerin bazıları son derece alçak gönüllüdür çünkü bu onlara son derece yakışır. Ama içeride, orada olan egodur.  Ego oradadır. O emilene dek onunla savaşamazsınız, onu dışarıya itemezsiniz, ondan kurtulamazsınız. Onun içeriye doğru emilmesi gerekir. Bu egoyu emmek için, Kundalini yükselmelidir, aydınlanmanızı almalısınız. Kendi özünüz olmalısınız, ego değil, ego ile olan kendinizi tanımlamanız akıp gitmelidir. Bu ancak, ruh olursanız mümkündür. Ama siz değilsiniz, önemli değil. Ne yaparsınız yapın, bu karmaları yapmaktır.  At arabasına vurmaya devam etmek gibi ama siz bütün dikkatinizi ata koyun ve arabanız hareket edecektir. Bu saçmalık noktasında, asla hareket etmeyecektir.

Yani O atların hareket etmeyeceği bir önermede bulundu. Bir süre sonra siz, “Nedir bu? Araba burada. Her şeyi koyuyorum, her şeyi atın üzerine koyuyorum ve hiç bir şey olmuyor. Bağlanmıyor. Araba hala orada duruyor”, dersiniz. Bu şaşkınlığa bir kez ulaşınca, o zaman aydınlanmanızı ve gerçekleşmenizi elde edersiniz. Mesele budur.  Bu saçma sapanlık sizin içinizde anlaşılmadığı sürece, asla kabul etmeyeceksinizdir. Çünkü sorular soruyorsunuz. “Sen neden bunu yapmalısın?” , Sen neden bunu yapmalısın?” , “Neden?” Bu yüzden de Shri Krishna der ki, “tamam, devam et”. Yani bu başlamış olan karma teorisidir, her ne karma yaparsan yapın, bunu Tanrının Lotus ayaklarına bırak. Yani, bu bir, O bizi bir mayanın içine, bir illüzyonun içine soktu. Önemli olan şey buydu. Bu aşamada sizi illüzyona sokmak önemliydi. Çünkü aksi halde siz kabul etmiyorsunuz.

Eğer tereyağı almanız gerekirse, bunu düz tuttuğunuz bir parmakla yapamazsınız, parmağınızı bir miktar eğmeniz gerekir, bu şekilde. Bu yüzden de Arjuna dedi ki, “Dharmaya ne demeli? Tanrıya olan adanmışlığa ne demeli?” Organize dinler, kiliseler, tapınaklarımız ve bütün bunlar. Bunlara ne demeli? O şunu da söyledi, Shri Krishna çok akıllıydı. Sanskritçe şunu söyledi,  “Pushpam Phalam”. “Hangi meyveyi, hangi çiçeği veya hangi suyu bana verirsen alacağım. Hepsini alacağım, bana bir fincan vermek istersen alacağım”. Ama vererek. O çok akıllıydı, sizin meseleyi yakalayıp yakalamadığınızı bilemiyorum. O, vererek diyor, bununla siz ananya bhakti yaparsınız, adanmışlık, bu ananyadır. Ananya kelimesi, gerçek bir kelimedir.  Ananya, bu sizin bir diğeri olmadığınız zamandır, aydınlandığınız zamandır. Aydınlanmış olduğunuz zaman ancak bhakti yapabilirsiniz, ananya. Ananya olan kişi, bunun anlamı şudur, bu kişi bir başkası değildir, bu sizin Tanrı ile bir olduğunuz anlamına gelir ve siz o zaman bhakti yaparsınız. Çok açık bir şekilde ananya bhakti yapın, ananya adanmışlığı yapın demiştir, bu aydınlandığınız zaman, sizin artık öteki olmadığınız zamanki adanmışlıktır. Bundan önceki adanmışlık nedir? O çok açıkça söylemiştir ama hiç kimse bu noktayı görmüyor.

İnsanlara sormak, geçen gün bir tarikattan bir beyefendi geldi. “Shri Rama, Shri Krishna, Shri Rama, Shri Krishna.” Bu ananya bhakti değil. Ananya bhakti, ötekinin olmadığı zamandır, bu sizin aydınlandığınız anlamına gelir. Bu bhakti yog’un özüdür. Bhakti Yoga da O dedi ki, “ruhunuzla bir olmalısınız”. Aynı zamanda ananya diyerek ve karmalarla, karma yoga da aynı tiptedir. “Her ne iş yaparsanız yapın, bunu Tanrının lotus ayaklarına bırakın”. Siz bunu yapamazsınız, saçma bir koşul. Ama aydınlanmadan sonra size olan şey nedir, siz, “ben yaptım” demezsiniz, “o hareket ediyor, o geliyor, o yükseliyor, o başlıyor, o”, dersiniz, sadece o dersiniz. Siz asla, “ben kundaliniyi yükseltiyorum” demezsiniz, asla. “O geliyor” dersiniz, çünkü sizin olmadığınızı bilirisiniz, bunu hissedersiniz. Çünkü bu sizden akıyor, çünkü siz içi boşalmış olursunuz. “o gidiyor, o geliyor, o gelmiyor”, dersiniz. “Ben kendime veya birilerine aydınlanma veriyorum”, demezsiniz.

Geçen gün Benimle birlikte Amerika’ya gelen bayan gibi. Bana dedi ki, “Anne, benim şeyime aydınlanma vermelisiniz”. Bende, “tamam, gelsin”, dedim. O kişi bütün bu yolu tepti ve kundalini donmuştu. Kadın Bana, “Anne lütfen ona aydınlanma verin” dedi. Bende, “sende aydınlanmış bir ruhsun, sen dene veya ona, aydınlanmış bir ruh olduğuna dair bir sertifika ver”, dedim. Onun aydınlanmış olmadığını biliyorum. Neden olmasın? Sabahtan akşama kadar aydınlanma vermek. “Sen neden aydınlanmış olduğunu düşünmüyorsun? Ben senin yerinde olsam, Baba (kardeş) sen aydınlandın, şimdi defol buradan”, derim. Çünkü Ben onun aydınlanma alamayacağını biliyordum. Bu donmuş bir Kundalini. Ben ona, “neden bunu sen yapmıyorsun?” dedim. Bayanın aydınlanmadığını biliyorum, vibrasyon vermiyor. Bende, “işte olan bu” dedim. Kundalini yükselmelidir. Bu, sizin bunun egonuzun ötesinde olduğunu bildiğiniz anlamına gelir. Bu egonuzun ötesindedir. Siz ulaşamazsınız. Bu kaliteye içinizde sahip olmak zorundasınız, ancak o zaman ulaşabilirsiniz. Bunu yaptığınız sürece, işte bu yüzden.

Ego, sizin bir şeyler yaptığınıza dair bir illüzyondur. Çünkü siz hiç bir şey yapmıyorsunuz. Ne yapıyorsunuz? Size anlattığım gibi, bunların hepsi ölü işler. Ölüme ölüm. Bir sandalye veya basamak yaparsınız, ooo sen büyük bir adamsın. Dağdan, başka bir dağ yapmak, ooo sen büyük bir mimarsın. Tüm bu ölü enerjileri kullanıyorsunuz, elektrik, manyetizma. Tüm bunlar yaşamayan enerjilerdir. Yaşayan enerji, bütün enerjilerin sentezidir. O sağ kanalda prana’dır, sol kanalda mana’dır ve merkezde dharma’dır. Bu üç enerji bütünleşerek sentezlendi. Ruhun ışığı size geldiği zaman tamamen bütünleşirsiniz ve bu brahmadır, o elleriniz vasıtası ile akandır, brahma shaktidir, brahmadır.

Yani bu, ama çocukluğunda ne yaptı O? Anlamalısınız. İnsanlar çocukluğunda Onun yapmadığını söylerler. Hayır, O değildi. Benim çocukluğumdan beri olduğu gibi, O da çocukluğundan itibaren. O dört yaşındayken gopilerle (çobanlar) oynadı. Onun Shri Krishna olduğunu söyleyen bir guru vardı. İşte bu yüzden, düşünün, dört yaşında ve bu guru da, sanırım elli yaşında. Bu aynı mı? Çocuk olduğu zaman, O sadece, çünkü bir çocuk olarak onların kundalinilerini yükseltmeyi istedi. Deneyebilirdi. Düşünün, O insanların sırtına tırmanır ve kundalini yükseltirdi. O bunu pek çok kez yaptı. Bunun en iyi yol olduğunu düşünürdü. Ben ona dedim ki, “bunu neden köyünde yapmıyorsun?”. O da, bir arabanın ne yararı var dedi.

Yani dört yaşındaki çocuk, çobanlarla oynuyor. Başlarının üzerinde içinde su olan küçük çömlekler taşıyorlardı. O,  bu çömlekleri kırardı. Çünkü ra-dha, ra enerji demektir, dha ise onu besleyen anlamına gelir. Ra dha. O, Mahalakshmi’dir. Radha, enerjiyi besleyen/destekleyen kişi. Radha, Yamuna nehrinde banyo yapardı ve suyu vibre ederdi. Ve gopiler, bayanlar testilerini, bu su ile doldururlardı, vibre edilmiş su ile. O, sadece testileri onların başlarının arka tarafından kırardı ve bu sayede su onların sırtlarına dökülürdü, çocuğun numarasına bakın. O günlerde toplantı salonları yoktu, ne de böylesine güzel, arayış içinde insanlar vardı, kişi Gokul’un bir köyünde arayıştan bahsedemezdi. Bu yüzden de O, bu testi kırma numarasını denedi, suyun sırta dökülmesini sağladı ve bu sayede Kundalini yükselebilirdi.

Ayrıca Onun gopileri de, onların ellerini tutarlardı. Buna ra sa denilir. Ra enerji demektir,  sa …. anlamına gelir. Radha bunu yapardı, onların ellerini tutardı ve dans ederlerdi ve enerji onlara aktarılırdı. Ama Shri Radha enerjinin enkarnasyonuydu ve Shri Krishna ise Ezeli Varlığın enkarnasyonuydu. Bu farklıdır. Bu günlerde ellerinizi tutan insanlar ve ruhları size geçirenler. Bu korkunç. Bu şeytani bir şeydir. Böyle bir şey asla yapılmamalıdır, pek çok probleme yol açar bu. Böyle yapıp, elleri tutarak, ruhları size geçirenler veya bir tür, Himalayalarda oturmak.   Onlar eğer aydınlanmış ruhlarsa, asla bunu yapmayacaklardır. Çünkü onlar anlarlar. Onlar asla sizi rahatsız etmezler,  asla sizi posses etmezler. Şimdi Onun Radha olduğunu ve enerjinin onlar vasıtasıyla geçtiğini anladığınız zaman. Shri Krishna başka bir şey oynardı, çok güzel. Tereyağına ulaşmak için oğlanların üzerine tırmanırdı. Her şeyden önce O, onların başlarının tepesinde ayakta duruyordu, Sahasrara.

Aydınlanmasını almış olan bir beyefendi vardı. Shri Krishna’yı hiç duymamıştı. Bütün bunları bilmiyordu. Aydınlanma almadan önce, çok büyük bir Shri Krishna’nın bulunduğu yer olan kendi bilinçaltına gitti. Ve bu bilim adamı, uzayda bir piramit gibi yaptı ve ….. ve sonra orada, sizin kitapta okuyacağınız ve kendinizin göreceği, başka şeylerde gördü.

Ama tereyağı, Shri Krishna tereyağına çok düşkündü. Neden? Bu noktada sizin, kendi Vishuddhiniz için tereyağına ihtiyacınız var. Eğer sinüs probleminiz varsa, biraz tereyağı ısıtın ve bir damlalık alın, 3-4 gün ısıtılmış (ılık) tereyağını burnunuza damlatın. Sinüsünüz düzelecektir. Bu çok basit bir ilaçtır. Sadece deneyin. Soğuk algınlığınız düzelecektir. Neden? Çünkü nefes alış verişimiz nedeni ile, burnun iç zarı çok çok kurur veya diyebiliriz ki, çatlar, ellerimizin çatladığı gibi. Eğer tereyağı sabuna bile konsa, eskiden bunu yapardık, onlar tereyağını sabunun içine koymayacak kadar çok bilinçli bir hale geldiler. Sabunda, bakın sabundaki tereyağı gidip nefes borusunu kaplar, bu yerleri, boğaz ve doku bile hizalanır. Bu şekilde her şey çok yumuşak hale gelir. Hatta eğer herhangi bir probleminiz varsa, burayı ılık tereyağı ile ovabilirsiniz. Tereyağının iki kalitesi vardır. O yumuşak süt yağıdır, artı tuzdur. Tuz, Gurunun kalitesidir. Yani bu Guru ve tereyağının kombinasyonudur. Tuzla gargara yaparken, ozmoz (geçişim) gerçekleşir. Bunun çok derin bir anlamı vardır.

Bu merkez, kendisini dışarıda gösterir, burun, gözler, boğaz, boynumuz, kulaklarımız ve gözümüzün dışı, göz kapakları ve aynı zamanda bunları kontrol eden küçük kasları da kontrol eden bu merkezin, on altı tane alt pleksusu vardır ve pek çok şey tek bir merkez tarafından kontrol edilir. Vishuddhi çakranın, bu merkezin on altı taç yaprağı vardır. Vishuddhi, olmayan anlamına gelir, vi – suddhi, vi  bir şeyin yokluğu demektir, demek istiyorum ki o çok shuddha’dır, o kadar kutsaldır ki, her şey yoktur ve işte bundan dolayı O bir sakshi’dir, O bir şahittir.

O bizim şartlanmalarımızı Freud’dan farklı bir yolla kırmaya çalıştı. O günlerde sahip olduğumuz ilk şartlanma şuydu  ki, bir karı koca ilişkisi için çok fazla koşul konulmuştu. Kadına kocası tarafından ve bütün aile tarafından hükmedilirdi ve Onun zamanında, herkese işkence ederlerdi.  O günlerde kadına, evdeki bir köle muamelesi yapılırdı. Bir şekilde bu halloldu. Çünkü kadının çok iffetli, çok iyi olması gerekirdi ama erkek hükmediyordu, bu gelişmiş büyük bir sistemdi. Ve bununla, insanlar aile sistemi içinde boğulmaya başladılar ve sonunda öldü. O, kız ve erkek kardeşler olarak erkeklerle bir arada bulunmanın bir zararı olmadığını söyledi. Kalplerimizde saf olmalıyız ve onlar bizim kız ve erkek kardeşlerimiz. Bizler karışmalıyız ve bu benim karım, bu benim kocam ve bunlarında, benim kız ve erkek kardeşlerim olduğunu anlayarak, birbirimizle uygun ilişkiler kurmalıyız. Çünkü o zamanlar her hangi bir kadının evinden çıkmasına bile izin verilmezdi. Bu çok fazlaydı çünkü kayınvalideler çok güçlüydüler ve onlar, kızların gitmesine izin vermezlerdi. Gokul’daki Krishna’nın olayı da böyleydi. Bütün şarkılar ve öyküler böyleydi. Eş, kocasına derdi ki, “İşte görümcem”.

Yani karı koca arasındaki sevgiye dair bütün öyküyü O başlattı. Onun etrafında bu gün olduğu gibi Sahaja Yogiler ve müritleri yoktu. Onun bu çakrada güçlerine nüfuz etmesi gerekiyordu, sahip olduğu onaltıbin güce. Bu çakra, başımızda burada temsil edildi. Buna Virata’nın çakrası denildi, bunun anlamı sizin Ezeli Varlık olduğunuz yer demektir. Bu yüzden de, bunu aktaracak on altı bin insana sahip olmak için, O bir drama sergiledi. En büyük oyun yazarı Oydu. Onların kadınlar olarak doğmalarını sağladı ve bir krala onları tutuklattı. Sosyal bir problem meydana geldi. Bu kadınlar, bu adamla birlikteydiler. Hint standartlarına göre, onların hepsinin işi bitmişti. Bir değerleri yoktu. Hepsi gidik kadınlardı, zorlanmış olsalar da, kendi rızaları olmasa da, Hindistan’daki zorla alınmış her kadın (değersizdi), Sita’nın zamanında bu oldu. Yani Onun da Rama’nın yaptığı gibi olması gerekirdi, size geçen sefer anlattığım gibi.  Shri Krishna bu krala saldırdı ve bu on altı bin kadınının hepsini yanına aldı. Bunun üzerine insanlar dediler ki, “sende toplum tarafından kabul edilmeyen bu on altı bin kadın var, onlarla ne yapacaksın? Hiç kimse onlarla evlenmez.” O da dedi ki, “Onlarla Ben evleneceğim”.

Bakın, aslında bu kadınlar Onun güçleriydiler ve onlarla evlendi. “Ben onaltı bini ile evleneceğim”, dedi. Bunun hepsi bir oyun, bu Virat’ın oyunudur. Bu onaltıbin kadınla evlendi. O, beş elementi de kontrol etmek istedi, ne yapmak lazım, (beş elemente) sahip olmamız lazım, dedi. Bunun üzerine beş kadın yarattı ve onlarla da evlendi. Pek çok insan der ki, “ooo Krishna onaltıbin kadınla evlendi ve beş tane de kraliçesi oldu, şudur budur”. Siz Shri Krishna mısınız? Siz Virat mısınız? Sizin akacak olan tek bir gücünüz bile var mı? Eğer sizde bir tane varsa O, onaltıbin gücü olan birisidir ve Onun sayesinde, ötesinde Tanrının var olduğunu, makro bir gücün bulunduğunu, buna sessizlikle ulaşmamız gerektiğini ve bizlerin bütünün oyunu karşısında şahit olduğumuz farkındalığı bizlere vermek için, bu güçler dünyaya nüfuz ettiler. O bizi bunun bilincine ulaştırdı. Gita’da dedi ki, “içinizdeki ruh asla ölmez. Size aydınlanma vermek için tekrar ve tekrar gelir, siz öldüğünüz zaman ruh ölmez.” “Ninem chidanti shastrani ninam dahati pavakah.”Onu silahla öldüremezsiniz, ne de ateşle yakabilirsiniz, ne rüzgâr onu uçurabilir, nede hiç bir şey içine çekebilir. Bunu kanıtlamak için İsa (Christ), dünyaya geldi. Krishna’nın söylediklerini kanıtlamak için, ruhun ebedi olduğunu göstermek için İsa (Christ) dünyaya geldi. Onların hepsi birdir.  Bizler onları göremeyenleriz ve bazen Ben Shri Krishna ile İsa (Christ) arasındaki ilişkinin böyle olduğunu anlattığımı zaman, insanları şok ediyor bu.

Christ, Christ ismi Chris kelimesinden gelmektedir ve Krish kelimesi,çiftçilik anlamına gelir. Bu da Krishna’nın tohum ekmek üzere bu dünyaya geldiği anlamına gelir. Enerji olan Radha, Christ’in annesi olarak dünyaya geldi. Christ’in annesi, Christ için potansiyel/kuvvetli bir enerji olarak yaşayan bir hanımdır. Onun dışında hiç kimse bunu bilmez. İşte bu yüzden çarmıhtayken, “Anneye bakın” dedi. Bu çok önemlidir.  Christ, bir anne için en büyüklerden birisiydi. Radha bu dünyaya enkarne oldu ve O, bu lekesizlik konseptini (Meryem Ana’nın orijinal günahtan korunduğu kavramı) getirdi. Bunun hakkındaki öykü Devi Mahatmyam’dadır. Tanrıça, Mahalakshmi’yi bir yumurtadan yarattı ve işte bu yüzden Easter da (paskalya) yumurta ile kutlama yaparsınız. Yumurta, sizin yumurta olmanıza dair ve bir sonraki doğumunuza dair bir hatırlatmadır. Bu, insanoğullarının ikinci doğumuna bir göndermedir.

Jesus ismi Yeshoda kelimesinden gelir. Yeshoda, Shri Krishna’nın üvey annesidir ve Radha, onun isminin verilmesi gerektiğini düşündü çünkü O da başka bir güçtü. Yeshoda’ya, Krishna’nın yaşadığı kuzey bölgeye de Jesoda adı da verilir. O aslında Jesoda gibiydi ve Jesoda’nın kısaltılmış şekli Jesu’dur. İşte bu yüzden İsa’ya Jesu veya Yesu denilir. Hint dillerinde Ona Yesu, Jesu adı verilir. İbranicede bile Ona, Jesu değil, Yesu adı verilir. Görüyorsunuz bu Y ve J, Yugoslavyalılar gibi ve bütün bu insanlar bunu kullanırlar, Y, ya ve ja arasında bir karışıklık var. Bu iki kelime dünyada karıştırılır. Yesu veya Jesu. Devi Mahatmya’ya göre O, öyle güçlerle geldi ki, en yüce destek oldu. O, Mooladhra çakrada destektir. O, Mooladhra çakrada Ganesha olandır, tüm evrenin desteğidir. Ve Krishna Onu, kendisinden daha yükseğe yerleştirdi çünkü İsa, Ondan daha yüksekte enkarne oldu ve Shri Krishna vibrasyonların kendisidir. Sadece vibrasyonlara bakın.

Sizlere daha sonra anlatacağım, İsa’nın çarmıha gerilmesi bir başka dramadır. Oynanmış olan başka bir dramadır. 6000 yıl ile, İsa’nın 2000 yılı arasındaki farka bakın. Yani aradan 4000 yıl geçti. Bu 4000 yılda pek çok şeye karar verildi ve İsa’nın Kudüs’te doğmasına karar verildi. Bu yerlerin hepsine …. diyebiliriz. Çünkü burası yine Tanrısal güçler tarafından taarruz edilecek yerdi ve bu Ezeli Efendilerin çoğu, her zaman guru olarak doğmuşlardır. Muhammed Sahib gibi bu insanların çoğu, üç üstat, birbiri ardına, her üçü de dünyaya geldiler. Tek bir şahsiyet. Sonra Muhammed Sahib orada geldi, sonra Musa geldi, İbrahim geldi, bütün bu insanlar bu bölgede doğdular.   Sonra da İsa geldi. Bu büyük Ezeli Efendilerin çalıştıkları yerin, en iyi yer olacağını düşündü ve bu sayede insanlar anlayabileceklerdi. Ama insanlar kendi oldukları halleri ile Muhammed Sahibi öldürdüler, İsa’yı da öldürdüler. Musa’yı asla dinlemediler, İsa’yı asla dinlemediler. İnsanlar böyledir ve bu gün kendisine Hıristiyan diyen pek çok kişiyi Onun çarmıha gerilmesinden keyif alan, bundan hoşlanmış olan, bunu desteklemiş olan ve Onu çarmıha germek üzere orada bulunmuş olan insanlar olarak görüyorum. Onlar bu gün ellerinde İncil ile yürüyüp, bu budur, şu da budur diyorlar. O kadar yetkisizler ki, çok tehlikeli. Bazen Krishna’nın İsa hakkında ne dediğini okumak daha iyidir. Ama bu gün biz Vishuddhi çakradayız, daha sonra Vishuddhi hakkında konuşacağım.

Vishuddhi çakranın, içimizde çok önemli olan diğer iki hususu da vardır. Ben bunu seçtim çünkü sizler Sol Vishuddhinizden dolayı acı çekiyorsunuz. Sol Vishuddhi sol taraftadır ve Sağ Vishuddhi  ise sağ taraftadır. Sağ taraftaki Vishuddhi, Shri Krishna’nın kral (Dwaraka kralı) olduğu ve Ona Vitthala adı verildiği ve karısının da Rukmini olduğu Vishuddhidir. Bu veya siz buna rajasa diyebilirsiniz, bu krallık anlamına gelir veya bu eylemde, bir kral gibi davrandığınız yer anlamındadır ve bu sağ kanal tarafındadır. Sol kanal tarafında O, doğduğu yerdedir ve yaşamının ilk döneminde, bir kız kardeşinin olduğu dönemdir. Kız kardeşi aslında kurban edilmiş olan Yeshoda’nın kızıdır. Krishna’nın bir hapishanede doğduğu ve babası tarafından alınarak Gokul adında bir yere konulduğu, hapishanede bulunan bir kızın gönderildiği ve kızın havada yıldırım olarak belirdiğine dair büyük bir öyküdür bu. Ve kızın öldürüldüğü zaman, nasıl yıldırım olduğu ve aslında Krishna’nın annesinin erkek kardeşi olan korkunç rakshasaya “seni öldürecek kişi, senin katilin, hala yaşıyor” diye ilan ettiğini ve bu kişinin Devaki’nin sekizinci çocuğunu olduğu, Kamsa’nın kız kardeşinin, Kamsa rakshasa olandır, bir iblistir, Krishna’nın onu öldüreceğini.  Bu Kamsa’yı çok korkuttu ve kız kardeşinden, hapishaneye konulmuş olan Devaki’den doğan bütün çocukları öldürmeye başladı. Sonuncusu da Shri Krishna idi ve O doğduğu zaman, herkes uyuyakaldı ve kapılar açıldı. Babası Onu bir sepet içinde taşıdı, tıpkı Musa öyküsündeki gibi, Yamuna nehrini geçti ve nehir Shri Krishna’nın ayağına dokunduğu zaman, nehir yeniden aşağıya gitti, babası karşıya geçti, Gokul’a gitti, çocuğu oraya bıraktı, Nand’ın, Yeshoda’nın çocuğunu aldı ve bu çocuğu geri getirdi ve yerine bıraktı. Çocuk değiştirildiği zaman, bakın, çocuk bir kızdır. Kamsa geldiği zaman, sekizincinin bir kız olduğunu gördü ve bu nasıl olabilir dedi.  Sonra, bebek sadece bir kızdı ve bu kız gitti ve “Senin katilin, Kamsa, O doğdu ve yaşıyor ve O seni öldürecek, dikkatli ol”, diyerek ilan etti. Ve sonrasında hikâye, Shri Krishna’nın nasıl onu öldürmeye çalıştığı hakkındadır ve bundan dolayı da, biz bununla uğraşmak zorunda değiliz. Ama esas nokta, Onun Shri Krisha’nın kız kardeşi olmasıdır.

Anne gibi, yakın akrabalık ilişkileri veya kız kardeşinizle ilişkiler gibi ilişkiler hususunda kafa karışıklığı yaşadığımız zaman, sol Vishuddhi problemleri başlar, Bu Bay Freud’un işidir. Her tür kafa karışıklığı. Diğer erkeklerle, diğer kadınlarla olan ilişkilerdeki problemlerde anlayış yoktur. Evli olan, olmayan, başka insanlara göz atan herhangi bir şey. İşte İsa bu yüzden bu noktadadır çünkü O, gözlerdedir. İşte bu yüzden, “zina eden gözleriniz olmamalıdır”, demiştir.  Ama aydınlanma olmaksızın bu mümkün değildir. Sahip olduğumuzda Ben gördüm. Yani kadınlar ve erkekler hakkındaki tüm bu fikirler oradadır ve bu, bilinçaltında suçluluk inşa eder. Bunun yanlış olduğunu biliyorsunuz, kalbinizin en derininde bunu biliyorsunuz. Ama ego o kadar arttı ki, insanlar, “nesi yanlış bunun?”, derler. İşte bu yüzden Batıda, Ben en azından insanları masum buluyorum. Onlar, “bu yanlış değil” diye biliyorlar. Ama Doğuda, Hindistan’da, insanlar bunun yanlış olduğunu biliyorlar ama hala yapıyorlar, buda onların hiç bir şekilde masum insanlar olmadıkları anlamına gelir. Yanlış olduğunu bilirler ama hala yaparlar, o zaman onlar masum değiller. Bu yüzden de, bu şeylerin yanlış olduğunu bilerek bunları yapmaya çalışan bütün bu Hintliler, yanlış tipte insanlar çünkü masumiyetlerini kaybetmişler. İşte, Batıda Sol Vishhudhi de çok fazla catch etmemizin nedenlerinden birisi budur.

Ama ikincisi bile, bir diğer şeyde, oturup kendinizi analiz etmenizdir. Bu temelde bir, o içimizde bina edilmiş tuhaf bir tür suçluluktur. Veya bazen de bu süper egodur, bir tür takıntı, siz analiz etmeye başlarsınız ve sabahtan akşama kadar sadece kendinizi öldürürsünüz. “Bunu söylememeliydim”, “neden bunu yaptım?”, “oraya gitmemeliydim”, “yapmamalıydım”. Belki de bu her şey olabilir. Yahudilerde gider ve ağlarlar, bir şeylere tövbe etmeye devam ederler. Tövbe ettiğiniz zaman, bitti. Eğer tövbe ettiyseniz, o zaman bu bitti. Neden devam ediyorsunuz, içinizdeki suçluluğu taşımaya devam ediyorsunuz? Bu sol kanal olma hali çok fazla. O kadar fazla ki, Ellerim gerçekten de sürekli olarak akan vibrasyonlar nedeni ile felç oluyor, bu sol taraf. İşte bu yüzden Ben diyorum ki, tek bir mantrayı söylemeye devam edin, “Ben suçlu değilim”, “Ben suçlu değilim”, “Ben suçlu değilim”. Kendinize suçlu olmadığınızı telkin etmeye devam edersiniz. Sürekli olarak oturup, kendinizi analiz ediyorsunuz. Toplum da böyle, en başından beri bize, bunu yapmamanız gerek, bunu yapmamanız gerek, bunu sizin yapmamanız gerekir diye söylendi, bu halı lekelendi, şu lekelendi. Bu yüzden de, her şey bir suç şeklinde bina edildi. Hiç bir şey için suçlusunuz. Demek istiyorum ki, bu öylesine sahte bir şey ki. Ve siz buna inanırsınız ve gurularda bunun üzerine oynarlar. Onlar, bunların sizin karmalarınız olduğunu söylerler ve siz hala mahkûmsunuzdur.

Yani bu sol vishuddhide, sizde bu suçluluk işi var ve sağ vishuddhi de ise son derece konuşkansınız, öylesiz. Böyle insanlar büyük hatipler olabilirler, avazları çıktığı kadar bağırabilirler, hitabetleri ile insanları kontrol edebilirler. Sağ taraf bu tür bir eylem gösterir. Kişinin bu konuda söylemesi gereken pek çok şey var ama bırakın bunlar olsun, bunu karmaşıklaştırmayacağız. İşte bu şekilde, solda ve sağda komplikasyonlar geliştirirsiniz. Bu merkez bozulduğu zaman, her şeyin sorumluluğunu kendi üzerinize alırsınız. Çılgın bir at gibi koşarsınız. Bir guru gibisiniz demeliyim. Bütün işi yaparsınız ve kalbinizde, ben ne kadar hoş bir adamım diye düşünürsünüz. Bunu alacağım, bunu yapacağım. Tüm dünyanın sorumluluğunu tepenizde toplar ve “çok kötü hissediyorum çünkü Vietnam’a yardım edemedim” demeye başlarsınız. Yardım edemezsiniz, sizin nasıl bir bağlantınız var? “Kamboçya’da durum çok kötü. Ben bir şeyler yapmalıyım”. Sadece Avustralya’da oturarak, bunu yapamazsınız, siz Avustralya’nın problemleri ile ilgilenmelisiniz. Sydney’in problemleri ile, aile problemleri ile, kendi problemlerinizle. Oradan başlayın. Hayırseverlik evde başlar. Herkes başkalarının problemlerini görmeye çalışır. Hindistan’da neden yoksulluk var? Çok ciddi şekilde Bana soru sorarlar. Bende dedim ki, bizim yoksulluğumuzdan kim sorumlu? Siz neden kendi problemlerinizi düşünmüyorsunuz? Ben Avustralya’da olduğum zaman, tamamen buradayım. Hindistan’da olduğum zaman tamamen oradayım. İşte sizlerde böyle olmalısınız. Problemlerinize yüzleşmelisiniz, sizin problemleriniz ne? Bunlar, sizlerin değersiz şeyler için kendinizi suçlu hissettiğiniz problemler, bu şekilde şartlanmışsınız. Ve sonrasında, eğer suçluluktan kurtulursanız, o zaman da egoist olursunuz. “Senden nefret ediyorum”, dersiniz ve atıştığınız zaman, bap re (donup kaldım, aman Tanrım gibi bir ifade), gerçekten de havlarsınız. Yumuşaklık yok, öyle korkunç bir ses gelmeye başlar ki, Ben Avustralyalıların kavga ettiklerini anlarım.

İçki aldığınız zaman, bir diğer tarafa gidersiniz, demek istiyorum ki, biz Avustralya’ya gelirken şikâyet ediyorlardı. Çok fazla içiyor, çok fazla konuşuyorlardı, bundan sonra da hiç kimse bir dakika olsun uyuyamadı. O kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki, Ben Bombay’daki balık pazarı buradan daha iyi diye düşündüm. Uyumak isteyen insanlar olduğunu anlamaya dair tüm kapasitelerini kaybetmişlerdi ve dudaklarının kenarında bir avukat varmış gibi o kadar yüksek sesle konuşuyorlardı ki, sürekli ve sürekli ve sürekli bir şekilde, hepsi çok yüksek sesle konuşuyorlardı. Bir toplantıda konuşursunuz, tamam ama diğer kişi sizi dinlemez, sizde onu dinlemezsiniz. Konuşmaya devam edersiniz, çok hızlı bir şekilde konuşur, konuşur, konuşur, konuşursunuz. Onlarda, “eve, evet, evet” derler. Siz kafanızı sallarsınız, o da kafasını sallar ve siz onların ne konuştuğunuzu, ne söylediğini bilmezsiniz ve sonra siz, sonra gider, şu şudur diye duyurursunuz, gelin buraya, tokalaşalım, tamam. Buna ne gerek var? Dostça bir ilişki yok, anlayış yok ve eğer bir flört varsa bu tamam, bu da size anlattığım gibi başka bir şey, ruhların gözleriniz vasıtası ile oynadıkları oyundan başka bir şey değil. İşte bu yüzden İsa, “zina eden gözleriniz olmamalı” dedi. Zina eden gözleriniz olmamalı. Zina eden gözleri olan her Hıristiyan şunu bilmelidir ki, Hıristiyanlığa atılan ilk adım bu değildir. O bunu çok açıkça söyledi. Yani O çok açıkça ve üzerine basarak sizlere, gözlerinizin çok önemli olduğunu ve onların saf olmalarının gerektiğini söyledi. Onlar dürüst ve saf gözler olmalılar.

Avustralya’daki insanların Benim onlara anlatmamdaki dürüstlükten hoşlanmalarını seviyorum. Bu dürüstçe diye.  Bu çok tatlı çünkü bazı şeyler oldukça sert olabilir. Ben onlar hakkında yumuşak bir şekilde konuşsam da, inanmak ve almak, Ben meseleyi bu yolla ortaya koymak için çok akıllıyım. Ama sizin bunu görme şekliniz, çünkü belki de siz Bendeki dürüstlüğü gördünüz. Sizi memnun etmek veya gücendirmek için burada değilim. Size gerçeği şok olmayacağınız ve onu emmeye başlayacağınız bir şekilde size anlatmak için buradayım. Çünkü sizin istediğiniz şey budur.

Yani bu aşamada, farkındalık kolektif bilinç olur, kolektif bilinç olmaya başladı. Bu yaşayan bir iştir. Ama şimdi yeni gelen, İsa’nın yükselişi özellikle önemliydi. Binlerce yıl önce bu yaratılmıştı. Bu üç şeyle yaratılmıştı diyebiliriz, Pranava, Omkara, logos. Tamamen enerji olan bu ses, Omkar, siz buna “(önce) söz (vardı)” diyebilirsiniz, buna söz diyebilirsiniz. O bedenlenmiş olan bu enerjidir çünkü O ruhun ebedi olduğunu kanıtlamalıydı. O ruhtu. Bütün bu merkezlerde O, oradadır. Bu vibrasyonlar Onun varlığının ifade edilmesinden veya yayılmasından başka bir şey değildir.  Bu yüzden O öldürülemez çünkü ruhtur. O ölü olamaz, O yok edilemez. Çünkü O sadece ruhun enerjisidir. Bu İsa’nın bedenlenmesiydi, O bunu dünyaya getirdi ve burada geçmesi gereken kapıyı işaret etmek için çarmıha gerildi. Onun geçmesi gereken Agnya çakra, çok önemli bir kapıdır. Buna nüfuz ederek O, ego ve süper ego arasında bir boşluk yarattı. Bu boşluk, İsa’nın insanoğullarının günahlarını alan kişi olduğunu söyledikleri boşluktur. O kurban etmenin ışığıdır. Geçmiş dönemlerde kurban verirlerdi. Eğer kötü bir şey yapmışsan, bir lamba alırsın ve onu, haçın altarında kurban edersin. İsa’yı bilmeyenler hala bunu yapıyorlar. İsa’yı bilenlerde kurban ediyorlar.

Yani karma teorisi İsa’nın geldiği noktada biter çünkü O, egonuzu ve süper egonuzu emme kapasitesi olan kişidir, her ikisini de. Bir tarafta egonuzu emer, diğer tarafta da süper egonuzu emer. O bu (ölü) ruhları domuzların üzerine süren kişidir ve bu domuzlarda denize sürüklendiler. Demek istiyorum ki, O pek çok şey yaptı ama bu müritler nedeni ile kendisi tamamen tasvir edilemedi. Ama O şunu çok açık şekilde gösterdi ki, ruhlar vardır ve sizin onlarla bir işiniz yoktur, ama Hıristiyanlar, kendisine Hıristiyan diyenler, onlar sadece İsa karşıtıdırlar. Bütün bu ölmüş bedenleri kilise içinde tutar ve ölü beden katmaları arasında otururlar, bütün ruhlar etrafta gezinip dururlar, çocuklarınıza saldırılır, size saldırılır. Ben kiliseye karşı değilim. Eğer aydınlanmış bir ruh iseniz, kilise çok iyi bir şeydir. İsa’ya sahip olmadıkları yerde, kilisede bir kalite yoktur. İsa, ruhtur. Eğer kilise yeniden doğmak için çok çalışırsa, o zaman bir kilisedir. Aksi halde geri kalan şeyler, laftadır.

Şimdi, başka bir şey, bütün Hıristiyanlar, tüm Hıristiyan uluslar her tür ölü şeyle ve görünmeyen şeylerle çok fazla ilgilendiler. Görünmeyen şeyler olduğunu söyledim, onlar çok büyük gelişmekte olan insanlar. Onların yakınına gitmek çok tehlikelidir. Bu medyumlar vasıtası ile kanser, kan kanseri, epilepsi, kalp krizleri, kazalar, finansal yıkımlar, bütün bu şeyler başınıza gelebilir. Onlar üzerinde bir kontrolünüz yoktur. Medyumun çok iyi bir hanım olduğunu, onun çok iyi bir beyefendi olduğunu söylerler. O adam belki de iyi veya kötü ama içeri girenlere ne demeli? Onları görebiliyor musunuz? Neden ölüme gidiyorsunuz? Ama Hıristiyan uluslar böyleler, bunun kalbinde olmaları gerekir. Her onuncu evde, birileri oturuyor ve malların veya bunun gibi bir şeyin nerede olduğunu öğrenmek için muhteşem (ölmüş) büyük baba ile konuşuyor.  Gördüğünüz her onuncu evde ve bu çok fazla. Sonra, eksik olan her ne ise, Hindistan’dan gelen gurular tarafından tamamlandı. Bazıları hapisten çıktılar. Gidecek yerleri yoktu, bu kıyafetleri giydiler ve doğrudan ülke dışına çıktılar. Bazıları böyleler ve onlar gurular oldular. Konuştukları her ne ise, korkunç bir Hintçe veya korkunç bir Marathi veya ne çeşit ise, İngilizce. İngilizce politik olarak, açık şekilde ego merkezlidir ama sinsi olan süper egodur.

Ve bu gurular öyleler ki, Rolls Royce isteyen bir tanesi var (Osho, yani eski adı ile Bhagwan Shri Rajneesh, toplamda 94 Rolls Royce sahibi oldu), o bir Rolls Royce istedi. Onda 58 tane var ve 59. yu istedi. Aslında satın almak istedi ama bir şekilde bu patladı.  İşte insanlar bu şekilde oradalar ve bu çok… olmadan yemeklerini yemek istemeyenler… kuyruklarından yakalandılar, bu korkunç gurular tarafından. Onların ne kadar olduklarını bilmeden ve hatta yetişkinler ve yaşlılar. Bir lordun ölen oğlu vardı. Havada uçmaya çalışıyordu. Anne ve baba alt kattaydılar. Baba yaklaşık 70 yaşındaydı ve uçmaya çalışıyordu. Alt ve üst katta gelini ve oğlu vardı. Oğul yığıldı kaldı, öldü. Bunun üzerine Lady ve karısı gelip, oğlanın öldüğünü söylediler. Bu durum üzerine onlar çok mutlu oldular, o şimdi cennete gitti, son arzusuna ulaştı, dediler. Şimdi düşünün, bu lordlar,  bu bilgili lordlar. Ve bazı Sahaja Yogiler onlara anlatmaya gittiler ve o dedi ki, “bize anlatmayın, mutluluğumuzun ve neşemizin arasına girmeyin, oğlumuz cennet gitti ve hepimiz ……..” Bu anlaşılamaz. Beyinlere ne oldu? Onlara, bir davul alın, Oxford caddesinde dikilin, bu korkunç elbiseyi giyin ve Tanrı adına dans etmeye devam edin, o zaman Tanrıya gideceksiniz, denildi. Böyle bir saçmalığı nasıl inanacaksınız?

Sahaja Yogiler için söylemek zorundayım, Bende onlardan altı tanesi vardı. Bütün bu akademisyenler hippilere dönüştüler, Oxford’dan ve Cambridge’den akademisyenler. Oxford’da biliyorsunuz, Ford marka araba, bir öküzle kombine edildi. Beni tükettiler gerçekten. Dört yıl boyunca onların üzerinde çalıştım. Dedim ki, “Tanrım, bu kayalar, Ben onlarla ne yapacağım?”. Pişirdiğim yemeği sevdiler, yaşadığım evi sevdiler, bir şeyleri yapma şeklimi sevdiler, her şeyi ama kundaliniye hiç bir şey olmadı. Bu sonradan oldu. Kırılması zor cevizlerdiler ama şimdi. Sahaja Yog’u buldular. Sahaja Yog içinde bu kendiliğinden olur. Her şey Sahaja Yog’u işaret eder, her şey Kundalininin uyanışını işaret eder. Bu oradadır. Onlar tanıdılar, mantıken, kesinlikle mantıken. Onlar yüzünden buradayım, bunu söylemeliyim.

Sonra her zaman, insanlar ekmek ve tüm bu şeyleri çaldıkları zaman, çok küçük suçlar için insanlara kötü muamele ettikleri konusunda Avustralya hakkında bir suçlulukları var. Bu insanları uzaklara gönderdiler, şimdi Tanrıya şükür, biz buradayız. Bu bir cennet. Bu günlerde bu pis Londra ile karşılaştırılınca, ceza içinde cenneti buldunuz. (Avustralya’nın ilk sakinleri İngiltere’den buraya sürgüne gönderilen mahkûmlardı) Gidip görmesi güzel. Her dışarı çıkışınızda, bir şemsiyenizin olması lazım, insanlar ellerinde bir şemsiye ile bile futbol oynarlar. Burası çılgın bir yer, bilemiyorum. Ama burası evrenin kalbidir. Her şey buradan dağılır. Tüm yasalarınız, bütün yönetim şeyleri, oradan gelir. Bu yüzden de çok sıkı çalışmalıydım, biliyorum. Ama şimdi gerçekten güzel, muhteşem Sahaja Yogilerimiz var. Ve William Blake sağ olsun, Sahaja Yoga hakkında, ne olacağı hakkında, hatta Benim nerede yaşayacağım hakkında, ashramın nerede olacağı hakkında pek çok şey için zaten kehanette bulunmuştu, her şey hakkında çok detaylı bir şekilde. Şimdi bir şeyler çok daha iyi bir hale geliyor.

Şimdi oradan, İsa’nın geldiği yer olan merkeze, Agnya çakramıza dönelim. Ego ve süper ego vardır. Hipofiz tarafından kontrol edilen ego, ego hipofiz tarafından kontrol edilir ve epifiz ise süper egoyu kontrol eder, İsa ego ve süper egonun merkezi olan bir noktaya geldi.  Onların arasında, optik kiazma’da, optik kiazma’nın merkezinde İsa geldi. İşte bu yüzden gözler Benim için çok önemlidir. Çünkü gözler bu merkez tarafından kontrol edilir. İki taç yaprağı vardır, ham, ksham.  (Ham- ben , ksham- affediyorum). Bunlar bu iki taç yapraktan gelen iki sestir, ham, ksham. Bir taraf, kişi süper egoda olduğu zaman, ksham’dır, hükmedilmeyi seven, dövülmeyi ve bütün bu şeyleri seven kişidir, demek istiyorum ki aşırılık durumları. Hindistan’da bu tür aşırı tiplerimiz yoktur. İtaatkâr insanlarımız vardır veya en fazla cahil insanlarımız vardır. Ama bu karısını döven koca veya kimi kadınlarda bundan hoşlanıyorlar, bu tür bir saçmalığı duymadım. Ama bakın, her şeyde, her ne ise böylesi aşırılıklara yönelirsiniz. “Tamam. Eğer itaatkâr olmamız gerekiyorsa, tamam, haydi dayak yiyelim, hadi acı çekmeye devam edelim.”  Neden acı çekmelisiniz ki? İsa sizler için acı çekti. Sizin acı çekmenize ne gerek var? Sadece anlamıyorum. Ve “biz acı çekiyoruz” diye bundan bir drama yaratmak.

Fransızlar gibi. Fransızlar çok zor insanlardır, anlayamazsınız. Onlar herkesi sefil bir hale getirmekte çok iyi olduklarını düşünürler. Aynı şekilde, bizde bu tür bir fikri kabul ederiz. “Oh, bizler acı çekiyoruz, bizler çok mutsuz insanlarız”, bu tüpteki bütün saçma sapan duygusal dramaları oynarız ve “sizler neden gülüyorsunuz, sizler neden kendinizden hoşnutsunuz?”, deriz. Fransa ya gittiğimde olduğu gibi. Size bir hikâye anlatayım. Onlar Bana, “Anne, sizin mutlu bir insan olduğunuzu söylemeyin. Onlar bundan hoşlanmazlar. Onlar sizin duyarlı olmadığınızı söyleyeceklerdir”, dediler. Bende, “gerçekten mi?” dedim. Sonrada bütün bunlara güldüm. Ama olan şey budur. Bizler aşırılıklara gideriz ve “ben çok kötüyüm, ben hiç bir şey için iyi değilim, ben işe yaramazım” diye kendimizi kınamaya devam ederek, kendi kendimize işkence ederiz.

Bizde böyle bir beyefendi vardı. Onun tek bir günahı vardı. Bu adam asla… o kendisine karşı korkunçtu, hovarda birisi ve bunun hakkında yazardı. …. O şimdi herhangi bir hapishane, hiç bir şey olmaksınız, bir tutuklu oldu. O bir mahkûm, bu beyefendinin ismi Ronnie. Ronnie, Hintçede ağlayan kişi demektir, ronie. Bu Sayın Ronnie, her zaman ağlar, sızlar, yatağında uyur, yatağında yemek yerdi. “ben çok üzgünüm, ben şuyum, ben buyum” derdi. Annesi ondan bıkmıştı. Karısı kaçtı, bunun içinde ağladı. Oğlu kaçtı gitti, bunun içinde ağladı. Anne böyle dedi diye, bunun içinde ağladı. “beni sevmiyor”. Ve Bana geldi, “Anne ben sizin mutfağınızı yıkamak istiyorum”, dedi. Bende, “bak, gerek yok buna, burada kendi insanlarım var, sen temizlemek zorunda değilsin. Şimdi lütfen yaşama karşı olan tavrını değiştirecek misin?”, dedim.  “Anne, ben bunu deneyeceğim, ben şunu deneyeceğim” dedi. Ona aydınlanma verdim, denedim. Ama o, tamam dedi. Biz onu annesine geri gönderdik. Üç gün sonra annesi Bana telefon etti.  Dedi ki, “lütfen oğlumu benden uzaklaştır. Bıktım ondan. Buraya geldi, her zaman olduğu gibi yatağında sızlanıyor. Eski haline geri döndü, iş yapmıyor. Ona yemek pişirmem lazım, aksi takdirde kendisini aç bırakıyor. Dünyadaki en sefil kişi olduğunu düşünüyor, onu alsanız daha iyi olacak”. Bunlar bir taraftaki süper egonun insanlarıdır. Diğer taraf ise öfkedir.

Aslında, insanların öfkeli olma şekli aynı zamanda, çünkü onlar korkarlar, İngiltere’de olduğu gibi. İnsanların çok korkmuş olduklarını görünce şaşırdım, çok korkmuşlar. Son derece korkmuş insanlar. Hintliler böyle değildirler.  Birazcık demek istiyorum. Onlara önce telefon edip daha sonra evlerine gitmek daha iyi olur. Aksi halde gidip kapıyı çalarsanız, kalp krizi geçirerek ölebilirler. O kadar çok korkmuşlar ki, çok şaşırtıcı bu. Son derece korkmuş insanlar. Onlara hiç bir şey söyleyemezsiniz. Böyle kalırlar sadece. Korktukları şey nedir? Anlamıyorum. Onlar son derece korkmuş insanlar. Hindistan’da bu böyle değildir. Hindistan’da diyelim ki gece vakti buraya birisi geldi, siz derhal, belki de bir arkadaşınızın geldiğini düşünürsünüz, belki de gelen kişi zor durumdadır. Koca derhal karısına sorar, “evde yeterince para var mı? Ne var elinde? Mücevherin var mı? Arkadaşımın paraya ihtiyacı olabilir. Aksi halde buraya neden gelsin ki? Veya belki de onun bir sorunu var.” bu böyledir. Düşünmeden derhal kapıyı açarsınız.

Hindistan’da kapıyı çalma, içeri gir. Demek istiyorum ki, bizim İngiltere’de sahip olduklarımız gibi,  uzman hırsızlar değildir onlar. Onlar hala naiftirler.  Hırsızlıklarının da, çoğunlukla değeri yoktur. Aslında Benim evimde, babamın evinde asla kapıları kilitlemezdik, asla. Bütün kapılarımız sabahtan akşama dek açıktı. Babam, “eğer kapıyı kilitlerseniz, o zaman insanlar evde bir şeyler olduğunu düşünecekler, işte bu yüzden kilitli orası derler. Lütfen kapıyı açık tutun”, derdi. Her şeyi açık bırakırdık, gece herkes evden içeriye girebilirdi. Demek istiyorum ki, bizler böyleydik. Ama şimdi nasıl çalışacağını, bu şeylerin nasıl yapılacağını öğrendik, işte bu yüzden problem farklı.

Tamam, yani kırmızı işaretin olduğu bu yerde İsa var, geçiş noktasında oturuyor. Ve bu geçiş noktasını o bizler için meydana getirdi. O bizim karmalarımız, günahlarımızı kendi üzerine aldı. Hindular, herkesi aptal yerine koyan karma teorileri ile devam etmelerine gerek olmadığını anlamalılar. İsa’dan bahsetmelerine gerek yok, çünkü onların karma teorileri başarısız. İsa sahte bir guru olsaydı da veya onlar gerçek gurular da olsalar, eğer O günahlarımız için kendisini kurban ettiyse, o zaman bizler nasıl olur da, karmalarımızı oluşturabiliriz? Eğer ruh olursak, tüm karmalarımız uyanmış olan İsa tarafından emilecektir. Bu yüzden bütün bu karma teorisinin anlamı yoktur. Bütün bu fikirler uzaklaşmalı. Bütün bu düşünceler bizden uzaklaşmalıdır.

Ben bu şeylerden bahsettiğim zaman Hindular Beni “Sen bir Hıristiyansın” diyerek Beni suçluyorlar. Hıristiyanlarda “Sen bir Hindu’sun” diyorlar. Kimileri Benim bir Müslüman olduğumu söylerler, bazıları Benim için der ama “Ben neyim?” Sanırım Ben her şeyim. Çünkü Ben hepsinin bir olduğunu biliyorum, bir kişideki tek bir bedende, onların hepsi mevcutlar. Tek bir kişide, her insanda ve onları birbirinden ayırmanın bir faydası yok ve parçalanmanın getirdiği problemlerinden dolayı acı çekiyoruz. “Ben bir Hıristiyan’ım”, “Ben bir Müslüman’ım”, “Ben buyum”. Siz bir dinin mensubusunuz çünkü bunun içine doğdunuz. Ne elde ettiniz? Atalarınız ne elde ettiler? Bütün insanlarınız aynı şeyi yapıyorlardı. Sen bir Hindu’sun, Hindu gibi ritüeller yapıyorsun. Eğer bir Hıristiyan’san, bir Hıristiyan gibi ritüeller yapıyorsunuz, Eğer bir Müslüman’sanız, bir Müslüman aile gibi davranıyorsunuz.  Bunların hepsi saçmalık, asırlardır birlikte yapıyordunuz. Aydınlanma aldınız mı, ilk mesele bu. Gita’da bile, Onun söylediği ilk şey şudur, eğer Veda sayesinde, Vid kelimesi bilmek anlamına gelir ve Veda ise, ne ile bildiğindir. Eğer bu Veda’lar senin bilmeni sağlayamıyorsa, o zaman yararsızdırlar. Onlar kendileri bunu itiraf ettiler.

Burada İsa’yı görürüz, üç gücün, Mahakali, Mahalakshmi, Mahasaraswathi, O üç merkezin kapısında dikiliyor. İçimizde bulunan üç gücün hepsini kontrol eden Odur. Bir güç ile O, bizlerin bütün süper egolarını kontrol eder, O tüm iblisleri ve ruhları kontrol eder. Eğer haç gösterirseniz, şeytan kaçar. Bu yaygındır. Sağ tarafta O, egomuzu kontrol eder.  Buna rağmen en fazla ego merkezli olanlar Hıristiyanlardır. Her ne iddia ederlerse, aksini yaparlar. Ve sonra O, içimizde dharmayı kontrol eder, bununla O bizi spritüel olana yükseltir, ruhumuz olmaya doğru yükseltir. O içimizdeki bu merkezi kontrol eder. Ve bu merkez, gözlerinizin saflaştığı merkezdir. Arkadaki süper ego temizdir, egonuz emilmiştir ve gözlerinizden şefkatten başka bir şey akmaz. Sadece şefkat ve Tanrının sevgisi ve adanmışlarda  bir … vardır, başka bir şey değil.

İsa’yı tarif etmek için tek bir konuşma yeterli değildir, nede Shri Krishna’yı tarif etmek için bir konuşma yeterlidir. Ben beraberce saatler boyu, günler boyu konuştum ve bu konuşma çok zaman aldı çünkü Ben çok önemli olan bu iki merkezi ele aldım. Umarım belli bazı sözcüklere veya belli bazı fikirlere takılmayacak ve sadece gerçeği beyan edeceksiniz. Bu gerçektir. Ben sizi memnun etmek için değil, gerçeği söylemek için buraya geldim, egonuzu, egonuzu memnun etmek için veya süper egonuzu tahrik etmek için değil, sizi rahatlatmak için geldim. Sizleri kendi özünüz, ruhunuz yapmak için geldim.

Tanrı hepinizi kutsasın.

[Shri Mataji, bir seeker ile konuşuyor]: Çok fazla soru soruyordunuz. Gelip beni görseniz daha iyi. Tamam mı? Bu daha iyi olacak çünkü tatmin olmalısınız. Tamam mı? Sadece çok fazla soru da, neden? Sadece alın bunu. Her şeyden önce, aydınlanmanızı alın. Aydınlanmanızı alın. Advent kitabını okudunuz mu?

[Kozmik bilinç hakkında soru]

Kozmik nedir, bu kozmik değildir. Kozmik, sizin beş elementinizle bir şeyler yapmaktır. Biliyorum, sadece bir dakika. Anlatacağım, oturun.

Bakın, kozmik bilinç, siz madde ile ilgilendiğiniz zaman gelişen bir bilinçtir. Kozmik bilinç, sizin bilim bilginizle gösterilenin parçasıdır. Bu kozmostur. Ruhun kozmosla bir işi yoktur, bu anlamda madde, ışık için sadece bir lambadır. Işık ruhtur. Bu sözüm ona kozmik bilinç, aslında sağ kanaldaki aklın eylemi ile ulaşılan, bilinç üstü alandır. Bu eylemde, aydınlanmadan önce, meşgul bedenleri olan insanlar, hevesli insanlar, sağ kanalda bulunmakta olan insanlar tarafından size yardım edilir. Siz havada uçuyormuşsunuz gibi hissedersiniz, bedeninizin dışındasınız, bir ağacın üzerinde oturuyorsunuz, kimi insanlar böyledir. …. olduğu yerde, onlar bilirler. Bütün bu öneriler bilinç üstünden gelir. Bazen belli bazı yıldızlar hakkında bir şeyler bilmeye başlarsınız. Kolombiya’da bilinç üstü insanlar vardır, LSD kullanırlar ve bunun gibi bazı uyuşturucular vardır, eğer bunları kullanırsanız, bilinç üstü alana girersiniz. Şekiller ve renkler görmeye başlarsınız. Bunun da ötesinde şaşırtıcı şekilde bilinç ötesindedir. Hayret edersiniz. Ben onlar sordum. “Neden bunu alıyorsunuz?” Onlarda, “çünkü yaşlı yerliler bize bunun Hindistan’dan olabileceğini söylediler”, dediler.

Bu tür bir gelişmeye şimdi gerek yoktur. O zamanlar bitti. İnsanlar sağ kanalı bina etmek istedikleri zaman, bütün bu beş elementi kullanarak, prana kullanarak, Veda’ları ve bütün bu şeyleri kullanarak, sağ kanalda kendi bilgilerini yaratmaya çalıştılar. Şimdi sizler geliştiniz, egonuz gelişti, tamam. Gelişme zamanı, sizin ruh olmanızdır. Sizin yapmanız gerekmez, buna ihtiyacınız yok. Kozmik bilinç bilginizle, siz sadece ether’i keşfettiniz, yer çekimini keşfettiniz, pek çok şeyi keşfettiniz. Keşfetmiş olduğunuz bütün bu şeylerin Sahaja Yoga’ya faydası olacak. Bu, bu zaman içindi. Sizin bir sahne hazırlamanız gibi. Sahne için ışıkları koyarsınız, ses için, her şey için ayarlamaları yaparsınız ama sahnede olması gereken kişiler sizlersiniz.  İşiniz sahnede olmaktır. Sahnedeki düzenlemelerle ilgilenmenize gerek yoktur, hepsi yapıldı. Bunların hepsi bitti. Şimdi bu mikrofona bakın, o kadar basit bir şey ki. Bunun mikrofon olduğunu biliyorsunuz, bu manyetik emisyon içinde Ben sizlere spritüel güç yükleyebilirim. Size anlattığım gibi, ışığı taşıyan lambadır. Yani bu taşıyıcıdır. Ben onu bu şekilde buraya koyarsam, deyin ki Ben onu buraya koydum, o zaman Beni işittiğiniz şekilde, Beni duyabileceğinizi bilirim.