Shri Raja Lakshmi Puja

New Delhi (India)

Feedback
Share
Upload transcript or translation for this talk

Shri Rajalakshmi Puja, Nizamuddin İzci Alanı, Yeni Delhi (Hindistan), 4 Aralık 1994.

[Shri Mataji (Hintçe): üzgünüm, geciktim. Torunum biraz hastaydı ve onu iyileştirmek için arkada kaldım. Önce İngilizce ve sonra da Hintçe konuşacağım].

Bu gün Rajalakshmi’ye ibadet edeceğiz, bu krallara (Raja) hükmeden Tanrıça anlamına gelir. Politik sistemimizin çalışmasında temelde bir şeylerin yanlış gittiğini ve insanların adalet, tarafsız olma ve halk yararına çalışma hissiyatlarını neden kaybettiklerini anlamak, bu gün çok önemlidir.

Bu sadece Hindistan’da değil, bu sadece Japonya’da, İngiltere’de veya demokrasi olduğunu düşündüğümüz herhangi bir yerde de değil. En en önde gelen şey şu ki, bütün bu ülkeler, özgürlüklerini elde etmiş olanlar bile, azametli, kibirli ve çok güçlü oldukları varsayılan – Amerika gibi, Rusya gibi, Çin -İngiltere gibi ülkeler, diğerleri yapmaları gereken mal dağıtımında ne kadar ileri gittiklerini anlamadan bu ülkeleri takip etmeye başladılar.

Her durumda, İngiltere gibi bir ülkede monarşinin çalışma şekli şok edicidir, kesinlikle şok edicidir. Cromwell gibi bakanlarına geçmişte gösterdikleri davranış şekli, ilkel insanlar bir şeyleri yönetmeye çalışıyormuş gibi sanki. Ve krallar çok zalim, kraliçeler çok zalim, o kadar karaktersizler, o kadar sorumsuzlar ki. Krallar ve kraliçeler olacak karakterleri yok onların. Kişinin varlığında bulunan Rajalakshmi prensibine teslimiyetleri yoktu.

Sonra tabii ki, bu bağımsız bir hale geldi ve şimdi bile onların böylesine aptalca şeyler yaptıklarını görüyorum. Fransa’da bile, başkanın elinde bir para var, para peşinde koşuyorlar, orada burada biraz para. Her ülkede gerçekten de çok çok düşük seviyede olan ve halkın refahına bakmaya çalışan insanlar var. Aynı zamanda Samurayların ve Japonya’daki bütün bu insanların tarihini okursanız, şok olursunuz. Bu insanlar kendilerinin hadsiz olduklarını düşündüler, halkla ve onların davranış şekli ile onların bir bağları yoktu.

Sonra komünist ülkelere gidin, orada da benzer şeyler var. Orada da, iktidarda olanlar gerçekten de despotik hükümdarlar gibi oldular. Sonra diğer tarafta, Bay Hitler’imiz var, buraya gelen ve kendisinden başkasına değer vermeyen. İspanya, bildiğiniz gibi Franco tarafından mahvedildi. Herhangi bir karakteri olmayan, diğer insanlardan daha yüksek özelliklere sahip olmayan birisinin, bu insanların refahlarını nasıl koruyabileceklerini kimse anlayamaz. Bu imkânsızdır!

Söylemeliyim ki, ülkemizde büyük, çok büyük krallarımız oldu çünkü mirasımız büyüktür ve gerçekten de krallara hükmeden azizlerimiz oldu. Shiva’nin, kendisi büyük bir aziz olan bir gurusunun olması gibi, herkesin bir gurusu oldu. Janaka’nın bir gurusu oldu. Herkesin bir gurusu oldu. Shri Rama’nın bile bir gurusu oldu ama bu gurular, gerçek gurulardı. Onlar sahiden de, azizlerin sürdürdüğü yaşamı yaşamış insanlardı, onlar içerde ve dışarıda gerçek azizlerdi. Ve insanlarda spritüel bir geçmişi olan kralları kabul ettiler, onlar spritüel insanlara saygı gösterdiler. Yani, bu ülkedeki tüm gidişat bir zamana kadar, çok çok farklıydı.

İngilizler geldiği zaman onlara ne oldu bilemiyorum. Halkın çoğunluğu İngilizlerin yaşam şeklini sevmedi, tarzlarını, yöntemlerini takdir etmediler. Ama farklı devletlerdeki kral ve kraliçeler, İngilizlerin çok sofistike olduğunu düşündüler ve bizde İngiliz kültürüne sahip olmalıyız diye düşünmeye başladılar. Ve bu kraliçelerin pek çoğu, sigara içen, içki içen, modern olanlar, Bana bu düşüncenin ya İsveç’ten, yada İngiltere’den veya Avustralya’dan gelen mürebbiyeleri tarafından onlara öğretildiğini söylediler. Onlarda bu şeyleri kaptılar.

Tabii ki erkeklerde bizim çok geri kalmış olduğumuzu düşündüler, bakın, onların bu insanlara aktardığı kanı, işte bu, “sizler çok geri kalmış insanlarsınız, nasıl sigara içileceğini bilmiyorsunuz, nasıl içki içileceğini bilmiyorsunuz, kadın erkek birlikte yapılan balo danslarınız yok”, şudur, budur. Ordumuz bile bununla bozuldu. Orduda hala tüm İngiliz uygulamaları devam ediyor. Bunu ne zaman durduracaklarını bilmiyorum. Ülkemiz hakkında hiç bir şey bilmiyorlar. Onlar İngiltere’yi bilirler ve İngiltere hakkında onlara ne sorarsanız sorun, bileceklerdir. Bütün eğitim sistemi bize tamamen İngilizceden geldi ama Hintli yaşamından değil de, hepsi İngiltere ve Batı yaşamı hakkındadır. Hintli olan şeyleri hiç kimse umursamadı bile, bakın. Tıpta bile aynı şey oldu. Hiç kimse vaidya’yı (ayurveda) veya hiç bir şeyi dinlemek istemedi. Onlar, “bu kişiler işe yaramaz ilkel insanlar, geri kalmışlar” diye düşündüler. Dolayısıyla, söylemeliyim ki, politikada da gerçekten spritüel olarak yönetilen bir ülke bile, bu şekilde aşağıya doğru gitti.

Bu ülkede bağımsızlıktan önce, hatırlıyorum, İngilizlerle savaşmalıydık ve insanlarda o zamanlar nasıl bir vatanseverlik vardı. Hatırlıyorum, bir keresinde bir hokey maçını izlemeye gitmiştik ve babamda her zaman bir ulusal bayrak olurdu, o zamanlar bu ulusal bayrak değildi, arabadaki kongrenin bayrağı idi. Bu nedenle askerler geldiler ve “bu bayrağı indirin” dediler. Şoförüm aşağıya indi ve “önce boğazımı kesin, sonra bayrağı indirin” dedi. Bizde, bütün çocuklar ona katıldık, şok oldular ve geri döndüler.

Biz bu insanlarla savaşırken, o zamanlar öyle bir coşku, öyle bir vatanseverlik vardı ki, ama onlar bizi böldüler ve bizim için problem yarattılar. (İngilizler Hindistan’dan çekilirken, Müslüman liderlerle gizli görüşmeler yaparak, Cinnah’a destek oldular ve ülkenin Pakistan (+bu günkü Bangladesh) ve Hindistan olarak bölünmesini sağladılar. Bu durumun İngiltere’nin çıkarlarına daha uygun olduğunu düşündüler) ve biliyorsunuz, önceleri biz özgürlüğümüzün bütün meyvelerinin keyfini çıkarabilirdik, savaşıyorduk, bölünmüştük. Bunu için kimi suçlamalı bilenmiyorum. Eğer bu bölünmeyi biz kabul etmeseydik, problem olmayacaktı ama onlar bunu kabul ettiler.

Şimdi, bu zavallı Bangladeşliler o kadar, o kadar, o kadar fakirler ki. Eğer Hindistan ile birlikte olsalardı, daha iyi durumda olabilirlerdi. Ve Pakistan nedir? Sadece boş bir yer, biliyorsunuz, endüstri yok, hiç bir şey yok. İşte bu yüzden hepsi sürekli olarak Keşmir, Keşmir diye konuşuyorlar. Ülkelerinde insanlarının savaşmasından başka bir şeyleri yok, şudur, budur ama büyüme yok. Onlar sadece Hindistan’ı kestiler.

(Bilgi: 1947’de Pakistan ve Hindistan, İngiltere’den bağımsızlıklarını elde ettiklerinde, Keşmir halkı yapılan mutabakata göre uygulanan seçim haklarını Müslüman Pakistan’dan yana kullandı. Fakat, Hindistan alt kıtasındaki diğer Müslüman bölgelerinde olduğu gibi, Pakistan’a katılması gereken Keşmir’in o zaman ki yöneticisi Mihrace Hari Singh’in ülkeyi para karşılığı Hindistan’a verip, İngiltere’ye kaçmasıyla bu gerçekleşmedi. 1947 yılının Ekim ayında Pakistan’a bağlı güçlerin Keşmir’in bir bölümünü Srinagar’a kadar işgal etmesi üzerine, Hint Birlikleri de Hindistan işgali altındaki Keşmir’in bugünkü yazlık başkenti olan Srinagar’ı ele geçirdiler ve bir kontrol hattı şeklinde bugünkü sınır ortaya çıktı. Böylece Keşmir Bölgesi, Pakistan’ın elinde bulunan ve Keşmir’in yaklaşık yüzde otuzunu oluşturan Azad Keşmir (Özgür Keşmir) ve geriye kalan kısmı işgal etmiş olan Hindistan kontrolünde bulunan Keşmir Vadisi, Jamnu ve Ladakh bölgeleri şeklinde ikiye bölündü.)

Şimdi burada, bu olaydan sonra, biliyorsunuz, her hangi bir savaş, bunun gibi her türden kriz, insanların değerler sistemini derhal değiştirir. Batıda değil, orada değerler sistemi yoktu, yoktu ama savaş onları Hindistan’da da aynı şekilde tamamen değiştirdi. Politikacılar, kavgalarda hayatlarını kaybedenler ya da iyi bir şey için destek olmuş olanlar, ideal kişiler sayılmadılar. Ve insanlar U dönüşü yaptılar, kesinlikle bir U dönüşü ve bu insanlar ben-merkezli oldular, sadece kendi kişisel şeyleri için, kendi aileleri için veya belki de para sahibi olmakla ilgili ve buradan İsviçre’ye para transfer etmekle ilgili kaygı duydular.

Demek istediğim bir şeyler, demek istediğim, Ben hayatım boyunca mücadele eden, özgürlük için mücadele eden insanlarla yaşadığımı söylüyorum. Demek istediğim, onlar bu şeyleri düşünmezlerdi bile. Babamı biliyorum, annemi biliyorum, onların arkadaşlarını biliyorum, ailemizde olan, gelen pek çok insanı biliyorum, bir sürü Sih ve bir sürü başka insan, Müslümanlar bile. Hiç para almayı düşünmediler, demek istediğim bu çok düşük seviye bir şey olarak addedilirdi. Ne için alacaksınız? Ne gerek var? Ne istediğine dair kalbinde tatmin olmuşsan, sen elde ettin, özgürlüğünü elde ettin, bitti şimdi.

Ama nasılda kesinlikle en dipte olan bu insanlar, ülke için hiç bir şey yapmamış olanlar, ülke için hiç bir şey feda etmemiş olanlar üste çıktılar ve bütün iyi insanlar aşağıya gittiler. Eğer Shivaji veya Rana Pratap (1500 lerde yaşamış olan bu günkü Rajastan bölgesinde bulunan Mewar’ın krallığının 13. Kralı) veya onlardan birini, Shalivahana (Eski Hindistan’ın efsanevi imparatoru, bu günkü Pratishtan bölgesinde), herhangi birisini, onların Shakti’ye nasıl ibadet ettiklerine şaşarsınız. Bütün Kshatriya’lar (Savaşçılar kastı), Shakti’ye ibadet ederlerdi ve bir noktaya kadar ilerler ve ötesine geçmezlerdi. Bir noktaya kadar dharma oradaydı. Bu tarihi Ben size tekrarlayamam ama süptil şekilde, kişi bu bölünme sırasında insanların aniden tutumlarını değiştirdiğini düşünüyor, ya da çok düşük seviyeli olanların ortaya çıktığını söylemeliyim. Hatırlıyorum, o zamanlar buradaydım, bölünme zamanında ve evlenmiştim, üç kişi Bana geldi. Dışarıda bahçede oturuyordum ve hamile olduğum için çocuğuma bir şeyler örüyordum.

Yani, onlar gelip Bana baktılar ve “bize evinizde bir oda verebilir misiniz?” dediler. Bende, “Neden olmasın, odamız var. Bu babamın eviydi ve çok büyüktü. Size oda veririm” dedim. Onlarda, “bir iki aylığına bir odaya ihtiyacımız var, bizler mülteciyiz” dediler. Ben de, “tamam, odanın bir dış kapısı var, bizi rahatsız etmenize de gerek yok ve odaya bitişik mutfak ve bir banyo da var. Ne isterseniz yapabilirsiniz” dedim. Ben sadece onlara sundum. Akşamüstü erkek kardeşim geldi, ağabeyim ve kocam, ikisi arkadaştılar ve abim Bana bağırmaya başladı. Bu insanlar da diğer odadaydılar. “Böyle insanların koruyarak ne yapmak istiyorsun? Kim onlar? Ne yapacaklar? şudur, budur” diye bağırıyordu. Ben de, “Ne yapsınlar?” dedim. Ağabeyim, “benden bir şeyler çalabilirler” dedi. “Bu evde çalınacak ne var? Onlar mülteci, bana iyi insanlar gibi geldiler. Vibrasyonları nedeni ile Ben onları onaylıyorum, onlar iyiler” dedim. “Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır, onları evden atmak daha iyi olur” dediler.

Bende, “hele bakın şunlara (kocama ve abime), bu insanlarla konuşmadan, onları tanımadan, aniden onların sokağa atılmasını istiyorsun, çünkü onlar mülteci” dedim.

Sonrasında, yeni bir dalganın bu ülkede başladığını hissettim, eğer parası yoksa o kişiye saygı duyulmayacak, eğer parası yoksa ona güvenilmez. Aslında durum bunun tam tersidir parası olanlara asla güvenmemeniz daha iyidir. Ve bu ülkede parası olmayanlar, parası olanlara, yani pratikte sizi tamamen aldatanlara kıyasla çok daha dürüst insanlardır.

Yani bu olay, bu şekilde oldu ve Ben, “hayır, burada kalacaklar” dedim ve ayağımı yere bastım. “Bu evi Bana babam verdi ve onlar burada kalacaklar” dedim. Zavallı şeyler, çok mahcup bir şekilde bir ay evde kaldılar. Onlar oradayken, pek çok Sih, o zamanlar bu büyük bir organizasyondu- Sihler ve RSS birdiler (RSS, Rashtriya Swayamsevak Sangh, Ulusal Vatanseverler Organizasyonu, Hindistan’ın Hindu bir ulus olması ve Hindu kültürünün yayılması için 1925 yılında kurulmuş milliyetçi bir örgüt) ve onlar evime gelip Bana, “sizin evde kalan bir Müslüman olduğunu duyduk” dediler. Bir Müslüman vardı ve onlar bu Müslüman’ı öldüreceklerdi.

Ben onlara, “size burada bir Müslüman olduğunu düşündüren nedir?” dedim. “Bizde raporlar var” dediler. Bende, “yanlış, bu evde Müslüman yok”, dedim. Yalan söyledim. Bunun üzerine onlar Bana, “sana nasıl inanalım” dediler. “Bende (anlımda) bir bindi var. Ben Hindu bir bayanım. Evimde nasıl bir Müslüman’ı tutarım. Hepimiz onlardan korkuyoruz ve böyle birisi yok” dedim. Öyle veya böyle Bana inandılar. Tam bir yalan söyledim ama Bana inandılar. Bir sürü kanlı kılıç getirmişlerdi ama Ben korkmadım ve çok kararlı bir şekilde onlarla konuştum. Benim yerimde herhangi birisi olsaydı, “tamam, tamam burada birisi var, onu alabilirsiniz” derdi.

Sonra, orada mülteci olarak bulunan bu üç kişi evimden ayrıldılar ve onlardan birisi çok ünlü bir aktris, diğeri çok ünlü bir şair ve öbürü de çok, çok ünlü bir yazar şimdi. Bu böyle oldu ve onlar (bir yardım kuruluşu) gençlerle ilgili bir film yapmak istediler ve Bende onun başkanıydım, yani başkan yardımcısıydım ve onlar bu aktrisi davet etmek istediler. Ben onlara “aktrise Benim adımı söylemeyin” dedim. Çünkü Ben onunla irtibatı tamamen kaybettim. Sadec,e her nerede olurlarsa olsunlar, bırakın gitsinler, bırakın olsun, dedim. Hiçbir şey, hiçbir şey sormadım ya da hiçbir şey yapmadım.”Onlara Benim adımı vermeyin” dedim. Onlarda “Neden?” dediler. Bende, “bazı nedenlerden dolayı ona ismimi söylemeyin sadece, aksi takdirde evet demeye mecbur kalacak, ki Ben bunu istemiyorum” dedim.

Aktrise gittikleri ve ondan filmde oynamasını istedikleri zaman, “bir sari almalıyım, bir chappal (terlik) almalıyım, ona uyan bir el çantası almalıyım, şunu da almalıyım, bütün bunları siz ödemelisiniz, ilaveten bana yüksek miktarda bir para ödemelisiniz” dedi. Onlarda kendisine, “bizimkisi bir hayır kurumu” dediler. Bayan, “her neyseniz” dedi. Bende, “tamam, ne isterse ona verin” dedim.

Sonra Ben açılış törenine gittim ve aktris Beni gördü, kendisini tutamadı, gözyaşları dökülmeye başladı. Geldi ve ayaklarıma kapandı. “Bunca zaman sonra, siz nasıl buradasınız?” dedi. Oradakiler, “bu filmi yapan kendisi” dediler. “Ne? Bu filmi O mu yapıyor, neden bana söylemediniz? Aman Tanrım, amanTanrım”. Kendisine hâkim olamadı, ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor, ağlıyordu. Ben, “tamam, şimdi” dedim. Oradakiler, “Parayı benden alın. Bu filmin yapımına dair tüm masraflarını ben ödeyeceğim. Siz bu hanımı bilmiyorsunuz. Benim için neler yaptı O, Onun yaptığını kimse yapmazdı” dedi. “O bize hiç bir şey anlatmadı, nasıl bilebiliriz ki?” dediler.

Öyle değişti ki, derhal kocasına telefon etti, bu büyük şaire, hepsi koşarak geldiler ve hepsi .. ama küçük iyi bir yönetim jesti, orası Babam tarafından Bana verilen, Benim evimdi. O zamanlar, tabii ki kocam ve ağabeyim insanlara nasıl güveneceklerini bilmiyorlardı ama Ben mültecilere güvendim, tamamen güvendim. Onlar Bana, “senin boğazını kesecekler” diyorlardı. Ve hissettiğim en korkunç şeyde şuydu, mülteciler paraları olmadığı için korkuyorlardı. Bu sonun başlangıcıdır, sanırım. Ülkemizde para için mücadele bundan sonra başladı.

Para olmadan, insanlar çok fazla acı çekmeye başladılar. Fakir insanlar aldırmazlar çünkü onlar buna alışkındırlar. Ne kadar paraları varsa, onu yerler ve uyurlar. Bugün olduğu kadar çok sayıda, çok fazla fakir insan da yoktu, ama hiç şüphesiz onlar yoksul insanlar. Ama o an anladığım şey şu ki, herhangi bir pozisyonu veya gücü olan veya herhangi bir şeyi olanlar, kelimenin tam anlamı ile herkesten korkarlar. Bu bizim çöküşümüzün başlangıcıdır, bizler korkuyoruz. Sorumlu olanlar, koltuğumu kaybedebilirim veya paramı kaybedebilirim, gücümü kaybedebilirim diye korktular. Bu korku onları tamamen delirmiş bir halde tuttu. Varsayalım parasız kaldım, ne yani? Ne olur ki?

Bütün bu düşünceler, bölünmeden sonra ortaya çıkmaya başladı. Bunun her yerde olduğunu hissettim. Size çocukluğumu anlatırken, babam evi asla kilitlemezdi, çok büyük bir evdi ve o asla kilit kullanmazdı. Bizim çok güzel bir gramofonumuz vardı, bütün bu boynuz gibi bir şeyi ile. Bir gün bir hırsız geldi ve onu çaldı. Ertesi gün fark ettik ve babam dedi ki, “zavallı şey, galiba hırsız müziğe düşkündü, bu yüzden aldı onu, önemi yok, ama plakları almamış, şimdi neyi kullanacak, plaklarının olması lazım”. Bunun üzerine annem ona takılmaya başladı, “tamam şimdi reklamını yap, gramofonumuz çalan kişinin gelip plakları da alması lazım, plaklar müsait şimdi”. (Gülüşmeler) Bu çok doğal bilirsiniz. O bunu hissetti, sonuçta bizim paramız var, bu adamın ise parası yok ve adam müzik dinlemek istedi. Yani babam, “tamam” dedi. Bir taraftan da babam ceza avukatıydı, yasayı çok iyi bilirdi, salak bir enayi değildi ama bu adamın, plakları olmadan sadece gramofonu almasını anlayamadı. “Bulamamış olmalı, bakın plaklar ve her şey burada tutuluyordu” dedi. Annem de, “reklam yapsan daha iyi olur” dedi. Babam aynı zamanda bir politikacıydı. Yani o zaman, politikacılar arasındaki hissiyat, bizim sahip olduklarımıza sahip olmayan bu insanların standartlarını nasıl yükselteceğimizdi.

Parası olan bütün o insanlar cömertçe pek çok şey bağışladılar. Demek istiyorum ki, Benim bulunduğum yerde Rahbahadur Lakshminarayan vardı ve o bütün parasını bağışladı, her şeyini büyük bir üniversiteye bağışladı. O günlerde olan şeylerin pek çoğu, hayırsever insanlar tarafından yapıldı. Demek istiyorum ki, onlar bu kadar çok paraya bizim çocuklarımız sahip olmalı diye asla düşünmediler, crone’larca (on milyon yani yüz lakh rupi / 1 lakh=yüzbin) , crone’larca, crone’larca parayı. Onlar asla böyle düşünmediler. Sınırlı paraları ne kadarsa, bağışlamak ve başkaları için iyi bir şeyler yapmak istediler.

Yani ne zaman ki Rajalakshmi, Lakshmi insanların iyiliği ile ilgilenmekten sorumlu olandır, O harekete geçtiği zaman, insanlar sahip olduklarını düşünürler, hatta düşünmezler bile, bunu yaparlar, otomatikman yaparlar, onlar hayır yapmak için oradadırlar. Onların kendilerinin söylemesi gerekmez, bu onların bunu sadece kendi işleri olarak hissetmeleridir, bu onların yapmaları gereken şeydir, insanlarla ilgilenmektir, o insanlar daha iyi yaşam seviyelerine getirilmelidirler. İşte onların düşündüğü şey budur, partili bir politikacı gibi düşünmezler, kim yaklaşıyor, kimi öldürmeli, bu tür bir şey değil.

Politik tarafı yöneten Tanrıça Lakshmi’nin etkisi altında, diyebiliriz ki, krallıklar ve bütün bu şeyler için – ilk şey cömertliktir, ilk şey cömertliktir.

Mesela, Mahavira meditasyon yapıyordu ve dışarı çıkarken, Onun giysisi – Onun bedenini saran bir giysisi vardı, dhoti (erkek Hindular tarafından giyilen, bel etrafına dolanan ve bacakların çoğunu kaplayacak şekilde uzanan tek parça kumaştan oluşan bir giysi) ve kendisini örtmüştü. Üst tarafındaki giysi çalılara takıldı ve bu yüzden de O bu giysiye kesip attı ve dışarıya yarım kıyafetle çıktı – Onun sarayında oldu bu. Bunun üzerine Shri Krishna Onu denemek istedi. Ona, “bak bende giysi yok, çıplağım” dedi. Shri Krishna Onun karşısına bir dilenci gibi çıktı. “Sende bu var, neden bu giysiyi bana vermiyorsun. Sen sarayına gidebilir ve elbiseni giyebilirsin” dedi. Mahavira da, “tamam” dedi. Üzerindekini çıkardı ve ona verdi. Mahavira biraz yaprak ve onun gibi şeyler aldı, kendisini örttü ve sarayına gidip giyindi. Ama şimdi bu Jainler, (Mahavira tarafından kurulmuş olan din, Jain kelime olarak tutkularını fetheden, tutkularının hakkından gelen anlamına gelir) bilirsiniz, Onu tamamen aşağılayarak, Mahavira’nın her tür saçma sapan özel yerlerini detayları ile gösteren çok büyük bir heykelini yaptılar. Tanrıça’ya tapınmadığınız şey budur.

Tanrıça, Shri Shobha’dır. (Görkem, Güzellik) O sizi dekore edendir. O bir annedir. O sizi süslerle dekore eder. O sizi güzel kıyafetlerle süsler. O sizin annenizdir. O bunu yapar!

Raja Janaka gibi, O bir kraldı ve bu yüzden de O ziynet eşyaları takmalıdır. Güzel giysiler giymeliydi. Her şeyi yapmalıydı. Nachiketa (Nachiketa, Aziz Vajashrava’nın oğluydu. Ruhun ve Brahman’ın doğası hakkındaki eski bir Hint hikâyesinin çocuk kahramanıdır), Kral Janaka’nın yanına gittiği zaman oldukça şaşırmıştı, gurum beni neden şunu, bunu, her tür kıyafeti giyen bu krala gönderdi ki diye düşündü ve orada büyük bir danslı toplantıda vardı. “Janaka bir aziz değil, öyleyse gurum neden Onun ayaklarına dokunuyor? O bir kral” dedi. Tabii ki Kral Janaka onun ne düşündüğünü biliyordu. “Sen neden buraya geldin Nachiketa” dedi. O da, “aydınlanmamı almak için buradayım” dedi. Kral Janaka, “bütün krallığımı alabilirsin ama sana aydınlanma vermek kolay değil” dedi. Nachiketa, “tamam, siz ne söylerseniz yapacağım” dedi. Bunun üzerine Kral Janaka onun başının üzerine büyük bir kılıç astı ve ondan uyumasını istedi. Nachiketa hiç bir şekilde uyuyamadı. Daha sonra ikisi banyo yapıyorlardı, Kral Janaka ona, “gel, nehirde yıkanalım” dedi. Onlar nehirdeyken, insanlar geldi ve bir yangın çıktığını ve herkesin kaçtığını söylediler. Raja Janaka meditasyon modundaydı ve sadece sessiz bir şekilde oturuyordu. Nachiketa biraz üzüldü ve biraz sonra insanlar, “yangın buraya doğru geliyor ve bütün bu kıyafetler yanacak” dediler. Bunun üzerine Nachiketa eşyalarını kurtarmak için koştu ama Raja Janaka hala meditasyon yapıyordu.

Sonra nehirden çıktılar ve Nachiketa orada yanan hiç bir şey olmadığını gördü. Bu sadece insanlar için bir illüzyondu. Şaşırmıştı. O zaman kendisinde neyin yanlış olduğunu anladı, Tanrısal gücün kendisinden şüphe ediyordu. Janaka olan kişi, kral olan, kendi güçlerine aldırış etmemişti, nedir ki bunlar? Çünkü o, bu gündür, bu senin yapman gerekendir. Ben evli olduğum için bir mangalsutra (evli kadınların taktığı siyah taşlı altın vb. şeyden yapılmış bir kolye) takmalıyım. Yani bu parampara içindir (bir bilginin, bir gurudan diğerine aktarılması), geleneksel tarz içindir, ama içinde O bir azizdi, çok yüksek, azizliğin çok yüksek bir seviyesindeydi.

Bu şey olduğunda siz bir pozisyon alırsınız, her hangi bir güç, Sahaja Yogada bile, Ben şaşırmıştım. Eğer birileri lider olurlarsa, o kişiye ne olduğunu bilemiyorum. Bu bir efsanedir. Sahaja Yoga’da liderlik gibi bir şey yoktur, böyle bir şey yok. Bu sadece bir mit ama insanlar buna atlarlar. Şımaran şey egodur.

Ama eğer Rajalaksmiye ibadet ederseniz, bu ego kolaylıkla yönetilebilir. O size denge verendir. İlk olarak O bir file biner. Bir hanımın, bir filin üzerine tırmanması kolay değildir. Ben yaptım ve kolay değil bu. Korkusuzca. Ve O dengeli bir tavır içinde dümdüz oturur ve Onun kutsamaları muazzamdır. Kişinin aldığı ilk kutsama, asaletin sizin içinize emilmesidir. Bir kralın asaleti, bir kraliçenin asaleti. Siz bir kraliçesiniz bu yüzden de sokak kadını gibi davranamazsınız. Onun kutsamaları ile her şeyden önce, asalet kazanırsınız. Bu asalet sevgi doludur, başkaları için duyulan sevgidir. Bu karakter, sevgiden ve başkalarının hayrından başka bir şey yaymaz, başka hiç bir şey yaymaz. Her nereye bakarsa, her bakışında O insanları kutsar. Hiç bir şey beklemez. O bir kraliçedir, siz bir kraliçeye ne verebilirsiniz ki? O her şekilde, her şeyin en tepesinde olandır, siz ona ne verebilirsiniz? Bunlar, bütün bu politikacılar ve bütün bu ülkelerdeki tüm bu sözüm ona başkanlarının hepsi dilencilerdir. Sürekli olarak etrafta dolaşan dilenciler gibi, bana bunu ver, bana bunu ver derler! Onlar yönetebilecek insanlar değiller. Hep bir şeylerin peşinde koşuyorlar.

Bu yüzden bu ilk şey işarettir, böyle bir kişinin insanları kutsayan, onların hayrını düşünen, yanınına gelen her bir insana önem veren bir şahsiyeti vardır onun. Bu Tanrıça’nın kutsamasıdır. Sonra Tanrıça’nın ikinci kutsamas ise, sizin çok asil ama aynı zamanda nüktedan ve başka insanların neyi sevdiklerini anlayan türde bir davranış şekli geliştirmenizdir.

At üzerinden giderken, bir ayyaşla karşılaşan kralın öyküsü vardır. Yani siz, bizim ayyaşımızın politikacılarımıza benzetilebileceğini söyleyebilirsiniz. Ayyaş durdu ve krala dedi ki, “ben senin atını satın almak istiyorum”. İnsanlar da ona, “sen onun kim olduğunu biliyor musun?” dediler. O da, “evet, onun bir kral olduğunu biliyorum. Tamam, ne var yani bunda? Ben bu atı satın almak istiyorum” dedi. Kral, “tamam, bu gün değil ama yarın, atı sana satacağız” dedi. Bunun üzerine ayyaş gitti. Ertesi gün onu çağırdılar. Ellerini kavuşturmuş, yere doğru eğilmiş halde geldi. Karl dedi ki, “ne, benim atımı alacak olan sendin, sana ne oldu? Atı sana satmak istiyorum” dedi. Ayyaş, “efendim, atı satın almak isteyen kişi öldü. Ben sıradan birisiyim” dedi. Kralın öyle bir şahsiyet, öyle sarsılmaz bir kişilik olduğunu söylemeliyim, herhangi bir kişi öfkelenebilirdi, “dövün bu adamı, atın gitsin. Benimle böyle konuşuyor, böyle davranıyor” diyebilirdi. Kralın söylediği şey olağanüstü. Çünkü kral adamın sarhoş olduğunu biliyordu, onun kendinde olmadığını, bu yüzden böyle konuştuğunu biliyordu. Ona kızmadı, “tamam, yarın gel, atı sana satacağım” dedi. Bu ancak siz kendinizde bu Rajalakshmi’ye sahipseniz mümkündür, aksi takdirde asla böyle davranmazdınız.

Peki ya bugün herhangi bir yerdeki politikacılara ne demeli? İnsanları vururlar bile, onlar insanları öldürürler, onları tutuklarlar, onları sıkıntıya sokarlar, demek istiyorum ki, her tür şeyi yapıyorlar. Böyle insanların hiç kimseye suçlu deme hakkı yoktur ama biz bunu kabul ederiz. Hintçe de söylediğimiz gibi, “Aaj kal ka zamana hai aisa.” (Bu günün dünyasında olduğu gibi) Bunu kabul ederiz – böyle olan bu insanlar bizim yöneticilerimiz.

Sonra, Rajalakshmi dharma’da ısrar edendir. O dharmaya bağlı kalır. Eğer adharmi varsa, o zaman bu kişiyi kutsamaz. Adharmi ortadan kaldırılacaktır fakat eğer o adam böyle değilse, o zaman bu kişiyi kurtarmak için her yere gidecektir. Ama o, bu kişiyi adharmik bulursa da, bu durumda bunu yapmayacaktır. Onun kime karşı kibar davranacağı ve kime ceza vereceğine dair, o kişinin sahip olması gereken ilahi bir takdirdir bu. Bu ilahi takdir orada olmalıdır, size bir şeyler öğreterek, bir şeyler yaparak, aksi takdirde siz etrafınızda bulunan on kişinin ellerinde oyuncak olursunuz.

Bir gün, annenin yeri Nandgaon’daydım ve Yogimize çok baskı yapan bir beyefendi vardı. Ben sessizce durdum sadece orada. Kendisi büyük bir politikacıydı ve Bana dedi ki, “Biz böyle yapmalıyız, şöyle yapmalıyız”. Bende “tamam, tamam, tamam” dedim. Sonra üniversiteden üç, dört kişi Benimle konuşmaya geldiler, “Anne, o bir politikacı, çok dikkatli ol. O çok kötü bir adamdır, ona dikkat et” dediler. Bende, “onun hakkında siz ne biliyorsunuz?” dedim. Onlarda Bana, “o bir politikacı” dediler. Bende onlara, “pek çok politikacı var” dedim. “Ama o, iyi bir adam değil” dediler. Bende, “ne demek istiyorsunuz?” dedim. “Şimdi oturun, size anlatacağım. Bu adam bir Brahmin’in karısı ile kaçtı. Kendisi bir Brahmin değil ve kadının doğurduğu bu çocuk, bu adamdan ve onun insanları ne kadar çok kandırdığını, her şeyi biliyorum” dedim. Şok oldular. “Anne, siz biliyor musunuz?” “Tabii ki, Ben her şeyi biliyorum” dedim. Onlar da, “o zaman onun neden yanınıza gelmesine izin veriyorsunuz” dediler. “Onun Bana yakın olduğunu mu düşünüyorsunuz?” dedim. “Tamamen yanılıyorsunuz ama onun Bana gelmesi hoş çünkü o insanları çok fazla rahatsız ediyor ve Ben onu düzelteceğim”.

Kimi insanlar bu kişinin bizim elde ettiğimiz büyük bir başarı olduğunu düşünürken, bazıları da o kişinin ne olduğunu bilmeden, bu adama dikkat et demek için Bana geldiler. Bu tür bir ilahi değerlendirme yeteneği olmalıdır. Eğer bir kral bu yeteneğe sahip değilse, iyi olanı cezalandırabilir ve kötü insanlara yardım edebilir. Ama siz ben-merkezli olduğunuzda, bu Tanrısal ayırt ediş kaybolur. Esas nokta budur, orada olması gereken güçlere için tam bir bağımsızlık hali. Tam bir bağımsızlık.

Neden Rajalakshmi her hangi bir şeye önem versin ki? O bundan ne elde eder? Ama şimdi bu, bu ve şu diye birisini pohpohlayacak bazı insanlar vardır ve o zaman da onlar, “oh, bizler dünyanın en tepesindeyiz” gibi hissederler. Onlar sadece şişirirler, şişirirler, bir politikacının egosunu şişirirler ve oda kendisinin çok büyük bir adam olduğunu düşünür ve sonra, seçimlerde neden yerlerde süründüğünü anlamaz.

Bu yüzden, bu kendi asaletinizle, kendi öz bilginizle, siz ne olduğunuzu biliyorsunuz. Bana her ne anlatırsanız anlatın, her ne söylerseniz söyleyin, Ben dinlerim, “tamam, tamam” derim ama anlatılan hiç bir şeyi büyük bir şeymiş gibi kabul etmem. Çünkü eğer Ben buysam, büyütülecek ne var?

Şimdi, diyelim ki, bu buradaki bir lamba. Yani o büyük müdür yoksa değil midir? Bu bir lambadır. Bu yüzden de eğer Ben Adi Shakti isem, ne var yani? Eğer bir kralsanız, bir kralsınızdır, ne var yani? Demek istiyorum ki, eğer bir sahtekârsanız, o zaman egonuzu hissedebilirsiniz. Ama eğer gerçekten de bir kralsanız, o zamanda bunu hissetmeyeceksinizdir. Eğer Tanrıça’nın etkisi altındaysanız, o zaman olan tek şey sizin neşe duymanızdır. Gerisi hiç bir şey değildir. Elmaslarınız olsa da, gümüşünüz olsa da veya herhangi bir şeyiniz olsa da, hiç bir şekilde bir fark yaratmaz.

Şimdi kişi, insanların eski yazıtları nasıl yanlış kullandığını görmelidir, Rajalakshmi bir filin üzerinde oturuyor, tamam, yani bu durumda hepsinin çok büyük arabalara sahip olmaları gerek. O bir filin üzerinde oturuyor çünkü en yüksek hayvan fildir. Çok şefkatlidir, çok affedicidir ve inanılmaz bir hafızaya sahiptir. İşte bu yüzden O bir filin üzerinde oturuyor. O, show yapmak için orada oturmuyor, etrafı görmek için orada oturuyor. Olan şey avalokan’dır (gözlemek, bakmak). O etrafta ne olduğunu görebilir, bu yüksek bir yerde olmaktır. İşte bu yüzden de, bir kral daha yüksek bir kaide üzerine oturtulur ama bunda amaç gösteriş yapmak değildir. Bunun amacı şudur, bu konumdan kral başkalarını daha iyi görebilir, başkalarına karşı dikkatli olabilir.

Eğer bir kişi yüksek bir pozisyon elde ederse, onlar kendilerinin bu pozisyonun sahibi olduğunu düşünürler. Bunların hepsi, beyin alt üst olduğu için akıllarına gelir sanırım. Bu mantıken nasıl olabilir? Şimdi, eğer siz bu verilen taht iseniz, tamam, bu sayede taht vasıtası ile, Ben bunun üzerinde oturabilirim ama bu taht, Bana hiç bir şey veremez, bu tahta Ben bir şeyler verebilirim. Kral onların üzerinde oturduğu için, bütün bu şeyleri yapmaya mecbur olduğunu düşünmelidir çünkü o bir kraldır. Bunun aksine o kişi bütün bu şeylerin, kendisinde bir şeyler eksik olduğu için veya her neyse, bu şeylerin bu nedenle önemli olduğunu düşünür. İşte bu yüzden de, onlar Raj yapmaya geldiklerinde, kesinlikle işe yaramaz şeyleri toplamaya başlarlar, evlerini, konutlarını işe yaramayan her şeyle tıka basa doldururlar.

Bütün asaletleri, her şey, bunların kendisi, onların üzerinde bir dekorasyondur ve onların kral olduklarını göstermek içindir. Şüphesiz ki onlara bir taç verilmiştir, onlara büyük bir madalyon verilmiştir, kral oldukları için burada bir şeyler giymeliler ama aslında bunlar onun dekorasyonu değildir, bu şeyler bir kral tarafından süslenmişlerdir.

Örneğin, sokaktan düşük seviyeli bir adamı alıp, yarı aç birini, bir dilenciyi, deyin ki, örneğin, bu ziynetleri ve bir kralın kıyafetlerini onun üzerine geçirin. Onu sahneye çıkartın, herkes gülmeye başlayabilir. Hiç kimse, hiç bir şekilde onun bir kral olduğunu düşünmeyecektir çünkü onda bu asalet yoktur, bu surat yoktur, bu beden yoktur, onda bu akıl yoktur, onda bu bilgelik yoktur. Bu durumda o nasıl kral olur ki? Bunun gibi, ayakkabılarını incilerle kaplamaya çalışan bir kral vardı ama o kadar salak görünüyordu ki, bilirsiniz, Ben incileri gördüğüm zaman, “bu şekilde düşünebilecek olan tek kişi sanırım bu adamdır” dedim. Seyretmek için çok aptaldı ve bu incilerin kendisinin ayakkabılarının üzerine konduğundan pek emindi.

Yani bu günlerde, bütün bu aptal insanların yaptığı pek çok şey var böyle. Büyük karikatürler var ve kendiniz için, sizler onların nasıl bir aptallık yaşadıklarını görebilirsiniz. Benim için bu o kadar farklı ki, size söyleyeyim, öyle farklı ki. Onlara göre bütün bu şeyler çok önemlidir, buna sahip değillerse satın alıp kenara koyacaklardır. Programımıza, yani akşam yemeğimize garlandla gelen bir beyefendi biliyorum. Ben ona, “neden garland taşıyorsunuz” diye sordum. “Bakın, sonunda bana bir garland taktılar, bu yüzden de ben garlandı muhafaza ediyorum”, dedi.

Ne yapacağımızı bilemedik! Biz Hintliler asla garland almayız, her şeyden önce, Tanrılar için olan hariç, eğer herhangi bir kişi size garland verirse, onlar takarlar ama derhal çıkartırlar. Başka bir hanım Beni görmeye geldi ve “bu Hintlileri anlamıyorum, bir garland alıp boynuma taktım, caddede hepsi bana gülüyorlardı” dedi. (Gülüşmeler) Şimdi siz Hintliler bunu anlayın, bu nasılda süptildir, sadece bakın, sizler garland takamazsınız, siz Tanrı değilsiniz. Garland satın alamazsınız (Gülüşmeler) ve onu boynunuza takıp, yürüyüşe çıkamazsınız. Doğuştan böyle olmalısınız. Yani doğuştan bir kral olan kişi, Rajalakshmi’nin kutsamalarına sahiptir. O zaman Lakshmi ne yapar? Böyle bir adama O ne yapar?

Onun yaptığı ilk şey, bu adamın ismini yönetenlerin kalplerine yazmaktır. O bunu kendi elleri ile yazar. İnsanlar bu kişiye taparlar, ona hayrandırlar ve onun kalitelerini kendi içlerine çekmeye çalışırlar. Rajalakshmi’nin diğer bir kutsaması da şudur: O bu kişilere çarpan etkisi bulunan, vibrasyon veren özel tipte bir beden bahşeder. Onlar kendilerinin reklamını yapacak, kendileri hakkında konuşacak, şunu bunu yapacak derecede fazlaca bencil insanlar olmayabilirler ama onların tavrı, her neredeyseler, onlar bunu gösterirler. Bizim zamanımızda da pek çok böyle kişiye sahip olmuştuk. Belki de bu insanlar onları kabul etmediler, belki de onlar şimdi hiç bir yerde yoklar, bazı yeni Johnny’ler (bilinmeyen birini ifade etmek için kullanılır, genellikle bu kişinin önemsiz olduğunu gösterir) daha fazla zıplıyorlarmış gibi görünüyor. Ama insanların kalbine her ne isim yazılırsa yazılsın, bu kişiler Rajalakshmi tarafından kutsanmış insanlardır.

Yani bir politikacının anlaması gereken şey şudur, bu kişi para almamalıdır, kendisi hakkında büyük show yapmamalıdır. Ülkede para aklamak gibi şeyler yapmamalıdır. Kendisine karşı olanları öldürmemelidir, onun rahatsız eden hiç kimseye ateş etmemelidir ama ne yapmalıdır? O şunu hatırlamalıdır: “iyi bir adam namı için ben buradayım”. O ölümünden sonra bırakacağı isim için endişelenmelidir. Kendi şöhretinin güvende olduğunu görmelidir. Örneğin, hayırlı bir kral olan Shri Rama’ya bakın, buna şüphe yok. Ama birileri Onun karısı için şu şekilde meydan okuduğunda, “Eşi Ravana ile birlikte yaşadı, nasıl saf olabilir ki?” dediklerinde, Rama eşinin saf olduğunu biliyordu ama eşinden gitmesini istemeye karar verdi çünkü bir krala ait resmin bütününü korumak, bu resmi onlara göstermek için, eşini uzaklara gönderdi.

Ama bu günlerde birilerinin erkek kardeşinin Amerika’da işe girdiğini, kız kardeşinin orada işe girdiğini ve bu kişinin bunu yaptığını, amcasının büyük bir ev yaptığını, karısının büyük paralar biriktirdiğini görürsünüz. Bunların hepsi devam ediyor. Herkesin bu kişi için, “o sadece para derdinde, o sadece saçma sapan şeylere para harcar, bizi sadece sömürüyor”, şeklinde konuşacaktır. Herkes konuşacak ama hiç kimse onun yüzüne bunu söylemeyecektir.

Bu yüzden sizin endişelenmeniz gereken şey, mutlak doğru olan karakterdir. Bu günlerde bu da başka bir nokta. Her politikacının üç, dört (eşe) taneye sahip olması lazım, aksi takdirde o kişi bir politikacı değildir. Bizde ki Nawab’lar (Yerel Vali) gibi. Bizde, Lucknow’da yüz altmış beş karısı olan bir tanesi vardı ve eğer yüz altmış beş karısı olmazsa, insanların onu Nawab olarak kabul etmeyeceklerini düşünürdü. Yani bu da başka bir aşağılık kompleksi, etrafınızda kadınlar olmalı ve böylece insanlar sizin için, ne kadar da güçlü bir adam diyecekler.

Şimdi, bu günler artık geçti, şimdi Satya Yuga başladı. Satya Yuga’da, sizi temin ederim ki, Rajalakshmi tarafından kutsanmamış olan herhangi bir kişi, hapishaneye gidecek veya koltuğunu kaybedecek, fırlatılıp atılacaktır ve “iki kez ölmek israftır, toz” dedikleri gibi olacak. Bu olmalıdır. Onların hepsi, her ne numara denerlerse denesinler, açığa çıkacaklar. Ve yapay yöneticiler olmanın sonuçlarına katlanacaklar. Ama hakikilik, bu kişide kutsamaların kraliçesininolduğunun, bu kişideRajalakshmi’nin Tanrıçasının ikamet ettiğinin işaretidir. Satya Yuga’da bu olacaktır, Ben bundan eminim.

Ama Sahaja Yoga’da bile bazen insanların politika yaptıklarını görüyorum, şaşırdım. İnsanlar politika yapmanın anlamının, gruplar oluşturmak, gruplar muhafaza etmek, buradan oraya, oradan oraya bir şeyler söylemek olduğunu düşünüyorlar. Bu sizin kolektivitede zayıf olduğunuzu gösterir. Sahaja Yogi olan bir kişi, insanları beton gibi bir araya getirmeye çalışacaktır çünkü güç kolektivitededir. Her hangi bir şey için kolektiviteyi yıkmak, başkaları için olduğu kadar bu kişi içinde çok tehlikelidir. Şimdi sizler Tanrının Krallığına girdiniz, Kadir-i Mutlak Tanrının sarayında oturuyorsunuz. Burada, tabii ki, saraylılar olarak, iyi bir şekilde giyinmelisiniz, uygun şekilde oturmalı, yerlerinizi almalısınız. Çok sistematik ve göz önünde olmalısınız çünkü sizler Sahaja Yogilersiniz. Sıradan insanlar değilsiniz. Sizler özel insanlarsınız. Dünyada kaç kişi Sahaja Yogi olacak? Sizler özel insanlarsınız, bu yüzden de kendinizi Rajalakshmi’nin öyle güzel bir enstrümanı haline getirmeye çalışın ki, insanlar sizi görecekleri zaman, onlar size oy verecekler ve yarın, dünyayı sizler yöneteceksiniz. (Alkışlar).

Ben sizlerin politikaya girmenizi veya politikadan çıkmanızı istemiyorum ama öncelikle Rajalakshmi’nin kutsamalarını almalısınız ve ancak ondan sonra ülkemizde neyin yanlış gittiğini, ne yapmamız gerektiğini, amacın ne olduğunu, neden bizim politikacı olmak istediğimizi, ne yapmamız gerektiğini, plan yapmalıyız, sizin projeniz nedir, bunları anlamalısınız. Bütün bu şeyler dikkatinizi, kendinizden alıp dışarıya doğru yöneltir. Bu gün olduğu gibi, “babam hasta, annem hasta ve sonra oğlum hasta, budur, şudur, şudur ve şudur” diyen bir mektup aldım. Böyle insanlar çok fazla bir şey yapamazlar.

Hindistan’da bağımsızlık savaşı başladığında bizler eğitimimizi bıraktık, ebeveynlerimizi bıraktır, her şeyi bıraktık, çok genç insanlardık. Bu yüzden şimdi şunu bilmelisiniz ki, eğer gerçekten politikaya girmeniz gerekiyorsa, Rajalakshmi’nin kutsamalarına sahip olmalısınız ve bunun içinde kendinizi bu hissiyat, bu asalet içinde bina etmelisiniz. Her ülkede böyle insanların ortaya çıkmasıyla, sizleri kalbimden kutsuyorum.

Tanrı sizleri kutsasın.

H.H. Shri Mataji Nirmala Devi