Babamama’dan (Shri Mataji’nin kardeşi olan Hemant Prasadrao Salve) Hatıralarım

Books

ÖNSÖZ

Mahatma Gandhi’nin liderliğinde, Hindistan’ın İngilizlere karşı yapmış olduğu bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol üstlenmiş olan, Shri P.K. Salve gibi parlak, başkalarını düşünen, bilge, kültürlü, eğitimli, cesur ve vizyon sahibi bir siyasi lideri kazandıran ve Özgür Hindistan’da, daha yüksek bir ruhani boyutta insanlığın kurtuluşu ve evrimi için Tanrısal bir Enkarnasyonu,  Mataji Nirmala Devi’yi dünyaya getiren bir ailenin hayat hikayesini capcanlı ve detaylı olarak anlatan bu kitap için birkaç kelime yazmak büyük bir ayrıcalıktır.

Hatıralarım kitabı, bu ünlü ailenin en genç üyesi olan ve herkesçe Babamama olarak bilinen H.P. Salve tarafından eşsiz bir şekilde yazılmıştır. Hindistan’ın bu değerli mücevherleri hakkında Babamama’dan daha iyi yazabilecek kimse yoktur. Doğumundan itibaren, tüm ailenin sevgilisiydi. Bağımsızlık öncesi ve sonrası yılların kargaşasını ve tüm güçlüklerini şahsen yaşamıştı ve ailesinin tüm üyelerinin özellikle de Mataji Nirmala Devi’nin güven ve şefkatine hep sahip olmuştu. İnsanı ele geçiren canlı anlatımıyla yazdığı tüm olaylara şahit olmuş ve katılmıştır.

Kitap, özünde, hayatının en erken döneminden itibaren her inançtaki ve toplumdaki erkeklere, kadınlara ve çocuklara, özellikle çocuklara sonsuz sevgisini ve şefkatini göstermiş olan Shri Mataji Nirmala Devi’nin hayat hikayesidir. Bu kitap Onun yaşamındaki evreleri titizlikle anlatmaktadır.

Nirmala, çocukluğunda olağanüstü biri olduğunu gösteren nitelikler sergilemiştir. Bağımsızlık mücadelesi sırasında, annesi ve babası cezaevine konduğu zaman, ev işleri ağabeylerine veya ablaların değil Ona emanet edilmişti, çünkü O ailenin en sorumluluk sahibi çocuğuydu. Normal zamanlarda, öğrenimine devam edecek, ama aynı zamanda politik hareketlerde ailesine katılacaktı. Bir keresinde, beş yaşındayken, Ondan büyük bir topluluğa hitap etmesi istendi. En küçük bir tereddüt veya ‘sahne korkusu’ göstermeksizin, vatansever bir coşkuyla konuştu ve başardı. Bazen, Mahatma Gandhi’nin Ashramına giderken anne ve babasına eşlik etti. Kısa zamanda, Ona gerçeğe ve şiddet karşıtlığı kavramlarına dayanan hareketinin amaçlarından ve hedeflerinden bahseden Gandhiji’nin gözdesi oldu. Nirmala için, bunlar en yüce ve unutulmaz anlardı.

Mahatma Gandhi 1942 senesinde yabacı hükümdarların ülkeyi terk etmesine bir çağrı olan ‘Hindistan’ı terk et’ hareketini başlattığı zaman, Nirmala 19 yaşında, genç bir kızdı ve yoğun ve ateşli vatanseverliğin harekete geçirdiği kalbi ve ruhuyla riskli yeraltı faaliyetlerine atıldı. Sonuç olarak öğrenimi yarıda kesildi.

Daha sonra, Lahore’da tıp öğrenimi görmeye başladı ama Hindistan’ın olası bölünmesinden dolayı 1947 yılının başında Lahore’u terk etti ve babasının Ulusal Birlik Üyesi olduğu Yeni Delhi’deki ailesinin evine gitti. Ona kalsa, tıp öğrenimini bitirmek isterdi ama ailesinin isteklerine boyun eğerek evlenmeyi onayladı. O günlerde ben, üniversite günlerinden arkadaşım olan kardeşinin misafiri olarak geçici bir süre Onların evinde kalıyordum. Nirmala’nın ailesi, benim kızlarına uygun bir damat olacağımı düşünmeleri beni çok şaşırtmıştı. Nirmala ailesini hayal kırıklığına uğratmak istemedi ve bu yüzden de  itiraz etmedi. Böylece, benim iyi talihim sonucu, 1947 yılında Nirmala ve ben evlendik.

Evlendiğimiz günden beri, Nirmala, destek ve konforda, sadece bana ve çocuklarımıza değil  evimize gelen pek çok çocuğa da aynı derecede sonsuz sevgi ve ilgi bahşeden ideal bir eş olmuştur. Devlet görevlisi olarak başladığım kariyerimin başında, maaşın son derece sınırlıydı ama O ev işlerini elindeki kaynaklarla neşeyle idare etti. Bir keresinde evimize hırsız girdi ve tüm varlığımızı kaybettik. Ona sadece birkaç pamuklu sari ile bir tane ipek sari kalmıştı. Beni rahatlatmak için, sanki hiç kötü bir şey olmamış gibi bu olayda bile neşeli olmaya devam etmişti. Ne olursa olsun asla bir istekte bulunmadı ve az da olsa elindeki şeylerden hep memnun olarak yaşadı. Onun sarsılmaz desteği ve yüreklendirmesi sayesinde, aile bütünlüğün en yüksek standartlarında kalabildi. Zamanla terfi ettim ve her şey daha iyiye gitti. Ama tüm bu süre içinde O, Hindistan kutsal kitaplarındaki Tanrıça Mahalakshmi ve Saraswati’nin simgelediği meziyetleri sergiledi.

Nirmala, özgürlük için savaşan, aydınlanmış bir aileden gelirken, ben avukatlardan ve toprak sahiplerinden meydana gelen tutucu bir ailedendim. Nirmala’nın görüştüğü pek çok yakın akrabam nuhnebiden kalma fikirlerle doluydular. Ama O, sabrı, ilgisi ve sevgisi ve herkese gösterdiği içten dikkatle, herkesin kalbini kazandı ve en çok sevilen ‘Bahu Rani’ (gelin) oldu ve ailedeki yeriyle beni çok gerilerde bıraktı. Verebileceği her şeyi verdi ve asla karşılık beklemedi.

Ortak yaşamımızın ilk günlerinden itibaren, Nirmala sayısız sosyal, kültürel ve yardımsever faaliyetlerde aktif olarak rol aldı.  Meerut Bölgesi’nde, bir Cüzamlılar Evi kurulmasına ve faaliyete geçmesine katkıda bulundu. Mumbai’de sonra da Bombay’da sakatlar ve özellikle de körler için sağlık faaliyetleri organize etti. Ayrıca, Çocuk Filmleri Topluluğuna ve Hint Tiyatrosuna yol gösteren ışık oldu.

Nirmala, tüm kültürel faaliyetlere, özellikle de klasik müzik, dans, drama, resim, vs. daima büyük ilgi duymuştur. Bu tür ulusal girişimlerin başkanlığını yaptığım dönemde, Hindistan Taşımacılık Birliğinin yabancı misafirleri için bunun gibi pek çok kültürel organizasyona hayat ve ruh verdi. Hint klasik ve ilahi müziğinin gelişmesine büyük ilgi göstermiş ve sonunda, Nagpur’da, babasının anısına saygı olarak P.K. Salve Uluslararası  Müzik, Dans ve Drama Akademisi’ni kurdu. Bu projenin finansal desteğini kendi kaynaklarını kullanarak sağladı ve günlük yönetimini de Baba Mama’ya emanet etti. Akademi’nin pek çok ülkeden öğrencisi oldu ve onlara yüksek nitelikte eğitim verildi. Ben kendim, bu Akademi’den mezun olanların inanılmaz ve nefes kesen icralarına tanık oldum. Bugün, klasik ve ilahi müzik artık tüm Sahaja Yoga programlarının ve faaliyetlerinin başlıca parçasıdır.

Bunun yanında, Nirmala’nın teknik bilgi – finansal işler ve bankacılıkta Kendini çok daha az gösterdiğini anımsatmalıyım. Tüm bunlar için Sahaja Yogilere son derece güvenir.

Hayatının en önemli bölümü 1970 yılında, SAHAJA YOGA’yı bulduğu ve tek başına kitlesel bir  hareket yarattığı zamandır. Onun kutsamasıyla, 85’den fazla ülkede, değişik inançlara, ırklara ve topluluklara sahip yüzlerce, binlerce kişi Kundalini’nin uyanması ve aydınlanmanın sonuçlanmasıyla içsel bir değişim elde etmiştir. Günümüz bencil ve ahlaksız insan toplumunu, tamamen yenilenmiş, saf, iffetli, şefkatli ve sevecen, her yaşta ve her kıtadan erkek ve kandınlar olan bir evrensel insan ailesine dönüştürmektedir. Ben şahsen bu türün sayısız örneklerinden haberdar oluyorum. Bunun yerine, hepsinin Tanrının her yerde olan Sevgisiyle bağlantıya geçmelerini sağlıyor.

Bu kitap, okuyucuya sevgi ve Tanrısallık aracıyla küresel bir değişimin büyüleyici hikayesinin  apaçık anlayışını ve bilgisini sunmaktadır.

Nirmala Devi’nin görkemli kişiliğinin sayısız daha pek çok tarafı vardır. Dünyanın tüm dinlerinin Kutsal Kitapları hakkındaki bilgisi çok derindir. İşte bu nedenle, insanoğlu için yeni bir birleşme ve evrimleşme felsefesi olarak tüm inançların özünün bir sentezini, büyük bir mutlulukla, ifade edebilmektedir.

Çok güçlü bir konuşmacı ve büyük bir iletişimcidir. Binlerce insandan oluşan büyük topluluklar onu tam bir sessizlikle dinlemektedir. Büyük ihtimalle, Einstein’in tarif ettiği ‘Torsion Bölgesi’ olan bir bilgi deposuyla sanki sürekli bağlantıdaymışçasına, inanılmaz bir kesinlik, açıklık ve hızla anektodlar, olaylar ve ibret alınacak öyküler anlatmakta veya anımsatmaktadır.

İnanılmaz, ama öyle görülüyor ki, Nirmala Devi tüm küresel Sahaja Yoga hareketini hiçbir sekreterya olmaksızın yürütmekte ve yönetmektedir. Kişisel bir sekreteri bile yoktur. Her yerde, Sahaja Yogiler, büyük bir neşe ve adanmışlıkla gerekli yardımı yapmaktadırlar. Her yerdeki mutlak birlikten dolayı, hiçbir şey yanlış gitmemektedir. Böylesine hızlı ve verimli ve sadece gönüllü sevgi emekçilerinden oluşmuş başka bir hareket açıkçası ben bilmiyorum. Bu tüm Sahaja Yogilere ve onların sevgili Liderlerine bir takdirdir.

Kişisel bilgisini son derece orijinal bir şekilde ortaya koyan Baba Mama, bu kitabı yazmakla, tüm Sahaja Yoga Hareketine paha biçilmez bir hizmette bulunmuş ve Sahaja Yogilerin Shri Mataji Nirmala Devi’nin hayatının olaylarının ve değişik taraflarının bir anlık görüntüsüne sahip olmalarını sağlamıştır.

Ben bu kitabı, ruhani deneyimle daha iyi bir yaşam tarzını arayan herkese öneriyorum.

Sonuç olarak, birkaç kişisel gözlem. Baba Mama Hatıralarında, 1947 yılında, kız kardeşi ile evlenmemden önce, beni ilk gördüğü zaman, ‘bürokratik’ görünüşümden dolayı bir an benden hoşlanmadığını söylüyor. Ben ise, 14 yaşında, son derece ilginç ve yaramaz bir çocuk olarak neşe içinde koşuşturan ondan çok hoşlanmıştım. O andan itibaren Baba Mama benim için çok sevdiğim bir çocuk ve daha sonra Srivastava ailesinin de sevgili bir üyesi olmuştur.

  • C.P. SRIVASTAVA

YAZAR HAKKINDA

H.P. Salve, vaktinde Shalivan hanedanında dikkati çeken Salve boyunun örnek bir üyesiydi. O, Hint tarihinde kayda değer bir anda doğmuştu. Zaman, babasının, milletin diğer büyükleriyle beraber omuz omuza İngiliz hakimiyetinin boyunduruğunu kırıp atmak için savaştığı bir zamandı. Üstün insani değerlerin galip geldiği bir zamandı ve insanın kendi yaşamını böyle idealler için feda etmesine çok kıymet verilirdi. Babaların gençliklerini İngiliz hapishanelerinde geçirdikleri, ve ailelerin, ruhlarının zaferleri uğruna fakirliğin güçlüklerini memnuniyetle kabul ettiği bir çağdı. O zamanlar Coca-cola ve pop müzik duyulmamıştı, tüm dudaklarda yalnızca “Jai Hindi” söyleniyordu ve “Bharat Mata” her bir ruha ilham veriyordu. Mahatma Gandhi’nin dev figürü Hindistan göklerini dolduruyor, ve onun gölgesini öpmek her bir Hintli gencin rüyalarını süslüyordu. Genç Salve’nin bilinci üzerine, o acılarını kuvvetle göğüsler iken, bu değer ve inançlar bütünü damgasını vurdu. Sıradan, lüksü olmayan Gandhi’nin örneğini bütün hayatı boyunca izledi. Hem annesi hem de babası İngiliz hapishanelerindeyken ona sevgi ve şefkatle bakan ablası Nirmala olmuştur. Yalnızca onun ruhunu beslemekle kalmamış, aynı zamanda kişiliğini de ebeveynlerinin yüce vizyonu doğrultusunda biçimlendirmiştir.

21’inci yüzyıl iyisiyle kötüsüyle sona ermekteydi ve genç Salve çalkantılı, değişken zamanlarda kanat açıp uçmayı da öğrendi. Geleneksel değerleri kendine katmıştı, ancak modern bir meslek olan Kayıtlı Muhasebecilik mesleğine atıldı, ki bu, bir matematikçi olan annesini tanıyanlar için hiç şaşırtıcı değildir. Şefkatli kız kardeşinin atmış olduğu tohumlar şefkatli bir kişilik olarak çiçek açtı ve ona dingin bir iç denge konumu kazandırdı. Akıcı zekası onu arkadaşları arasında çok sevilen bir kişi yapmıştı, bir keresinde yakın bir arkadaşı şöyle anlattı: “Babası Nagpur’un ilk valisiydi ama Baba Nagpur’un son kabusuydu”

Kaderin onun için hazırladığı daha çok şeyler vardı, diyebilirim. Ablası .Shri Mataji Nirmala Devi’nin Tanrısal tabiatını keşfettiği andan itibaren yaşamında bir dönüm noktası oldu, onun kutsaması altında aydınlanmasını aldı. Aydınlanmış bir farkındalık ile bir azize dönüştü. Ancak son derece şakacı idi. Baba’ya dünyanın her yerinden binlerce sahaja yogi Baba Mama demeye başladı, yani Anne’nin kardeşi. Ancak o kız kardeşiyle olan yakın ilişkisinden hiçbir zaman yararlanmadı ve Sahaja Yogilerden hiçbir şey almadı. O, kendine çok saygısı olan, dürüst ve alçakgönüllü bir kişilikti. Meditasyon ile, organizasyon dinamizmini geliştirdi. Potansiyeli birdenbire patlayarak ortaya çıktı ve o büyük bir şair, müzisyen ve dilbilimci haline geldi. Benzersiz bir yaratıcılık düzeyinde albüm üstüne albümler aktı geldi. Eğer o olmasaydı, Sahaja Yoga programlarını organize etmek mümkün olmazdı. Shri Mataji’nin kılavuzluğu altında klasik Hint müziğini ve dansını canlandırmak için Nagpur’daki Müzik Akademisi’ni kurdu. Kısa bir süre içinde akademi dünyanın her yerinden yüzden fazla öğrenciyle doldu. Öğrenciler yalnızca becerilerini mükemmelleştirmeyi öğrenmiyor, aynı zamanda ilhamın kaynağı olan ve omurganın en altında yer alan “Kundalini”nin içine nüfuz ediyorlardı. Sahaja Yoga ile Kundalini ateşlenir ve en tepedeki merkeze kadar yükseldiğinde yeteneklerimizi besler ve içimizdeki dahiyi ortaya çıkarır. Yabancı öğrencilerin karmaşık Hint Ragalarını nasıl mükemmellikle öğrenebildikleri gerçekten hayret vericidir. O zamandan bu yana pek çok öğrenci kendi alanlarında büyük öğretmenler olmuşlardır. Yaşı altmışı geçtiğinde Babamama’nın bazı sağlık sorunları oldu. 28 Şubat 2000’de Shri Mataji’nin kutsamaları ile huzur içinde vefat etti.

– YOGİ MAHAJAN

YAZARIN NOTU

Başlangıçta İngilizce uzmanlarından ve dil üzerinde hakimiyeti olan herkesten özür dilemeliyim, çünkü, Shri Mataji’nin olduğu gibi, benim bütün eğitimim yerel dilde idi oysa İngilizce bizim için seçmeli dersti. Bu nedenle, eleştirmenlerden bu konuda eleştiri yapmaktan kaçınmalarını rica edeceğim. Ayrıca tüm “H & E” (hatalar ve eksikler) için de özür dilemeliyim çünkü bu benim bir kitap yazmaktaki ilk denemem.

Birçok Sahaja Yoginin uzun süredir arzu ettiği bir şey, Shri Mataji’nin tezahürü öncesindeki yıllardaki yaşamı ve özellikle de ait olduğu ailenin tarihiydi. Benim bu yöndeki girişimimde karşılaştığım bazı güçlükler oldu, özellikle de ailenin tarihi hakkında, ve bu nedenle anlatılmamış bazı dönemler vardır. Okuyucunun ilgisini kitap boyunca canlı tutmaya çalıştım, ve bu nedenle kitabın açılımı için hikaye anlatımı tarzını tercih ettim. Eğer ilginizi uyanık tutmayı başaramadıysam bunun nedeni belirli bir olayı anlatmadan önce bazı detayların verilmesi gerektiği içindir.

1995 yılında Güney Afrika’dan Sesh Akademiye geldi ve bana sürekli olarak kitabı yazmam için ısrar ederek hayatımı çekilmez bir hale getirdi, ki ben salt ataletten ötürü yazmıyordum. O motive eden etken oldu ve bu amaca ulaşmak için o derece ileri gitti ki, kendi çalışma saatlerini bırakıp gelerek benim ofisimde çalışmaya başladı ve bütün bu zaman boyunca beni yazmam için iteliyordu. Gururla itiraf ediyorum ki, bu kitabın yazılmasındaki motivasyonumun yarısından çoğunun kaynağı odur. Kocası Matt de kitap hakkında aynı derecede coşkuluydu ve kendine özgü zarif yöntemiyle biraz çaba harcarsam üzerimdeki ataletten kurtulabileceğimi hatırlatıyordu. Olayı beni Amerika’ya davet edecek kadar ileri götürdü. Ayrıca kitabın tamamlanmasında da yardımcı oldu.

Bana Sahaj dünyaya karşı taşıdığım sorumluluk ve yükümlülükleri ve insanların nasıl Shri Mataji hakkında bir şeyler öğrenmek istediklerini sürekli olarak hatırlatan Dr. Rajiv ve harika karısı Dolly’i nasıl unutabilirim? Beni Manila’ya davet ettiler, ancak, sorumluluklarımdan dolayı Amerika’ya da Manila’ya da gidemedim.

Sannie bhaiyya’ya, Shantatai’ye, ve Sir C.P.’ye benimle röportaj yaptıkları ve bu kitabın tamamlanması için çok hayati bilgiler verdikleri için özel teşekkürlerimi sunuyorum.

Son olarak da, rahatsız etme katsayıları düşünüldüğünde Sesh’in yerini almış olan ve vicdanlarının sesini dinleyerek peşimden durmak bilmeksizin dolaşmış olan Mamta ve Amber’e teşekkür etmek isterim. Her ikisi de uzun diktelerimi, itiraz etmeksizin ve yorulmaksızın kağıda geçirdiler. Bu iki kızın benim kızlarım gibi olduğunu söylemeliyim, ancak öz kızlarımdan bile bu denli korkusuz bir sevgi ve adanma beklemezdim. Shri Mataji’nin insanları nasıl dönüştürdüğünü ve O’nun sevgisinin kendini O’na adayanlarda yaptıkları işe tümüyle adanma ve sadakat göstermeleriyle tezahür ettiğini görmek, son derece tatmin edici olmuştur. Onları, ve onlarla aynı kategoriye dahil olan herkesi buradan selamlıyorum. Ayrıca kitabı benim için kitabı yayına hazırlayan gelinime de teşekkür etmeliyim.

Kitap Shri Mataji’nin anlatılmamış öyküsünden bahsettiği için, ben hikayeyi 1986’da bitirdim, çünkü 1986’dan itibaren Shri Mataji’nin Sahaj için neler yaptığı, ve benim Sahaj için katkımın ne kadar az olduğu herkesçe bilinmekte. Bundan dolayı, tekrarlardan kaçınmak için (ve eğer yazmaya karar verirsem bir sonraki kitaba bazı şeyler saklamak açısından) Shri Mataji ve Ailesi hakkında 1986 tarihine kadar yazmayı uygun gördüm.

Umuyorum ve dua ediyorum ki bu kitap sizlerin bütün beklentileriniz tatmin etsin ve bu kitaptan beklenen bütün bilgileri sizlere sağlasın.

Son olarak, bana ve bir koca olmaya layık olmayan davranışlarıma karşı sonsuz hoşgörü içinde olan karıma teşekkür ediyorum.

Haziran 1999

Daima Sizin,

BABAMAMA’nız

KİTAP HAKKINDA

Bu kitap Her Holiness Shri Mataji Nirmala Devi Srivastava, Aile geçmişi, Çocukluğu, Gençliği, Siyasi faaliyetleri vs. hakkında yapılan ısrarlı ve sürekli sorular sonucunda meydana gelmiştir. Dolayısıyla O’nun ailesinin bir üyesi olarak eğer ben bir kitap yazarsam, Sahaja Yogilerin O’nun tezahürü öncesi ve sonrasına ait bu soruları cevaplanmış olacaktır. Bu nedenle, kitapta Shri Mataji Nirmala Devi asıl karakter olarak vardır ve anlatılan olaylar O’nun yaşamı ve O’nun siyasi ve dini faaliyetlerine odaklanarak ele alınmıştır.

Kitap ayrıca Salve ailesinin, günümüzde bile ülkeleri için dürüst ve cesur bir sevgi besleyen ve adaletsizliğe tahammülü olmayan şanlı tabiatını da ortaya çıkartmaktadır. Kitap mutlaka Sahaja Yogileri tatmin edecek ve ayrıca Sahaja Yoga’nın gelişimini dikkatle izleyen insanlarda da ilgi uyandıracaktır; bilhassa olaylar tanık olmuş bir kişi tarafından yazıldığı için.

Bölüm 1: 1883 Den 21 Mart 1923 E

Büyükannem Sakhubai, babam, Prasadrao’yu, kocasının ölümünden sonra, 15 Temmuz 1883 yılında, Ujjain’de doğurmuş. Shalivahan Hanedanı soyundan gelmiş olan Büyükbabam Keshavrao, Haziranın ortasında, babamın doğumundan yaklaşık dört hafta önce ölmüş. Babam bize, onun nasıl genç yaşta, hiç beklenmedik bir şekilde gelen trajik ölümünü anlatmıştı. Hikaye şöyledir:

Büyükannemin loğusalığı boyunca onunla ilgilenmek için gelen kuzenini (büyük teyzem Renukabai) karşılamak için büyükbabamın Rahuri’ye gitmesi gerekmiş. Babam, Shrigoan’da bir kalenin sahibi olan (Marathi’de Wada olarak bilinir) bir kraliyet ailesine mensuptur. Annemin bana anlattığı ve H.H. Shri Mataji tarafından da teyit edildiği üzere, benim büyük büyük büyükbabam, Shrigoan’ın da sınırları içinde olan Rahuri yakınındaki bir bölgeyi yönetmiş olan Maratha Kraliyet Ailesi’ne (Hindu dininde savaşçı sınıf) mensupmuş. Egemenlikleri, kral Shalivahan’ın bir heykelinin bulunduğu, güneydeki Hyderabad’da  kadar uzanıyormuş. Onlar da, Chandragupta Maurya hanedanının bir kolu olan Satvahan hanedanından gelmekteymişler. Shalivahan, Chittodgarh’a gelmiş. Shalivahan Kralı’nın İsa Mesih ile Kashmir’de karşılaşmasını anlatan bir kitap bulunmaktadır.

Hanedanın kollarından biri olan ve Vikramditya Samvat olarak bilinen Babruvahan, Vikramditya’yı yenmiş ve Vikramditya’nın takvimine karşı olarak Shalivahan Shak diye bilinen takvimi başlatmış. Hindistan’ın kuzeyinde insanlar Vikramditya Samvat kullanırlarken, güneyinde Shalivahan takvimi kullanırlar. Her ikisi de güneşin değil ayın hareketlerini temel alır.

Birinci yüzyılda, Shaliwah adında bir oğulları olmuş. Kuzey Hindistan’dan Aurangabad yakınlarındaki Paithan’a göç etmişler. Büyük bir sel felaketi Paithan sarayını yerle bir edince, Shri Shivaji Maharaj, Kral Shalivahan’ı sadece himayesi altına almakla kalmamış, büyük kahramanlığına ve zekasına karşılık olarak ona Rahuri’ye komşu olan bir bölge hediye etmiş. Ayrıca onları Shahanow Kuli olarak adlandırılan yüksek bir sınıfa dahil etmiş. Shalivahan’lar Shrigoan’da, Naik’e mensup Shingune anlamına gelen ve bugün Naiakanche Shingune diye bilinen bir kale inşa etmişler. Naik, kraliyetin mottabar’ı (mahkeme reisi) imiş ve ‘Salveler’ Shrigoan’dan ayrıldıktan sonra burayı egemenliği altına almış. Shrigoan’a Shingve adı da verilir. Diğer akrabalar da, İngilizler tarafından ülke kayıtlarına geçirilmiş olan bilgiye göre Keshavrao Salve’nin topraklarına hakim olmayı başarmışlar. Yaklaşık üç yüz yıl önce, onun torunları da kalenin içine Shri Rama ve Seeta’nın güzel bir tapınağını inşa etmişler. Daha sonraları, kalede yaşayan ve atalarının işlediği günahların farkına varan torunlar Shri Mataji’ye birkaç oda sundular. Bununda ötesinde, burada Seeta’nın Nahani’si diye adlandırılan, sürgünde  Seetaji’nin Rama ile yaşadığı çok güzel bir saray da bulunmaktadır. Tüm bu yapılar Rajput stili mimarisine göre inşa edilmiştir ve Shri Mataji, Pratishthan diye adlandırılan evinin yapımında da aynı stili kullanmıştır.

Hikayeye gelince, Rahuri tren yolu  Shrigoan’dan 100 km uzaklıkta olduğu için, büyükbabam Renukabai’yi karşılamak için sabah erkenden atına atlayıp yola koyulmuş. Muson zamanıymış ve yağmur ha yağdı ha yağacakmış. Büyükbabam, her nasılsa, koyu bulutları önemsememiş ve olası hava koşullarına karşı hiçbir önlem ve donanım olmaksızın Rahuri’ye gitmiş. Renukabai’yi trende bulamayınca hayal kırıklığına uğramış ve geri dönmeye karar vermiş. Dönüş yolunda korkunç bir yağmur başlamış ama o kuzeninin gelmemesi yüzünden o kadar kırgınmış ki sığınacak bir yer aramamış. Bu müthiş öfke ile birlikte Rahuri’yi Shrigoan’dan ayıran azgın nehri geçmiş. Nehrin karşı kıyısındaki dik bir kayaya tırmandığı bir sırada (ki son derece kayganmış) attan düşmüş ve bilincini yitirmiş. Babam bize, onun uzun bir süre bilinçsiz bir vaziyette yattığını ve yağmurlara karşı tamamen korunmasız kaldığını anlattı. Sonuç olarak ölümcül zatürreeye yakalanmış.

Büyükbabamın zamansız ölümü, büyükannem için son derece feci, trajik bir olay ve bir dayanıklılık sınavı olmuş. Hintli bir kadın için eşinin kazara ölmesi son derece büyük bir felaketken Sakhubai için bu felaket, hamileliğinin ileri bir döneminde  ortaya çıktığı için çok daha korkunç olmuş. (O günlerde Hint kültürü geleneği ve töreler Hint kadınlarına, çocukluktan itibaren, kocayı sevip saymayı öğretirlerdi. Kadın için koca onun dünyası, ihtiyaçlarını sağlayanı, koruyucusu idi. Bu nedenle kadın tamamen kocaya bağımlıydı.). Şüphesiz ki Sakhubai, kocasının geride bıraktığı büyük mal varlığı ve asla haberi olmadığı diğer işler ile ilgilenme gibi dünyevi işlerle yüzleşmeye hiç hazır değildi.

Bununla birlikte Sakhubai çok cesur, korkusuz ve  azimli bir hanımmış ve bundan dolayı yoluna çıkan tüm olası sonuçların üstesinden gelmeye karar vermiş. Büyükannemizin bu nitelikleri çocuklarının gelişiminde önemli bir rol oynamış ve süreç içinde torunlarına da işlemiştir. Sakhubai son derece üzgün, kırgın ve neredeyse bir çöküşün eşiğindeymiş. Eşinin uzak akrabalarının çoğunun kendisine karşı birlik oluşturmaları onu daha da mutsuz yapmış. Hıristiyan olduğu için, atalarına ait olduğunu ve dolayısıyla ailenin Hindu kanadına ait olduğunu iddia ettikleri mirasın ona kalmasını istememişler.

Konu ile ilgili olduğu için, bu noktada, babamın doğumunun hikayesine kısa bir ara verip, atalarımın Hıristiyanlığı kabul ettikleri koşulları anlatacağım.

Atalarımdan birinin, küçük yaşta dul kalmış olan bir kız kardeşi varmış (o zamanlarda çocuk yaşta evlilik toplumsal bir olaymış ve Hindu toplumunca kabul edilirmiş). Din hakkında çok geniş görüşlü bir insanmış. Bu nedenle de o günlerde yaygın olarak yapılan ve kabul edilen fanatik Hindu adetlerini ve törelerini onaylamıyormuş. Dul Hindu kadınlarına karşı yapılan affolunmaz hareketlere ve zulümlere özellikle karşı imiş. Hindu geleneğine göre, dul Hindu kadınların saçlarını tamamen kazıtmaları gerekliymiş. Beyaz bir sari giymeleri ve başlarını sürekli kapamaları istenirmiş. Varlığı uğursuzluk olarak kabul edildiği için hiçbir törene katılmasına müsaade edilmezmiş, öyle ki gölgesi bile kimsenin üzerine düşmemeliymiş. Ceza olarak yeniden evlenemezmiş ve hayatını inziva ve yalnızlık içinde geçirmeye zorlanırmış.

Hindu adet ve töreleri kılığı altında Hindu papazlarının dul kız kardeşine yaptıkları zulümler onun hoşgörüsünü aşan derecede inanılmaz ve üzücüymüş. İnsan değerine duyduğu saygı ve son derece önem verdiği ideallere tamamen zıtlarmış. Kız kardeşinin sıkıntısı katlanılamayacak kadar çoğalmış. Hindu toplumunca, kocanın ölümü, dul kadının işlediği günahlarının sonucu çektiği bir ceza olarak kabul edilirmiş. Bunun aksine, eğer dul kalan koca ise, yeniden evlenme yetkisine sahipmiş ve Hindu toplumunca asla kınanmazmış, ve bunun da ötesinde, asla karısının ölümünden dolayı suçlanmazmış. Bu ayırım bugün bile bazı uzak köylerde uygulanmaktadır.

Tüm bunların din adına yapılmakta olması, büyük büyük büyük dedemi isyan ettirmiş. Papazlara ve toplumun büyüklerine ricaları sağır kulaklara gitmiş. Sözcükleri ve ifadeleri kutsal sayılan ve hiçbir şüphe götürmeksizin, hiçbir mantığa dayandırılmaksızın körü körüne kabul edilen papazlara karşı duyulan köklü geleneksel korku yüzünden insanların fikirleri kapalı imiş.

Bir gün, bu dul hanım bir tapınağı ziyarete götürülmüş, başını kazıtmadığı için yol boyunca bazı akrabaları tarafından taşa tutulmaya başlanmış. Küçük bir kızmış ve bilincini yitirmek üzere imiş ve böylece ağabeysi onu kalelerine götürmüş. Ama aynı akrabalar kaleye girmişler ve kalenin kapısını onlara açmamışlar. Bunun üzerine ağabeysi onu günümüzde “Salve Wada” diye bilinen kalenin dışındaki büyük bir başka eve götürmüş.

Büyük büyük büyük dedem, çocuk yaştaki bir dula işkence çektiren bu kör inancın yıkılmaz duvarı karşısında aklını yitirmekte olduğunu görünce böyle bir dini terk edip Hıristiyanlığı kabul etmeye karar vermiş. İslam’ı seçmemiş çünkü onlar kadınlarına çok daha kötü muamele ediyorlarmış. Hıristiyanlığı kabul ettiği için kendisini kınayan Hindularla ilişkileri mesafeli imiş, bununla birlikte, dinini değiştirdikten sonra bile mülkünün sahibi olmaya devam etmiş. Kız kardeşini, daha evvelden İngiliz bir papaz tarafından Hıristiyan olan bir brahmin delikanlıyla evlendirmiş. Büyükbabam işte bu din değiştirmiş olan Hıristiyan ailedenmiş.

Babamın doğumunun hikayesine gelince, büyükbabam ölür ölmez, geride bıraktığı ve kanunen Sakhubai ve çocuklarına ait olan malvarlığı ile ilgili olarak erkek kardeşleri ve akrabaları sorun çıkarmaya başlamışlar. Bir söylentiye göre akrabalar babasız ailenin içtiği sütü zehirlemeye çalışmışlar ama şans eseri Sakhubai, sütü içen kedi ölünce durumu anlamış. Bu olay onun mümkün olan en yakın fırsatta Wada’yı terk etme kararı almasını sağlamış. Muson fazlasıyla ağırmış ve tüm nehirler azgınmış. Sakhubai, şayet ayrılışını daha fazla geciktirirse bunun kendisinin ve çocuklarının güvenliğine zarar vereceğini biliyormuş. Eğer harekete geçmeliyse bu bir an önce ve gecikmeksizin olmalıymış.

Bununla birlikte tüm ihtimaller ona karşıymış, kocasının akrabalarının korkutucu davranışları, fırtınalı hava, sel gibi boşanan yağmur, ve azgın nehir. Sorunlarına ek olarak, ne tren, ne de trenler hakkında bilgi edinebileceği herhangi bir kaynak veya bir başka ulaşım yolu hakkında hiç bilgisi yokmuş. Bu şartlar altında, beş çocukla ve hamile olarak azgın bir şekilde akan bir ırmağı geçmeye çalışmak aklın alamayacağı ve aslında intihar gibi bir şeymiş. Bununla birlikte, Sakhubai çok dindar biriymiş ve müthiş bir Tanrı inancına sahipmiş. Aynı zamanda da son derece iyimser ve eşi benzeri olmayan savaşçı bir ruha sahipmiş.

Böylece, yağmurlu bir gece, bütün köy uykudayken, taşıyabileceği tüm eşyasını, zengin günlerinde biriktirdiği paranın bir bölümünü ve bazı mücevherlerini toplamış, kalenin dışındaki ‘Salve Wada’ya geçmiş. Kimsenin onu görmediğinden emin olduktan sonra, beş çocuğu ile birlikte son derece sessizce evini terk etmiş. Sırtına bağladığı eşyalarla birlikte. Yağmur çiseliyormuş ama kaçışı için iyiymiş bu çünkü herkes evdeymiş ve Sakhubai yavaşça nehre doğru yola koyulmuş. Suyun kükremesinden bir tahmin yaparak, güçlü bir akıntının olduğunu anlamış. Eski günlerinde nehre sıkça yaptığı gezintilerden nehir yatağının nasıl olduğu hakkında genel bir fikri varmış. Aralıklı olarak çakan şimşeklerin arkasından gelen ve küçük çocukları ürküten yüksek sesli gök gürlemeleri cesaret kırıcıymış, bununla birlikte, bir iki saniye çakan şimşekler Sakhubai’nin doğru yolu bulmasına yardımcı oluyormuş ve böylece karanlığın içinde yönünü tayin ediyormuş. Yavaş yavaş, çocuklarıyla birlikte, nehir yatağının sığ ve dar olduğunu bildiği yere ulaşmış.

Tanrıya dua ederek, iki kızının ellerinden tutmuş ve en büyük oğlu Solomon’a da nehirden geçirsin diye diğer iki oğlunu teslim etmiş. Solomon o sırada yaklaşık on bir-on iki yaşlarında, çok iyi yetişmiş bir çocukmuş ve yüzmede ustaymış. Ama aslında bir güreşçi gibi yetişmiş. Fiziği olağanüstüymüş ve çok ağır yükleri sırtında ve elleriyle taşıyabiliyormuş. Böylece, kendisinden küçük olan iki amcam onun koruması altında ve iki halam da Sakhubai’nin ellerine sımsıkı yapışmış olarak, çok yavaş bir şekilde nehre girmişler.

Sakhubai, nehri hiçbir zorlukla karşılaşmadan  geçeceklerini umuyormuş, üstelik oğlu Solomon da ona önderlik ediyormuş. Bununla birlikte, nehrin ortasına geldiği zaman, akıntının çok kuvvetli olduğunu fark etmiş ve ayaklarının altındaki kum da kayıyormuş. Bu yüzden Solomon’a seslenmiş, iki kızını ona vermiş ve daha genç olan iki oğluna da nehrin karşı yakasına yüzmelerini söylemiş. Sonra, kendisi de nehrin ortasından, kuvvetli akıntıya karşı koyarak yüzmeye başlamış. Başka çareleri olmadığını bildiği için, tüm cesaretini ve gücünü toplamak zorundaymış. İki erkek kardeşinin yüzmelerinin ne kadar tehlikeli olacağını fark eden Solomon, onları omuzlarına yerleştirmiş, iki kız kardeşinin ellerini sımsıkı tutmuş ve son derece sağlam adımlarla nehri geçmeye başlamış. Öte yandan, usta bir yüzücü olmayan Sakhubai su üstünde durmayı başarmış. Bildiği birazcık yüzmeye de giydiği dokuz yard ağırlığındaki sari engel oluyormuş. Bununla birlikte, seçeneklerinin bilincinde olarak (ki onlar da boğulmaktan daha iyi değildiler), tüm gücünü ve kuvvetini, yüzme yeteneğinin ardına koymuş.

Aralıksız yağan yağmur gittikçe kuvvetlenmiş ve Sakhubai akıntıya kapılmış. Akıntıyla birlikte nehrin aşağısına doğru sürüklenmeye başlamış, ama, daha evvel de belirttiğim gibi, yılmaz arzu gücü ve cesareti, nehrin biraz aşağısına sürüklenmiş olsa bile, ona diğer tarafa geçebilecek güç ve enerjiyi vermiş. Bu sırada, Solomon, sarsılmaz azmi ve yiğitliği sayesinde, güçlü akıntıya rağmen karşı tarafa sağ salim geçmeyi başarmış. Kuvvetle akan azgın nehri geçmenin imkansızlığını başaran Sakhubai her bir çocuğuna iyi olup olmadıklarını sormuş. Sonra arkasına bağladığı eşyalarını yerli yerinde olup olmadığına bakmış ve sırılsıklam olmalarına karşın eksiksiz olduklarını görüp memnun olmuş. Şimdi, hiç de kolay olmayan kendisini ve ailesini, nehir kıyısından 8 ila 10 km uzaklıktaki tren yoluna götürme işine gelmiş sıra. Bununla birlikte, biraz önce başardığı şeyden sonra, 8-10 kilometrelik bir uzaklığı yağmura ve çamura karşın yürümek ona kolay bir zafer gibi görünmüş.

En sonunda, Sakhubai ve çocukları tamamen sırılsıklam bir şekilde istasyona varmışlar. Hiç kuru elbiseleri olmadığı için bir ateş yakmışlar, birbirlerine sokularak oturmuşlar ve trenin gelmesini beklemişler.

Onu şimdi gözümde canlandırdığım zaman, büyükannemin görüntüsü, haksızlığa karşı savaşında sağlam ve içten inancının gücü ve cesareti ile dolu çok yüksek bir kişilik olarak ortaya çıkıyor; bir yandan büyük bir kahramanlık ve cesaret niteliklerine, diğer yandan da bir annenin çocuklarına karşı olan sevgisi ve yardımseverliğine sahip bir kişi. Tüm bu özellikler tüm çocukları için bir ilham kaynağı olmuştur. Bunu burada vurgulamamın sebebi, tüm bu nitelikler onun çocuklarına ve torunlarına, özellikle de Shri Mataji’ye nüfuz etmiştir.

O günlerde, Rahuri’yi Manmad’a bağlayan tek bir tren varmış. Şans eseri tren gecikmiş. Bu Sakhubai’yi endişelendirmiş çünkü akrabalarının şafak sökerken gelip onları bulma olasılığı çok yüksekmiş. Gökyüzünün doğusunda renkler amber kırmızısı olmaya başlamış bu da şafağın çok uzakta olmadığını gösteriyormuş. Üstelik yağmur da durmuş, bunun üzerine Sakhubai gözlerini kapamış ve dua etmeye başlamış, Her şeye Kadir Olan’a dua etmiş ve treni beklemiş. Gözlerini açtığı zaman aynı anda iki olay olmuş. Önce trenin geldiğini anons eden zil sesini duymuş ve aynı zamanda yavaşça yükselen güneşi görmüş. Kısa süre sonra tren gelmiş ve Sakhubai çocukları ile birlikte trene binmiş ve tren hiç gecikme yapmaksızın Rahuri’den ayrılmış.

Önce Manmad’a ulaşmışlar. Sakhubai’nin kocasının arkadaşı olan Mr. Chatre Manmad’da yaşıyormuş ve Sakhubai onun adresini biliyormuş. Ondan sonra Ujjain’e, erkek kardeşinin yanına gitmiş. İşte Ujjain’deki bu zor şartlar altında, 15 Temmuz 1993’de babam doğmuş. Yağmurlu bir günmüş ve bebek sabahleyin doğmuş. Normal bir doğum olmuş, çocuk ışık saçan, güzel  bir bebekmiş, teni çok açıkmış ve pırıl pırıl parlayan koyu renk gözleri varmış.

Sakhubai’nin kardeşinin hayatını nasıl sürdürdüğü bilinmiyor ama kendine özsaygısı olan büyükannem, dul kalmış bir kız kardeş ile onun beş çocuğunun ağır yükünü onun üstüne almasını kesinlikle doğru bulmamış. Bu nedenle kardeşi onu, İngiliz bir misyoner olan, Ujjain’e komşu şehir Indore’da yaşayan ve Indore’daki Hıristiyan Misyonu’nda üst düzey bir görevde çalışan Mr. Wilkey ile tanıştırmış.

Sakhubai’nin hikayesini duyunca ve kardeşini de bir süredir tanıdığı için, Mr. Wilkey büyükanneme İncilci Bayan işini teklif ederek ona yardım etmeyi önermiş. İşi, Indore’daki ve uzaktaki köyler de dahil olmak üzere Indore çevresindeki Hıristiyan evlerine gidip İncil’in kopyalarından satmakmış ve satıştan belli bir komisyon almakmış. Her bir İncil’in satışından dört annas yani çeyrek Rupi kazanacakmış. Bu işin diğer bir faydası da kilisenin avlusunda bedava kalabilmeleriymiş. Sakhubai doğuştan iyimser olduğundan, İncil-bayan olarak kazanacağı para çok az olmasına rağmen, işi kabul etmiş. Kendine saygısı olduğundan, kimsenin üstüne yük olmak da istememiş. Arada bir sattığı mücevherleri de varmış.

Sakhubai için böylesine bir konumu kabul etmek, bir hükümdarın karısı olarak sürdüğü kraliçe hayatının şahaneliğini ve görkemini terk etmek, alışkın olduğu saray gibi evden tek odalı bir eve taşınmak gibi yaşam tarzındaki birçok şeyden taviz vermek demekmiş. Şimdiki yaşamının gerçeklerinin farkındaymış ve bu nedenle de görkemli geçmişini aklından çıkarmış.

İncilci bayan olarak işi onun bir yerden bir yere sürekli dolaşmasını gerektiriyormuş. Tüm diğer çocuklar da okula gittikleri için bebek olan babama bakabilecek kimse yokmuş. Indore’un dışındaki daha uzak köylere gitmesi gerektiği zaman, babamı ya erkek kardeşine ya da Renukabai’ye bırakırmış.

Böylece Sakhubai yeni yaşamına başlamış. İncil satışlarından kazandığı paralar değişken, düzensiz ve yetersizmiş ama son derece tutumlu bir hayat sürerek çocuklarına ellerindeki ile yetinerek yaşamasını öğretmiş. Shri Mataji de son derece tutumlu ve sadedir. Bir kaldırım üstünde veya ormanda yaşayabilir. Aynı zamanda her bir kişinin de rahatına dikkat eder.

En büyük amcam, Solomon, annesinin yaşamakta olduğu zorluğu görebilmiş. Önünde, ona son derece başarı dolu bir gelecek garantileyecek parlak bir akademik kariyer uzanmaktaymış. Bununla birlikte, annesinin çekmekte olduğu güçlük ve mücadeleler karşısında kayıtsız kalmak onun karakterine uymuyormuş. Ve seçimini yaparak eğitimini yarıda bırakarak annesine yardım etmeye karar vermiş.

Böylece, bir gün yeterince cesaret toplayarak annesine kararını bildirmiş. Sakhubai onun derin sorumluluk hissinden ve ailesi için duyduğu kaygıdan son derece etkilenmiş. Bununla birlikte, daha üniversiteye bile girecek noktaya gelmemiş olduğundan, Sakhubai onun en azından bir üniversiteye girene kadar kararını ertelemesi için ikna etmiş. Tüm çocuklarını okutmak gibi  güçlü bir arzusu varmış ama onun bu arzusunu gerçekleştirecek kaynaklardan yoksunmuş. Tüm çocuklarının son derece parlak ve zeki olduklarını biliyormuş ve bu yüzden hepsinin özellikle de oğullarının olabildiğince yüksel tahsilli olmalarını istiyormuş. Günler geçtikçe, kazandıkları harcamalarının yanında devinimsiz kalmaya başlamış. En küçük oğlu Prasad büyümekte olan bir çocukmuş ve bunun için belli gereksinimleri varmış. Böylece Solomon’un hem eğitimine devam edebileceği hem de çalışıp para kazanabileceği bir iş bulması bir gereklilik halini almış.

Sakhubai misyon evinde kalıyor ve çocuklarıyla birlikte kiliseye daima gidiyormuş. Bir Pazar, Çanı çalan Kilisenin gündelikçisi gelmemiş ve rahip kilisenin tepesindeki koca çalı çalabilecek güçlü kuvvetli bir adam arıyormuş. Hep güçlü kuvvetli hem de iriyarı olan Solomon bunu yapabileceğini söylemiş ve çalı öylesine ritmik bir şekilde ve kuvvetle çalmış ki misyoner Mr. Wilkey ona, ayda cömert bir ücret olan 5 rupi karşılığında her Pazar çanı çalma işini teklif etmiş.

Böylece, başkalarının düşünen ve fedakar bir karaktere sahip olan Solomon’un uzun kariyeri kendinden küçük kardeşlerinin yaşamlarını düzene sokmak için başlamış olmuş. Bu Pazar işi onun için biçilmiş kaftanmış, çünkü ne okulunu engelliyor ne de, Kiliseye hizmet verdiği için ailesinin saygınlığını etkiliyormuş.

Ayda beş rupi çok dolgun bir ücret değilmiş ama kazandığı düzensiz ve sattığı İncil sayısına bağlı olan Sakhubai için gerçekten önemli bir fark yaratmış. Solomon’un maaşı düzenli ve kesinmiş. Böylece Sakhubai en azından aylık harcamalarını sağlayabiliyormuş. Annem bir keresinde bana, 19. Yüzyılın son on yılında pirincin bir rupiye 10 kudav (yedi kilo bir kudav’dır) olduğunu söylemişti, yani bir rupiye yetmiş kilo pirinç alabiliyormuşsunuz. Dolayısıyla iki rupiye aylık pirinç ve buğday tedarik edilebiliyormuş. Sonuçta, kocası zamanında çokça harcamış olduğu bu beş rupi Sukhubai için çok şey demekmiş ve ona maddi güven sağlıyormuş. Bir bir sattığı mücevherlerini de bir süre için satmayı durdurmuş.

Bu arada, Prasad Rao büyümüş ve annesine yardım edebilecek yaşa gelmiş. Dört yaşında küçük ev işleri yapıyormuş ve böylece Sakhubai’nin yardımcısı oluvermiş. Onunla dışarı gitme konusunda diretiyormuş, özellikle de sakhubai Indore dışına çıkacağı zamanlarda. Aslında Sakhubai buna karşı değişmiş ama belli bir yaşa geldiği için, evdeki bazı işleri yapma bahanesiyle Prasad’ı evde bırakmaya başlamış. Aslında bunun sebebi Prasad’ın bağımsız ve kendine yeten bir kişi olmasını istemesiymiş, çünkü eğer onu kendisine fazla bağımlı biri yaparsa, bunun Prasad’ın geleceği için hiç de iyi olmayacağını biliyormuş. Bu erken eğitim babamın gelecekteki yaşamında çok büyük bir rol oynamıştır.

Onun annesine karşı olan sarsılmaz inancı ile ilgili babam anlattığı bir hikaye vardır. Bir gün, bütün aile küçük bir nehir kenarına pikniğe gitmişler. Bütün amcalarım yüzmede ustalarmış ve nehre atlayıp yüzmeye başlamışlar. Beş-altı yaşlarında olan babam, yüzme bilmediği için doğal olarak nehrin kenarına gitmekten korkmuş. Ağabeylerinin verdikleri güvencelere rağmen suyun kenarına gitmeye cesaret edememiş.

Onun korkusunu hisseden Sakhubai ona gidip ağabeylerine katılmasını ve yüzmeyi öğrenmesini söylemiş. Prasad Rao boğulmaktan korkmadığını ama yüzme yeteneği olmadığını ifade etmiş. Sakhubai yine de çok kesin bir şekilde ona nehre gitmesini söylemiş ve ağabeylerinin onun yanında olacağı güvencesini vermiş. Onun güvencesi, şüphesiz, Prasad Rao’ya cesaret vermiş ama önce ırmağın sığ sularına gitmeyi göze almış ve sı ile oynamaya başlamış. Birdenbire büyük ağabeyi Solomon onu kucağına almış ve nehrin ortasına götürüp suyun içine bırakıvermiş. Prasad Rao dibe doğru gitmeye başlamış ve hava alma arzusu onu şoke etmekteymiş. Bununla birlikte, annesinin güvenceleri kendi cesareti ile birleşmiş ve hayatta kalma içgüdüsü uyuşukluğunu yenmiş ve ayaklarını çırpmaya başlamış.  Yukarı çıktığı zaman ağabeylerinin ondan biraz uzakta, nehrin aşağısında olduklarını görerek şaşırmış. Kıyıda durmakta olan Sakhubai ona denemesinin ve elinden geldiğince yüzmesini söylemiş. Onun sözleri yeniden bir güvence olmuş ve ayaklarını çırparak ve kollarını suda hareket ettirerek, kardeşlerini taklit etmeye çalışmaya başlamış. İşte ilk yüzme dersini böyle almış. Daha sonraları babam yüzme şampiyonu oldu.

Yüzme onda bir bağımlılık haline gelmiş. Kendi başına ve her fırsatta nehre gidiyormuş. Hatta banyo yapmak için bile nehre gider olmuş. Bununla birlikte, Sakhubai herhangi bir alışkanlığın kölesi haline gelmesin diye, onu hiçbir şeye bağımlı olmaması için uyarıyormuş.

Sakhubai’nin eğitimi işte böyleymiş. Bunun sonucunda tüm çocukları bağımsız ama disiplinin veya Sakhubai’nin öğrettiklerinin sınırlarını asla aşmayan kişiler olmuşlar. Sakhubai onlara aynı zamanda, nereden gelirse gelsin tüm haksızlıklara karşı savaşmayı da öğretmiş. Haksızlığı kabul etmenin korkaklık olduğuna sıkı sıkıya inanır ve çocuklarının asla korkak olmalarını istemezmiş. Çocuklarına dürüstlüğün değerini öğretmiş, onlara  kesin dürüstlüğün göreli değil mutlak bir terim olduğunu, bir kişinin ya tamamen dürüst ya da tamamen namussuz olabileceğini anlatırmış. Dürüst olmanın onları cesur ve yürekli yapacağını ve güçlüklere karşı kendilerine olan inançla birlikte göğüs gerebilmelerini sağlayacağını söylermiş. Sakhubai dürüstlükten asla taviz vermez ve en büyük günahın namussuzluk olduğunu anlatırmış. Onun bu öğretileri, özellikle yüzleştiği bu son derece fakir ortamda, çocuklarının karakterlerini şekillendirmede çok derece büyük rol oynamıştır.

Akıllı olmak, dürüstlük duygusu, işe karşı adanmışlık, haksızlıkla savaşmak için daima hazır olma ve insan değerine saygı çocuklarının karakteri haline gelmiş. Hepsi aynı zamanda son derece sevecen ve uysal çocuklarmış. Prasad Rao için, Sakhubai sadece bir ideal değil ama aynı zamanda bir esin kaynağı imiş ve o ne derse veya ne öğüt verirse bu onun için kutsal demekmiş.

Günler geçmiş, Prasad Rao Misyon Okuluna gitmeye başlamış. Okulunun ilk günlerinden itibaren bir öğrenci olarak niteliğini göstermeye başlamış. O sadece sınıf birincisi değil aynı zamanda, daha yüksek sınıflarda öğretilen uzman konuları da tartışabiliyormuş. Obur bir okuyucuymuş ve fotoğrafik bir belleğe sahipmiş. Detaylarda kılı kırk yarıyor ve hiçbir şey dikkatinden kaçmıyormuş. Shri Mataji’nin de istisnai nitelikleri vardır, hiçbir zaman çok fazla İngilizce’yi veya Hindi dilini ders konusu olarak çalışmamıştır ama okuma alışkanlığından dolayı her iki dilde de ustalaşmıştır. Onun da müthiş bir belleği ve son derece derin bir dikkati vardır.

Gerçek anlamda, babam kendi kendisinin öğretmeniydi ve kendisini yetiştirecek birilerine ihtiyacı yoktu. Oyunları nasıl kolaylıkla öğreniyorsa, derslerini de aynı kolaylıkla öğreniyormuş. Herhangi bir konu ile ilgili anlayışı öylesine iyi imiş ki, sadece zorluk çeken sınıf arkadaşlarına değil, aynı zamanda daha yüksek sınıftaki oğlanlara da yardım ediyormuş.

Öte yandan onun eğitimi hiç sorunsuz ve kolay olmamış. En büyük sorun ailenin fakirliği imiş. Gazyağı çok pahalı olduğu için, veya en azında om böyle olduğunu düşünüyormuş, geceleyin çalışmak için yağ lambasını yakamıyorlarmış. Sonunda, akşam saat 21:00’den sonra, dışarı çıkar ve bir sokak lambası altında çalışırmış. Bir kural olarak evin ışıkları akşam yemeğinden sonra sönermiş, ve bu nedenle Prasad Rao ya sokak lambasının altına ya da yağ lambası yakma lüksünü kaldırabilen bir arkadaşına gidermiş.

Çocuklarına sokak lambası altında çalışmasının hikayesini anlattığı bir gün, ağabeyim ona, bu kadar parlak bir talebe olduğuna göre, bu kadar çok çalışmasına ne gerek olduğunu sorduğunu hatırlıyorum. Babam, çalışmak zorunda olduğunu, başka bir alternatifi olmadığını söyledi,   çünkü sınıfın sürekli olarak birincisi olduğu takdirde burslu okumaya hak kazanıyordu. Bursunu kaybettiği takdirde ailesinin bunu telafi etmesi çok güç olacaktı ve asla ödün vermek istemediği eğitimini yarıda bırakma endişesi taşımaktaydı. Okumak istemişti; sadece zekasının ve bilgisinin hakkını vermek için değil ama aynı zamanda ailesi, özellikle de Sakhubai ve en büyük ağabeysi tarafından yapılan özverinin boşa gitmeyeceğinden emin olmak için de. Bu nedenle öğrenimini asla tehlikeye düşürmemiş ve tatiller de bile çalışırmış.

Böylece aile son derece güç koşullar altında yaşamaya devam etmiş ve Prasadrao da her sene sınıfının birincisi olmaya devam etmiş. En küçük ağabeysi David ve ondan bir büyüğü olan Shantvan da öğrenimlerine devam etmişler. Bununla birlikte Solomon, üniversiteye girdikten sonra eğitimini bırakmak zorunda kalmış ve ona teklif edilen ilk ve tek iş Chhindwara, Danielson Orta Okulu’nda öğretmenlik işi imiş. Babamın ikinci kız kardeşi Shantabai ile evlenen Sayın C.D. Zadhav Chhindwara Lutheran Kilisesi’ne bakıyormuş. Kendisi çok ünlü bir şairdir ve Hindi kiliselerinde şimdi bile söylenmekte olan Hindi dilinde bhajanlar ve ilahiler yazmıştır. Sayın Zadhav Solomon  Amcaya bir mektup yazmış ve  Danielson Orta Okulunun boş bir yer varmış ve burası için, yerini hak edecek Hıristiyan bir aday aradıklarını bildirmiş.  Solomon öncelikle öğretmen olarak işe başlamış daha sonra okulun başöğretmeni olmuş. Maaşı pek kazançlı değilmiş ama düzenli bir gelirmiş ve bu da Sakhubai’ye çok büyük mali yardım sağlamış. Chhindwara’da tutumlu bir yaşam süren Solomon her ay kendi ihtiyacı olanı aldıktan sonra maaşının geri kalanını ona yollarmış. Bu tüm diğer kardeşlerde büyük bir etki bırakmış. Birkaç yıl sonra Shantvan rao da öğrenimini tamamlamış ve kabul edildiği okulda kendisine bir iş verilmiş.

Solomon Shevantibai Saunsare ile evlenmiş. Onu takiben Shantwanrao da Shevantibai’nin küçük kardeşi Prembai Saunsare ile evlenmiş. Babam Prasadrao, ve ağabeyi David, anneleri ile beraber daha yüksek öğrenim görmek üzere Indore’da eğitimlerine devam etmişler. Ağabeylerini görmek için sık sık Chhindwara’ya giderlermiş. Bu ailedeki en önemli özellik birbirlerine olan saygıları ve Salves aile ağacının gelişmesinde çok önemli rol oynayan sevgi bağı imiş.

Tüm erkek kardeşler spora meraklıymışlar ve kriket, hokey, futbol ve diğer oyunları oynamışlar. Üçüncü erkek kardeş David, lisede öğrenciyken bile, Indore’un polis şefi, ki bir İngiliz’miş, David’in kriket oyunundaki yeteneğinden ve çevikliğinden çok etkilenmiş. Dolayısıyla David’e, polis teşkilatına katılmasının mümkün olup olmadığını sormuş. David büyük bir istekle teklifi kabul edince David’e ertesi gün bürosunda kendisi ile buluşmasını istemiş.

Onun kavrama ve bilgisini sınamak için Polis Şefi kendisinden polis günlüğünü okumasını istemiş. Polis güncesindeki yazılar, genel kural gereği çok dağınık ve kolayca anlaşılamayacak şekildeymiş. Hatta bazen günlüğü yazanın kendisi bile kendi el yazısını çözemediği söylenirmiş. Neyse ki david amca, kendisini hatırladığım kadarıyla, anında aklını kullanabildiği kadar şakacı ve nüktedandı da. Sanki her kelimeyi biliyormuşçasına günlüğü okumaya başlamış. Netice mükemmel akıcı bir konuşma ile sonuçlanmış. Bundan son derece etkilenen Polis Şefi de kendisine polis memuru olarak derhal işe alınmasını teklif etmiş. Babam, benim mizahiliğimi, nüktedanlığımı her zaman David amcanın ki ile karşılaştırırdı. Çünkü, onun gibi, mizah yeteneğim olsa da, erkek ve kız kardeşlerime pratik şakalar yapmam ile de bilinirdim. Shri Mataji de, evliliğinden sonra bile, büyük bir mizahi kişiliktir, tüm arkadaşlarıma son derece nazik ve kibardı ve onları çok ince mizahi yönüyle güldürürdü.

Ben, Onun  bir kimseye kızdığını asla gözlemlemedim. Hatta son olarak Kendi kitabını yazdığı zaman bile, ki bu batılılara çok kuvvetli ve derin geliyordu, öylesine bir mizahla anlatıyordu ki, kitabı bir an bile olsa yere koyamıyordun.

Bu vakitlerde, en büyük kardeş Solomon amca, Chhindwara’da ilahiyat fakültesine, din öğretimi dersleri vermek üzere göreve tayin edilmiş. Çünkü kendisinin derin bir din bilgisi varmış. Shantvan amca, ortaokulda başöğretmen olarak onu izlemiş ve daha sonra da babam Indore’daki Hıristiyan kolejinden mezun olmuş ki bu kolej Kalküta Üniversitesine bağlıdır. Öğrenirken aynı zamanda para da kazanıyormuş. Ben onun, talebelik günlerine ait bir hikayesini anlattığını hatırlıyorum. Öğretim ve burs parasından RS. 10 kadar bir miktarı biriktirmiş ve ayakkabılara çok meraklı olduğundan, Rs. 8 kadarı ile bir çift pahalı ayakkabı satın almış. Bunu elde etmesinden ötürü çok mutluymuş ve bunu ailesiyle de paylaşmak istemiş. Eve geldiğinde, annesi tarafından karşılanmış ve elleri ile sıkı sıkıya taşıdığı kutuda ne olduğunu sormuş. O, gayet gururlu bir şekilde, kendi biriktirdikleriyle bir çift ayakkabı aldığını söylemiş. Annesinden övgüye layık bir şeyler söylemesini beklemiş. Annesi, çok disiplinli ve bilge kişilikli bir kimse olarak babama, o ayakkabıyı geri götürmesini, tüm erkek kardeşlerinin terlik ve çarık giydikleri bir durumda kendisinin ayakkabı giymesinin hakkaniyete sığmayacağını söylemiş. Babam da bu durumu fark etmiş ve ayakkabıları iade etmiş, RS. 10’u annesine vermiş ve mezun olana kadar da asla bir daha ayakkabı almamış. Bu, Sakhubai’nin içinde yaratmış olduğu fedakarlık duygusunu uyandıran bilgeliğine bir saygı tezahürü idi.

Okul ve kolej günlerinde, babamın kendisine yardım etmeyi çok isteyen bir sürü arkadaşları varmış. Bunların arasından her zaman birini tercih edermiş. Adı Jal imiş. Zerdüşt dini inancı taşırmış. Jal her zaman iki kişilik öğle yemeği getirirmiş, annesine iştahının arttığını söyler ve yemeğini babamla paylaşırmış. Jal’in annesi, oğlunun öğle yemeğindeki iştahının niye akşam yemeklerinde olmadığını her zaman merak edermiş. Babam, Jal’in annesine, boş mideyle daha uzun zaman derslere çalışabildiğini söylediğini anlatırdı. O her zaman ışığı açık uyurmuş ki anne ve babası onun hala ders çalıştığını zannederlermiş.

Indore Hıristiyan Koleji günlerinde babam, bir kaç rekor da kırmış. Müthiş zekası, okul müdürü Dr. Wilkey tarafından fark edilmiş (Dr. Wilkey, Ujjain’deki Mr.Wilke ile karıştırılmamalıdır), ve her zaman daha iyisini yapması için de cesaretlendirirmiş. Arkadaşı jal, çok fazla zeki bir öğrenci değilmiş ve babam onu eğitirmiş. Kolej arkadaşlarından bazıları ise şunlardı: Bay W.R. Purnik, ki kendisi yüksek mahkeme yargıcı oldu, Bay Kaore ve Bay Garud, ki sonunda bu kişi Nagpur’a gelmiş ve Seva Sadan Lisesi olarak bilinen okulun sorumlusu olmuş. Bu okula çok sonraki yıllarda Shri Mataji üniversite girişi için kaydoldu. Mr. Kaore okul bittikten yirmi sene sonra özellikle babamı yeniden görebilmek için gelmişti. Kendisi banyoda şarkı söylemesi ile tanınırmış. Ve babam her zaman şakayla ona banyonun onun müziğine alışıp alışmadığını sorarmış.

Babam mezuniyet için çalışırken, ona matematik dersi verilmiş. Fakat her nedense, çok hastalanmış, sınava girememiş ve bu yüzden matematikten kalmış. Ondan sonraki sene, Sanskritçe dersiyle değiştirmiş. Matematiği çok iyi bildiğini düşündüğünden, Sanskritçe gibi bir başka dersi almaktan da kendini alıkoyamamış. Babam tüm lisanlarda mükemmeldi ve özellikle de Sanskritçe’de. Yirmi altı lisan biliyordu ama ancak 14’ünde mükemmeldi. Mezuniyetinden sonra babam, bir çok işte çalışmış, Indore’daki lisede öğretmenlik bunlardan biriymiş. Manipuri Farookhabad’ta bir süre, Jhansi’de ve şimdi. Uttar Pradesh gibi bir sürü yerde çalışmış. Sonunda Agra’daki St. John’s Lisesi’nde öğretmen olmuş. Babam, özellikle Agra’yı seçmiş. Çünkü Agra’nın Hukuk Fakültesi gibi bir avantajı varmış ve onun da en büyük isteği avukat olmakmış.

1906 yılında, anne tarafından amcasının kızı Karunabai ile evlenmiş. Shri Gaikwad, Maharashtralılarda, mülkü korumak için bir gelenekti. 1908’de ilk kızının doğması ile kutsanmış. Ona Urmilla ismini vermiş. Öğrettiği sürece aynı zamanda hukuk okumuş. Bu büyük özveri isteyen bir işmiş. Çünkü okumuş olduğu bölüm çok geniş kapsamlı ve derinmiş ve onun zamanı işi, ailesi ve okuması arasında paylaşılmış. Babam, Agra’daki hukuk fakültesini, hukuk sınavlarını başarıyla vererek geçmiş (ki bu hukuk fakültesi, Allahabad Üniversitesine bağlıymış), fakat öğretmen olarak çalışmaya devam etmiş.

Tüm aile, yazın Chhindwara’sa bir araya gelirmiş. Bir ziyaretinde Solomon amca, babama oraya gelip hukuk tahsil etmesini önermiş. Solomon amca babama çok bağlıymış ve onun aileden uzakta kalmasını istemiyormuş, zaten ailenin çoğu bir sürü nedenden ötürü Chhindwara’ya taşınmış. Babam da sonunda, 1914 yılında Chhindwara’ya göç etmiş, ki bu tarihlerde üç çocuğu daha olmuş. Vimila, Ashwini ve Kamala. İki erkek kardeşine ve bir kız kardeşine ki bunlar halihazırda Chhindwara’daymışlar, son derece bağlıymış. Dolayısıyla Chhindwara’ya yerleşmesi için, özellikle buranın cazibesi fazlaymış.

Bu, birinci Dünya savaşının çıktığı ve babamın hukukçuluğa ilk başladığı zamanlardı . babamın ne kadar popüler ve sevilen bir kişi olduğunu da hesaba katarsak, Chhindwara şube müdürü yardımcısı babamdan “acemilerin yetiştirilmesi” görevini almasını istemiş. Ve o da bunu kabul etmiş.

Babam 1918 savaşının sonuna kadar bu işte çalışmış. 1919 yılında, üstün çalışmasının ödülü olarak “Rao Sahib” ünvanını elde etmiş. Ayrıca, Hindistan’ı ziyareti sırasında, Kral 5. George’a da takdim edilmiş. İşinin ehli olması nedeniyle, ilave bir iş olarak da Şube Müdürü Yardımcılığı görevi kendisine teklif edilmiş. Ancak babam, meslekte olmayı, hizmette olmaya tercih ettiği için bu görevi kabul etmemiş.

Karunabai, sosyal bir işçi olmaktan öte, çok yetenekli bir kişiymiş. İğne ile işleme sanatında ço iyi imiş. Chhindwara’da bir işleme ve el sanatları sergisi açılmış ve Karunabai çok güzel bir sepet yaparak birinci olmuş. Chhindwara E.L.C.’de rahip olan Bay Danielson’ın kızı (Bayan Lemmon) ile Karunabai yetişkinler için bir sınıf açmışlar ve bir çok bayan da İngilizce öğrenmek için bu sınıfın öğrencisi olmuş.

Savaştan sonra babam, Chhindwara’daki ceza hukuku avukatlığına yeniden başlamış. Hukuki işleri çabuk kavraması ve üstün zekası nedeniyle, önceleri Rai Bahadur Mathura Prasad isminde çok ünlü bir ceza hukuku avukatının yardımcılığını yapmış. Bu avukatın unutkanlığı ile ilgili benim de bir tanesine tanık olduğum pek çok hikayesi vardır.

O günlerde, günümüzde olduğu gibi, devletin daimi bir baş savcısı yoktu. Bugün, savcılar, müdde-i umumiler, bir çok dava avukatlarımız ve bunun gibi, devlet adına dava açan ve yürüten insanlarımız vardır.

Her nasılsa, Birinci Dünya Savaşı sırasında, hükümet, devlet adına dava açması için, ünlü bir avukattan bu işi yapmasını istermiş. Ünlü olması nedeniyle de, Devlet Rai Bahadur Mathura Prasad’a bir sürü davasıyla uğraşması için görev verirmiş. Ama o çoğunlukla, devlet safında yer alacağına, cinayetle suçlanan kimsenin dosyasını kabul eder ve o kişinin müdafa avukatı  olarak devletle mücadele edermiş.

Celsenin yapılacağı gün, babam, onun bu unutkanlığını bildiğinden, ona, onun suçlama değil müdafaa yapacağını hatırlatmış. Rai Bahadur celse başladığında müdafaa yapacağını unutmuş ve suçlama yapmaya başlamış. Babam olayın yanlışlığını hemen fark etmiş ve Rai Bahadur’un cüppesini çekip ona müdafaa avukatlığı yapmasını hatırlatmak istemiş, ancak Rai Bahadur Mathura Prasad çok akıcı konuşuyormuş ve babamın ikazlarına dikkatini vermiyormuş. Cübbesini çekmekle bir yere varamayınca, babam ayağa kalkmış ve bir şey söylemek istemiş. Rai bahadur onu azarlamış ve yerine oturup konuşmasını kesmemesini söylemiş. Mahkemedekiler buna çok şaşırmışlar ve bu olay bir tür karışıklığa yol açmış. Durumun ciddiyetinin bilincine varan babam, Rai Bahadur Mathura Prasad’ın tüm protestosuna rağmen, onun kulağına yüksek sesle, orada suçlamak için değil müdafaa yapmak için bulunduğunu fısıldamış. Mathura Prasad o anda yanlışının farkına varmış. Ancak çok ünlü bir hukukçu olması nedeniyle yanlış yaptığını kabullenmesi çok zor olduğundan, bir an durmuş ve sonrasında büyük bir sihirbaz edasıyla : “Değerli Hakim, bunlar savcılığın iddianamesindeki iddialarını teşkil ediyordu. Şimdi izin verirseniz bunlara göre müdafaamı yapmak istiyorum” demiş.

Mathura Prasad, müşterilerinden alması gereken ücretler için de çok ince ve nazik bir şekilde para tahsilatı yapması ile de ünlüymüş. Bir çok müşterisi tahsil görmemiş, kırsal kesimden vatandaşlarmış. Ve onun normal avukatlık ücretini vermekten sarf-ı nazar ediyorlarmış. O da bundan dolayı, çok değişik bir yöntemle, bu paraları toplamanın yolunu bulmuş. Bunun için, masanın üzerinde 3 çeşit mürekkep hokkalı kalemi varmış. Birinci set tahtadan, ikincisi gümüşten ve üçüncü set de altından yapılmış kalem ve hokkası imiş. Rai bahadur müşterilerin dava dilekçelerini yazarken hangi mürekkepli kalem ile yazılmasını istediklerini onlara sorarmış. Tahta kalemle yazıldığında 2 rupiye, gümüş kalem ile yazıldığında 3 rupiye ve altın kalem ile yazıldığında 5 rupiye mal olacağını söylermiş. Bunun üzerine müşteri, hangi kalem ile en güzel dava dilekçesi yazılacağını sorar ve o da altın kalem ile yazılırsa asla kaybetmeyeceklerini söylermiş. Bu şekilde her dava dilekçesi için 5 Rupi para alırmış. Babam, böyle bir yöntemin adil olmadığını dile getirdiğinde ise, Rai Bahadur bu yöntemin müşteriden devamlı para istemek yerine bir kerede ve tümünün tahsilatı yapıldığında hiç de adaletsiz olmayan bir yöntem olduğunu savunurmuş.

Kısa bir süre içerisinde babam aranılan bir ceza avukatı olarak isim yapmış. İşi Nagpur’a çok sık ziyaret etmesini gerektiriyormuş ve bunun için de bir araba satın almış. Babam aynı zamanda Nagpur’un ana caddesi üzerinde kendisine bir de ev inşa etmiş. Bu ev Shri Mataji’nin doğduğu evdir.

1919 yılında Karunabai çok hastalanmış. 27 Ağustos 1919’da, tüm akrabalarını, arkadaşlarını ve yakınen tanıdıklarını son bir kez görmeyi istemiş. Çünkü daha fazla yaşamayacağını seziyormuş. Babam tüm akrabalarına, arkadaşlarına ve tanıdıklarına haber göndermiş ve 150 kişiyi aşan bir topluluk ona veda etmek için toplanmış. Ve Rai Bahadur Mathura Prasad geldiğinde, ona kocasına ve çocuklarına bakması için vasiyette bulunmuş. 29 Ağustos 1919’da tüm gelenlere, o gün bu dünyayı terk edeceğini söylemiş. Onlardan ağlamamalarını ve üzülmemelerini istemiş. Çünkü bunlar onun ruhani aleme geçişini geciktirecekti. Bundan sonra sağ kolunu havaya kaldırmış ve üç parmağı ile gökyüzünü işaret etmiş. Bu işaret daha sonra, onu almaya gelen Tanrının elçilerini gördüğünün işareti olarak yorumlanmış. Karunabai’nin Marathi dilinde söylediği son sözler “Deva mala ghe” imiş. Yani, “Tanrım beni lütfen kabul et.” Ve son nefesini vermiş. Ölümü babam, amcalarım ve yengelerim için büyük bir çok ve acı olmuş. Çünkü Karunabai sevgi dolu tabiatından ötürü herkes tarafından çok sevilen ve değerli bir insanmış.

Karunabai’nin ölümü esnasında yaşça en büyük kızı Urmilla henüz 11 yaşında ve en küçük oğlu Sushil ise henüz 3 yaşındaymış. Bu nedenle bakıcı bir bayana ihtiyaç duyulmuş. Tüm amca ve yeğenlerim cenazeden sonra bir müddet orada kalmışlar ancak kendi aileleri de olduğu ve dönmeleri gerektiğinden babamı yeniden evlenmesi için ikna ettikten sonra oradan ayrılmışlar.

Genç bayan Cornelia Jadhaw Nandgoan’dan babası ile birlikte Nagpur’a gelmiş. Nandgoan, Devnadi’nin (Shrigoan’ın Dev nehri) karşı tarafındadır. Shivaji’nin annesi Malojirao’nun Aurangzeb tarafından zulme uğradığı iddia edilir. Dolayısıyla kendisi ve oğlu, yardım bulmak için Shalivahana’lara gelmişler. Her nasılsa, Aurangzeb, Devi’nin öğrencileri Shalivahana’lardan korktuğu için Maloji krallığına giremiyordu. Ve Shalivahana’ların soyundan gelen ve kendilerine Salveler denilen kimselerin güvencesine sığındılar.

Genç bayan Cornelia Jadhaw, Poona’daki Ferguson Koleji’nin matematik bölümünde iftiharla mezun olmuştu ve Nagpur’daki St. Ursula Yüksek Okulu’nda müdürelik yapmak istiyordu. Kendisi Wrangler Paranjpe’nin öğrencisiymiş ve o günlerde, onun mahiyetindeki tek bayan imiş. Corneliabai, ki onu tanıyan herkes böyle çağırırdı, 20 Aralık 1892 senesinde, Nandgoan’da Rahuri yakınında doğmuş. Bu köy, Shivaji’nin büyükbabası ve oğlu (Jadhav)’a iyi vakit geçirmeleri için (Nand, iyi vakit geçirmek demektir) Shalivahan’lar tarafından verilmiş. Ahemad Nagar’daki ilk öğretiminden sonra, ki orada kütüphaneci olan babası ile birlikte kalıyormuş, mezun olmak için Pune’ye gitmiş. Ailesinin, onun tek bayan öğrenci olması ve büyük şehir yaşamına yabacı olması nedeniyle yapmış oldukları tüm karşı çıkmalara ve her şeye rağmen bunu gerçekleştirmiş. Corneliabai, tüm protestolara karşı koymuş ve koleje girmiş.

O günlerde kızlar çok nadir üniversiteye gidiyorlarmış, dolayısıyla hem ailesinin hem de toplumun getirmiş olduğu katı muhalefete karşı çıkmış. Cornaliabai’nin matematik bölümünden mezun olabilme arzusu; her ne kadar büyük karşı çıkmalar olursa olsun, bütün bunların üstesinden gelmiş.

Cornaliabai, mükemmel bir akademisyen ve matematiğe karşı olağanüstü yetenekli biriydi. Hint matematikçileri arasında söz sahibi olmuştu ve hatta hatırladığım kadarıyla, Hint matematik yazarlarından Jagat Guru Shankaracharga’yı bir keresinde öne sürmüş olduğu teorisinin bir yanlışını bularak ve kendisinin de bundan dolayı fikrini değiştirerek ikna etmişti. Sanskritçe’de mükemmeldi ve Pisagor’un ünlü geometri teorisinin Hindistan’da çok daha önceden bilindiğini söylemişti. Sanskritçe’de ilim sahibiydi ve eski Hint kültürü mısra ve cümlelerini çok iyi kullanıyordu.

Corneliabai babası tarafından çok disiplinli bir şekilde yetiştirilmişti. Dolayısıyla kusursuz davranışları vardı. Temizliğe çok düşkündü ve bu özelliği kendisi ve çocukları (bilhassa da benimle) arasında anlaşmazlıklara yol açıyordu. Son derece muhafazakar ve davranışlarında sade ve tutumluydu. Ancak, ideolojik olarak çok geniş görüşlüydü. Kendi muhafazakarlığı, tutumlu ve sade davranışları hakkında bizlere hikayeler anlatırdı. Bir tanesini anımsıyorum:

Nagpur’a, St. Ursula okulunun müdüresi olarak geldiğinde, kendisine ayda 125 Rupi gibi mükemmel bir maaş, tamamı döşeli tek katlı bir ev ve ihtiyaçlarını karşılaması için bir de yardımcı verilmiş. İlk ayın sonunda, kendisine maaşı ödendiğinde, okul yönetimine gitmiş ve 100 rupiyi geri vermiş. Çünkü kendisi tüm ihtiyaçlarını 25 Rupi ile karşılamıştı. Okul yönetimi onun bu hareketi karşısında şaşırmış ve onu takdir etmiş. Ancak onun düşük bir maaş alması diğer tüm çalışanların maaş takdiri yapısını bozacağından, onu maaşının tümünü alması için ikna etmişler. Onun bu mahafazakar davranışları çocuklarının karakter yapılarını oluşturmasında da büyük rol oynadı. Corneliabai’nin kalitelerinden birisi de dürüstlüğü ve açık sözlülüğü idi. Dürüsttü çünkü mutlak Tanrı inancı vardı. Açık sözlü ve samimi idi, çünkü korkusuzdu ve hiçbir şekilde kayırmaz ve kayırılmayı istemezdi.

Teyzemin çok fazla ısrar etmesi sonucunda, babam yeniden evlenmeye karar verdi. Müşterek bir dostumuz aracılığıyla teklif Bay Jadhav’a iletilmişti. Bay Jadhav emekli olmuş ve annemle birlikte yaşamak üzere Nagpur’a yerleşmişti. Corneliabai, daha önce hiç evlenmemişti. Çünkü akademik vasıfları o kadar yüksekti ki, onun denginde ve en az onun kadar akademik vasıf ve niteliklere sahip Hıristiyan erkekler arasında bir aday yoktu. Teklif, Bay Jadhav’a getirildiğinde, büyük bir memnuniyet ve huzur duymuş, ancak annemin de onayının alınması gerektiğinden, teklifi ona da götürmek istemiş. Annemin ikna olması için çok önemli noktalar vardı: önerilen damat adayı 5 çocuklu bir duldu. Ancak çok yüksek bir akademik kariyeri olan, yakılıklı, genç, hayatta belirli bir konuma sahip, Tanrıya büyük inancı olan ve kesinlikle alkollü içki kullanmayan biriydi.

O, kendine göre avantajlı noktaları ve dezavantajlı noktaları tartmıştı. Sonraları babamla evlenmesini sağlayan iki önemli şeyin onun kararını pozitif yönde etkilediğini anlatmıştır. Birincisi onun mükemmel bir kariyere sahip olması ve çok iyi ve başarılı bir avukat olması ama ikincisi ve daha önemlisi ise; Tanrıya mutlak şekilde inanması ve alkol kullanmaması idi. O aynı zamanda, çok küçük bir yaşta annesiz kalan çocuklara karşı da müthiş bir şefkat duygusu besliyordu ve aynı zamanda kendi yaşlanan babası da, onun babamla evlenmesini çok arzu ediyordu.

Babam onun bu halini çok iyi anlayabiliyordu ve onunla baş başa konuşmak istemişti. Fakat annem o kadar muhafazakar idiydi ki, onun bu yöndeki tekliflerini reddediyordu. Ben bir keresinde babamın yakışıklılığı karşısında annemin çarpıldığı konusunda şaka yaptığımı hatırlıyorum. Benim bu şakamı bir tarafa iterek annem, babamla birçok diğer nedenlerden ötürü evlendiğini ve genç neslin bu şekil derin bir ilişkinin sebebini anlayamayacağını söyledi.

En nihayet, bir sürü görüşmelerden sonra 21 Haziran 1920’de Chindwara’daki E.L. kilisesinde evlendiler. O tarihlerde Corneliabai düzgün fiziğe sahip çok tatlı bir hanımdı; babam ise sağlam, güçlü ve sportmen yapılıydı. Evlilik fotoğraflarından gördüğümüz kadarıyla, onlar birbirleri için yaratılmışlardı.

Bir vakit sonra Corneliabai Chindwara’ya taşındı ve babam ile birlikte aile hayatı yaşamaya başladılar. Ev kadını olarak ve üstelik 5 üvey çocuk ile, onun işi bir hayli zordu. Özellikle en küçük çocuk, Sushil, doğuştan epilepsi hastası idi ve akli büyümesi gelişmemişti. Ayrıca ilk devreler çocukların protestosu ile karşılaşmıştı, ancak zaman geçtikçe onları ve onların kendisine olan güvenlerini kazanmayı başardı. 18 Mart 1921 yılında ilk erkek çocuğunun doğumu ile birlikte kutsama aldı. Aynı tarihlerde de babam Rai Bahadur Mathura ile birlikte çalışmasına son verdi ve kendi işini kendisi devam ettirme kararı aldı. Çok kısa bir süre içinde, Chhindwara’nın en önemli ceza hukuku avukatı olmuştu. Annem, Corneliabai, o da imtihanlarını bitirmek istedi ve Nagpur’daki hukuk kolejine girdi ancak aile sorumluluğu ve yapması gerekenler nedeniyle hukuku bitiremedi.

Babam, Chindwara’da 1921 yılına kadar kaldı. Kaldığı süre boyunca da şehrin hizmetinde, bir sürü aktif hizmetlerde bulundu. Chindwara belediye meclisine seçilmişti ve hatta, Rai Bahadur Mathura Prasad’ın başkanı bulunduğu mecliste, başkan yardımcılığı görevinde iken, diğer şehrin önde gelen kişilerinin de kararıyla, bir kadın hastanesinin yapımına olan son derece yüksek bir arzu ve ihtiyaç doğrultusunda Chindwara’da böyle bir hastanenin inşa edilmesine ön ayak olmuştu. Babam böyle bir hastane için yalnızca yüksek bir miktarda para bağışı yapmakla kalmadı, ve bu günlerde bile popülaritesini kaybetmeden, çok hayırlı işler başaran kadın hastanesinin, bizzat inşaatında da görev almıştı.

Bayan Dr. Macleam, ki İskoçyalı idi, hastanenin ilk tıbbi başkanlığını yapmıştı.

Chhindwara’nın kömür havzaları kuşağında olması nedeniyle bir sürü İngiliz ve Avrupalı da bu madenlerde çalışıyor ve şehrin etrafında yaşıyorlardı. Bu sıralarda, yalnızca kendilerinin, yani İngiliz ve Avrupa kökenli insanların üye olduğu bir kulüp de kurmuşlardı. Oysa Chhindwara’nın spor seven Hintli vatandaşları da kendi kulüplerini kurmaya karar verdiler. Chindwara şehri orta Hindistan’da Satpuda sıradağlarının plato düzlüğünde bulunduğu için de kulüplerine “Plato Kulübü” adını vermişlerdi. Daha önceden de belirttiğim gibi, babam ve amcalarım çok düşkün oldukları için, hepsi kulübe üye olmuşlardı. Kulübün çok maddi imkanları olmadığı için, açık bir alanı kriket sahasına çevirmişlerdi. Çok geçmeden kulüp çok popüler olmuştu ve Nagpur’dan bir takımı da davet etmişlerdi. Bu takımda bir sürü yıldız sporcu bulunmaktaydı, örneğin Bhau Sahib Bhide, Yarbay Nayadu (o zamanlar Kankaiya olarak biliniyordu) ve Sylvester Chaube (Chobbs olarak bilinirdi). Yarbay Nayadu bir sürü altılıyı isabet ettirerek, yüz hedefine vardı. Babam ve Bay Benton (ilave oyuncu) Chindwara için oynadılar ve onlar da bir sürü altılıyı vurdular.

Babam hiç alkol almayan bir kişi olarak, Plato Kulübünün diğer üyelerini de ikna ederek, hiç kimsenin kulüp sınırları içerisinde alkol kullanmamasını sağlamıştı. Ancak, başlangıçta bu duruma itiraz eden üyeler olmuştu. Fakat kulüp başkanı Rai Bahadur Mathura Prasad’ın da desteğiyle, tüm üyeler kulüp sınırları dahilinde alkol kullanılmaması prensibini kabullendiler. Bir çok toplantı ve yemekte sırf alkollü içki servis edildiği için babam bu toplantıları terk etmek durumunda kalmıştı. Babamın memleket sevgisi, onun spor sevgisi kadar fazla idi. Memleketini ne kadar çok sevdiği, şimdi belirteceğimiz bir kaç olayda bile kendini göstermektedir.

Ünlü Ali kardeşler, anneleri ile birlikte Chindwara’da ev hapsinde tutuluyorlardı. Şehri çevreleyen Chakkar yolu üzerinde tek katlı bir ev, onlara tahsis edilmişti. Bizler de o sıralarda, Harrai’nin Jagirdar’ında tek katlı bir evde ve onlara çok yakın olarak yaşıyorduk ve Ali kardeşler, hemen hemen her gün bizleri ziyarete geliyorlardı. Babamın ve Ali Kardeşlerin bu samimi ve sıkı görüşmelerine tanık olan Chindwara S.P.’si, ki bu zat bir İngiliz’di, babamdan bu kardeşlerin ileriye dönük anti-İngiliz planlarının (ki bu hareketlere Khilafat hareketleri deniyordu) olup olmadığını, aralarındaki bu samimi arkadaşlık ve dostluğu da kullanarak meydana çıkartmasını istemişti. Babam, İngiliz’e cevap olarak; “Şayet İngiliz’lerin (anti-milliyetçi faaliyetleri savunan kişilere vermiş oldukları) Rao Sahib payesi/nişanı bile bana verilmiş olsa, memleketime ve vatandaşlarıma ihanet edeceğime, bunu anında reddederdim” cevabını anında vermiş ve bu uygunsuz teklifi kesinkes reddetmişti.

Onun milliyetçiliğinin göstergesi bir başka olay ise; onun milliyetçi hareketlere katılmasından önce cereyan ettiği nedenden ötürü önem kazanmaktadır. Ancak, bir diğer neden ise, onun bütün karakteri ve kendinden üstün gördüğü vatanı için, kendini adamışlığıdır. Ve bu vasıfları ilerki tarihlerde oluşan “bağımsızlık mücadelesi”nde kendisinin ne kadar önemli görev aldığının göstergesi olmuştur. 1921 senesinde merhum Sarojini Naidu (ki kendisine Mahatma Gandhi Hindistan bülbülü lakabını takmıştır), kongrenin en önemli liderlerinden biriydi, Nagpur’daki bir konferansa katıldıktan sonra Chhindwara’yı ziyarete gelmişti. Bir ekstra Müslüman polis şube müdür vekili, polis şefi tarafından Sarojni Naidu’nun konuşmalarından notlar alması ve kendisine bilahare rapor vermesi için atanmıştı. Bu yetkili babamdan biraz ötede oturuyor ve babam gibi konferansı izliyordu. Ve şüphesiz ki bu tür görev üstlenen polis teşkilatından başka kimseler de vardı. Ancak bu Müslüman ekstra polis şube müdür vekili Sarojini Naidu’nun heyecanlandırıcı ve güçlü konuşmasına yenik düşmüş, ve notlar alacağına konuşmayı izleyenler gibi hararetle onu alkışlıyordu. Onun bu davranışı diğer polis memurlarının dikkatini çekmiş ve Polis Şefi’ne rapor edilmişti. Meselenin anlatılması kendisinden istendiğinde, ekstra Müslüman polis şube müdür vekili şu şekilde izahat verdi: Şayet raporumu okursanız, onun tüm konuşmasını kelimesi kelimesine vurguladım. Yaptığım bu şey, ancak ve ancak Sarojini Naidu’nun konuşmasını bilfiil yaşayarak ve hissederek oluştu. Bu rapor babama anlatıldığında, onun cevabı ise kısa ve netti: Hintli olup da hislerini göstermeyen ve ilham almayan kişi yoktur. Babam kalben düpedüz Hintli idi ve de çok da milliyetçiydi. Sarojini Naidu’yu överken, bir Urdu mısrasını dile getirmişti: Milyonlarca tahsilli insanın bulunduğu ve binlercesinin de mezun olduğu bir toplumda, bahçede sadece tek bir şarkı söyleyen guguk kuşu vardı ve diğerlerinin hepsi kargaydı.

Babamın vatanseverliği, İngilizlerin Hintlilere karşı göstermiş olduğu davranış tarzından ötürü zaten kendisinin büyük reaksiyonları ile kendisini gösteriyordu.

Ve bu güçlü başkaldırış; özellikle kendilerini Anglo-Hintli diye adlandıran ve İngiliz sanan Hintlilere, (ki bunlar kendilerini Kahverengi Sahib’ler diye adlandırıyorlardı), daha da belirgin hissettiriyordu. Bir keresinde, İngilizlerle Hintliler arasında bir Kriket maçı vardı. Maç başlamadan önce, birbirine bitişik iki adet çadır kurulur ve oyuncular kendi istekleri doğrultusunda istedikleri yere, herhangi bir renk ve ırk ayrımı yapmadan otururlardı. Ve genelde bu bir rutin durumdu. Ancak bir Pazar günü Chindwara takımı ile madencilerin takımı arasında bir maç vardı, ki bu takım hakiki İngilizlerden ve Kahverengi Sahib’lerden oluşmuştu. Chindwara S.P.’si ki bu zat İngiliz’di, saha organizasyonu ve yerleşiminden sorumluydu. Oyuncular için kurulan 2 çadırı birbirinden mümkün olduğu kadar uzakta kurdurmuştu ve daha iyi olan çadırı, gölgelik bir ağacın altına koydurmuş ve bu çadırı İngiliz’lere tahsis etmişti. Diğer çadır ise, bu çadırdan çok daha uzaklarda ve İngiliz olmayan sporculara ayrılmıştı. Babam sahaya gelir gelmez bu durumun İngiliz ve Hintlileri, ırkçı ve ayrılıkçı bir düzenin bizzat hazırlanmış olduğunu fark etti ve diğer takım arkadaşları ile beraber, S.P.’ye ve bölge kolektörüne gerekli mesajları ilettikten sonra, bu ırkçı davranışı protesto etmek gayesiyle sahadan çekildiler.

Babam, eve döner dönmez İngiliz’lerin küçük düşürücü davranışı nedeniyle maçı oynamama kararı aldığını söyledi. Annem, fevkalade bir öğle yemeği hazırlamıştı. Annem özellikle pirinçle hazırlanan yemeklerde (örneğin pulao’da) fevkalade bir aşçı idi. Babam ve annem, öğle yemeğini iptal etmekte hemfikirdiler. Annem de çok vatanseverdi ve İngilizlerin Hintlileri küçük düşürmesini hiçbir surette hoş göremezdi.

Bu haber maç organizatörlerine ulaştığında, D.C. Yarbay Ploughdan ve Yarbay Chitaly evimize geldiler ve babamdan maçı oynaması için ricada bulundular. O, onlara gayet mütevazı ancak kesin bir dille, renge göre ırk ayrımının büyük bir toplumsal suç olduğunu, ve sadece o günlük maçı oynamamakla yetinmeyip, gelecekteki tüm İngilizlerle veya İngilizlere karşı hiçbir maçta da oynamayacağını söyledi. Yarbay Ploughton ve Yarbay Chitaly S.P. Chindwara için özür dilediler ve sahadaki çadır düzeninin yeniden düzenleneceğini, birbirine çok yakın konuma getirileceğini, ve gelecekte kati surette bir ırk ayrımı yapılmayacağının sözünü verdiler. İşte ancak o zaman, babam ve takımın diğer üyeleri maçı oynamaya; ve bir daha spor sahasında, hiçbir surette renk ve ırk ayrımının olmayacağının garantisini aldıktan sonra gittiler.

Shri Mataji sekiz yaşındayken, onun en yaşlı eniştesinin de oynamakta olduğu bir kriket maçına gitmişti. Arabalarında, her zaman olduğu gibi, sadece milli partinin bayrağı dalgalanıyordu. Bu maç askerlerle olan bir maçtı. Ve askerler, bayrağın kaldırılmasını talep ettiler. Shri Mataji, arabadan dışarı çıktı ve o bayrak yerinden kaldırılmadan önce onu öldürmeleri gerektiğini söyledi. Dolayısıyla bayrağın dalgalanmasına kimse karşı koyamadı. Eve döndüğünde yengesi çok korkmuştu, ancak eniştesi onun mükemmel şekilde davrandığını söyledi.

Babam bütün çocuklarını spor yapmaları için teşvik ederdi. Çünkü o, sportif bir ruha sahip olunmasına ilaveten sporun kolektiviteyi, paylaşmayı, birbirinizi anlamayı ve her şeyin üstünde bir hedef veya amacı gerçekleştirdiğine yaradığına inanırdı. Netice olarak, tüm çocukları, ki kızları buna dahildi, okul ve kolej zamanlarında bir çeşit spor ile uğraştılar. Shri Mataji, memlekette adından söz edilen bir badmington şampiyonuydu. O, aynı zamanda bir sürü Hint oyunları da oynadı ve okul takımı ile birlikte Nagpur’u temsilen vilayetler arası bir yarışmada da yer almıştı.

Babam daha bir derin ve komplike bir oyun olan “insan yiyen kaplan avlama avcılığı”na da merak sarmıştı. 1921-1922 senelerinde Khilcipur Maharaja’sı ekselansları, bir adalet yetkilisinin yetiştirilmesi nedeniyle Cghindwara’ya gelmişti. Çok iyi bir sporcu olmasına ilaveten çok da iyi bir shikari’ydi (avcıydı). Bu sebepten ötürü babam ve ekselansları çok iyi bir arkadaşlık kurmuşlardı. Ok sık ve birlikte, bilhassa tatil günlerinde, Shikar’a gidiyorlardı. Günlerden bir gün, vahşi hayvan avcılığına çıkmışlardı ve babamda 301 numara ağır bir silah vardı. Ancak vahşi bir hayvanı, her nasılsa bulamamışlardı. Ancak onun yerine, siyah geyik sürüsü ile karşılaştılar. Babam çok iyi bir nişancıydı, nişan alıp ateş ettiğinde, mermi bir geyiği vurup geçtikten sonra hemen yanı başında duran diğer siyah geyiği de vurmuştu. Ona eşlik edenler tek bir siyah geyik avlanmış bulmayı beklerken, diğer siyah geyiğin de tek bir kurşunla avlanmış olduğunu gördüklerinde çok şaşırmışlardı. Kilchipur Maharaj’ı bundan çok etkilenmişti ve bu mükemmel atışa müteakip, ona ve onun keskin nişancılık kabiliyetine istinaden, filleri bile öldürebilen, çok değerli bir tüfek hediye etmişti.

Kilchipur, Hindistan’ın merkezinde bulunan, Bhopol’a yakın küçük bir eyaletti. Adalet yetkilisinin yetiştirilmesi bittiğinde, Maharajah Khilchipur’a döndü ve babam ve ailesini Khilchipur’a kendisini ziyaret etmesi için davet etmişti. Annem, Shri Mataji yalnızca bir yaşındayken Khilchipur’a gittiklerinden bahsetmişti. Ailem orada devlet misafirleri olarak 7 ila 10 gün arasında kalmışlardı. Her ne hikmetse, Shri Mataji Khilchipur ile ilgili her şeyi hatırlıyordu.

Babam, aynı zamanda çok çabuk kavrama ve nüktedanlığı ve daima hazır bilgeliği ile de tanınırdı. Bununla ilgili şöyle bir olay olmuştu. Dünya savaşı sonrasında, personel yetersizliğinden dolayı askerlerden ilave işler yapmalarını istemişlerdi. Abdul Subhan Khan isminde bir Müslüman hakim vardı ve ona da hakimliğinin yanı sıra hazine amiri görevi verilmişti. Ve bu görev para işi olduğu için de, beklemeye hiç tahammülü yoktu. Öğleden sonra 3’e kadar hazinede çalışıyordu ve 3’ten sonraki saatlerde, hatta günbatımına kadar da ceza hukuku davalarında bakıyordu. Babamın spor haricinde hiç boş vakti yoktu. Bölge hakimi, Yarbay Ploughton da krikete çok meraklıydı. Bir akşam, babam oradayken, Yarbay Ploughton antrenman yapmak için filelerin konmadığını fark etmişti. Sahadan sorumlu kişi file kurmak için gerekli malzemeyi sahadan uzak bir mesafede tutuyordu ve antrenman öncesi bisikletinin arkasında, taksitler halinde, parça parça olarak, bu malzemeleri getiriyordu. Ve gecikmenin nedeni ise buydu. D.C. başka bir alternatif çözüm istedi. Öyle ki, bay Sübhan Khan’ın evi sahaya çok yakındı. Ve babam derhal şöyle bir öneride bulundu. File takımları Subhan Khan’ın evinde muhafaza edilsin ve gece onların hazırlanması görevi ise kendisine verilsin. D.C. fikri onayladı ve bay Subhan Khan’ı derhal çağırması için saha amirini görevlendirdi. Saha amiri bay Subhan Khan’sız geri döndü, çünkü kendisi halen mahkemedeydi. D.C. çok üzgündü. Çünkü bir devlet memurunun mahkeme saatleri dışında halen çalışmakta olduğunu öğrenmişti. D.C., babamla birlikte mahkemeye doğru yola çıktı ve celselerin ve hukuki işlemlerin tam başarılı bir şekilde yürüyüp yürümediğini görmek istemişti. Bay Subhan Khan, onları ayakta karşılamış ve bu denli çalışma saatleri dışında yapmış olduğu mesaiden dolayı da takdir edilmeyi ummuşken D.C. ona, düşündüğünün tam aksine, geç saatlerde çalışmasından ötürü de bağırdı. Akabinde, bay Khan’dan kendileri ile birlikte kriket oyun sahasına gelmesini istedi ve ona filelerden bundan böyle sorumlu olduğunu ve adliye kapanmadan beş dakika önce çıkması gerektiğini ve filelerin 5’ten önce hazırlanması gerektiğini bildirdi. D.C. babama da böyle fevkalâde faydalı bir öneride bulunduğu için teşekkür etti. Aklını ve bilgeliğini anında ve zamanında kullanmasından dolayı da babam, akşamları sportif oyununu oynamakta serbestti.

O, yalnızca kriket oynamıyordu; aynı zamanda hokey, futbol, bilardo ve tenis de oynuyordu. Kriket oynamak ve diğer sporları yapmak ona bir sürü de dost kazandırmıştı. Ünlü hakim Pollock, ki kararları günümüzde bile söz konusu olmakta ve geçerliliğini korumaktadır; daha sonraları da Nagpur yüksek mahkemesinde hakimlik yapmıştı, Chindwara’da hukuk stajını yaparken babamla iyi dost olmuştu. Hakim Pollock’a daha sonraları Cambridge üniversitesi kriket oyuncularına verilen bir onur ödülü olan, Cambridge Mavisi lakabını da vermişlerdi. O, hem babamın mükemmel sporculuğu ile etkilenirken, hem de onun hukukçuluğundaki keskin zekasından etkilenmişti. Bu arkadaşlık böylece sürüp gitti ve babamın kariyerinin bir avukat olarak sürmesine yol açtı. Hakim Pollock ve tüm arkadaşları ve çevresindekiler, ahlaki yaşam değerlerine büyük önem gösteren, hem Hıristiyan hem de içki kullanmayan SALVE ailesinden çok etkilenmişlerdi. Hepsinin gerçek bir dini kökeni vardı, ancak özellikle babam bir fanatik değildi. Onun tüm dinlere ve inanışlara saygısı vardı, ancak her şeyin üstünde, insan onuruna büyük bir saygısı vardı. Çünkü dil, din veya inanışı ne olursa olsun, her insanın Tanrı tarafından yaratıldığına inanırdı. Dürüstlük ve sağ gönüllülük vasıfları onun liberal ve sevebilme mizacı ile birlikte yan yana giderek onu nereye giderse gitsin çok popüler bir insan yapmıştı. Eşi, Corneliabai de, onun bu yüksek değerdeki standartları muhafaza etmesine çok yardımcı oluyordu. Corneliabai de, onun gibi, dürüst ve samimiydi. Şüphesiz ki, o muhteşem bir disiplinciydi. Çünkü matematikçiydi. Fakat disiplininin sert kabuğu altında, biz her zaman onun sevecenliğini ve cana yakınlığını hissederdik. Zannedersem, biz çocuklar ona çok şey borçluyuz. O, şayet bu kadar değer sistemi ve katı disiplinli olmasaydı; hiçbirimiz bugünkü konumumuzda olmazdık. Ben bir gün Shri Mataji’ye niçin Salve ailesinin evladı olarak doğduğunu sordum. O, her zaman iftihar edebileceği, erdemli ve faziletli velileri olduğu için diye cevaplamıştı.

Daha önce bahsetmiş olduğum gibi, Narendra’nın doğumundan sonra annem LLB’sini yapabilmek için hukuk kolejine girdi. O günlerde hukuk dersleri Nagpur’daki Moris Koleji’nde yarım gün olarak okutuluyordu. Neticede çok sık olarak Nagpur’a gelmek durumundaydı. Ancak aile sorumluluğunun artan ağır yükü nedeniyle eğitimini sona erdirmek zorunda kalmıştı. İşte bu sıralarda babam ceza hukukunda yükselmişti ve Chindwara ve aynı zamanda Nagpur’da çok ünlü bir ceza avukatı olmuştu.

1922’nin ortalarında, annem yeniden yoğun aile ortamına dönmüştü, ve işte o zaman bir kız çocuk yapmayı arzuladılar. 1923 Martı başlarında doğum öncesi eve bağımlı olduğu günlerde annem babamdan tabii aleminde ve kafes içerisinde olmayan bir kaplan görmeyi arzuladığını söyledi. Hintliler hamile bir kadının tüm arzularını yerine getirmeleriyle tanınırlar. Çünkü hamile bir kadının tüm istekleri, doğmamış çocuğun isteği olarak algılanır ve inanılırdı. Ebe annenin tüm karşı çıkmalarına karşı, babam yakınlardaki bir ormanda, bir Shikar organize etmişti. Klasik usul davul çalınması, gürültü yapmak ve patırtı çıkartmak (ki buna Hindi lisanında ‘HAKA’ denilir), hayvanı saklandığı yerden çıkartmak için kullanılan bir yöntemdi ve annemle babam “machan” üzerinde otururlarken (ki Shikari için bu yer ağaç üzeriydi), bir süre sonra koskoca bir kaplan gözüktü ve babamın tüfekle ateş edebileceği menzil içerisine girdi ve babam hayvana doğru nişan almışken, annem hayvana daha dikkatli baktı ve onun bir dişi kaplan, üstüne üstlük bir de hamile olduğunu fark etti ve babama kesinlikle ateş açmamasını söyledi. Babam neden onu vurmasını durdurduğunu sorduğunda, annem yaşayan bir kaplan görmeyi arzu ettiğini söyledi. Daha da ötesinde, kaplan çok yakında yavrusunu doğuracaktı ve bu annemin daha da fazla annelik duygularının kabarmasına yol açmıştı ve anne kaplanın öldürülmesini kesinlikle istemiyordu. Babam bunun üzerine şakayla karışık, kaplana binen tanrıça olan Shri Durga’yı doğurabileceğini söyledi. Hikayem bir şeyi açıklamaya çalışırken, babamın peygamber mucizesi şakası ne kadar da isabetliydi.

Bu olay 1923 senesinin Mart ayında olmuştu. O günlerde, ne doğum evlerinin imkanları vardı, ne de bayan jinekologlar mevcuttu. Bebek doğumları genelde evlerde olurdu ve bir ebe hanım eşliğinde yapılırdı. Babamın akrabalarından biri, çok tecrübeli bir ebe idi. Bu nedenden dolayı bu görev ona verilmişti. Evin ortasında küçük bir oda bu iş için tahsis edilmişti. Bebeğin gelmesi ile ilgili herhangi bir işaret veya sancı yoktu. Ve aniden 21 Mart 1923 günü, annem sanki doğum sancısını andıran his ve duygulara kapıldı ve o bu iş için seçilen odaya götürüldü. Ve gün ortasında, parlak (ışık saçan), açık tenli, oldukça güzel bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Bebeğin mükemmel bir görünüşü vardı ve başında oldukça çok siyah saçları vardı. Bu bebeğin doğumu aşağıda belirtmiş olduğumuz nedenlerden dolayı eşine rastlanmaz bir şekilde olmuştu.

Annem, öncelikle hiçbir doğum sancısı çekmemişti.

Bebek hiçbir surette ağlamamıştı. Hatta onu ağlatan ebe hanımdı.

Bebeğin çok parlayan ve ışık saçan gözleri ve çok tatlı bir gülüşü vardı.

Bebeğin teni ve görünüşü, aslen pembemsi idi ve mükemmeldi. Ve işte bunun için, onu gördüğünde Renukadevi onu Nishkalanka diye çağırmıştı, yani kusursuz, hatasız demekti. Renukadevi, bunun Vishnu’nun 10’uncu ismi olduğunu söyledi ve bebeğin de kız olması nedeniyle, onun Nirmala olarak adlandırılmasını ve Nirmala’nın manasının saf ve kusursuz olduğunu söyledi. Annem, ona en sevdiği öğretmeninin ismi olan Daisy ismini de ayrıca koydu.

Bebek 21 Martın gün ortasında doğmuştu. O gün güneş ekvatordan başlayan ve yengeç dönencesine kadar uzanan dolanımını tamamlar ve parlak güneşli günlerin geleceğini müjdeler, özellikle Hindistan için bu böyledir. 21 Mart, aynı zamanda gecenin ve gündüzün eşit olduğu bir gündür.

Bebek, yengeç dönencesinin boylamında yer alan Chindwara’da doğmuştu. Bir tesadüf eseri, kutsal şehir Mekke de Yengeç dönencesi boylamında yer almaktadır.

Bebek annemin ilk kız çocuğuydu. Ancak babamın daha önceki evliliğinden 3 kız çocuğu daha vardı.

Bebek diğer çoğunluk azizler gibi bir Çarşamba günü doğmuştu.

Bebek, sadece kraliyete ait, dindar ve doğru sözlü, tam anlamıyla dürüst ve gerçekçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmekle kalmamıştı; ailesi aynı zamanda liberaldi ve tüm dinlere saygılıydı. Özellikle anne ve babası ilim, irfan sahibi idi ve Sanskritçe lisanında uzmandılar. Ve çok vatanperverdiler.

Shri Mataji’yle, onun bu aileye doğumu ile ilgili olarak yapmış olduğum konuşmanın, daha sonraki bir zamanda daha uzun boylu üzerinde duracağım.

Bölüm 2: 1923 Den 1927 Ye, Shri Mataji’nin Chhindwara’daki Çocukluğu

Shri Mataji, çocukluğundan beri, son derece oyuncu ve Onu çağıran herkese giden biriydi. Neşesinin ifade yolu olan çok tatlı ve hoş bir gülümsemesi vardı.

1922 yılında, daha evvel de deyinildiği gibi, annem hukuk sınavları için çalışıyormuş. Tüm mücevherlerini bir kutuda saklarmış ve  ne zaman Nagpur’a gitse mutlaka onu da yanına alırmış. Nagpur’daki dersleri bittikten sonra, Chhindwara’ya döndüğünde, ister arabayla isterse tonga (atlı araba) ile olsun, onu da beraberinde alma konusunda çok titizmiş. Bir keresinde, bu tahtadan mücevher kutusuyla birlikte geri gelirken yanında başka eşyalar da getirmiş ve öyle olmuş ki, tongadan inerken yağmur yağmaya başlamış. Derslere giderken yanında götürdüğü bebeği Narendra da (daha sonra isminin baş harfleri olan N.K.P. diye tanındı) varmış. Çocuğu yağmurdan korumak için, tongadan aceleyle çıkmış ve eşyaları taşımasını hizmetçiden istemiş. Tahta mücevher kutusu tonganın ön tarafında durmaktaymış ve sonuçta, eşyalar taşıyan hizmetçi mücevher kutusunu almayı unutmuş. Tonga kiralıkmış ve eşyalar tongadan çıkar çıkmaz arabacı tonga ve mücevher kutusu ile birlikte uzaklaşmış. Bir süre sonra, annem hizmetçiye mücevher kutusunu sormuş ve hizmetçi, cahilliğinden dolayı özür dileyerek tongada mücevher kutusu görmediğini söylemiş. Annem hemen babama mücevher kutusunun kaybolduğunu haber vermiş ve konu evin bitişindeki polis karakoluna bildirilmiş. Polis hemen harekete geçmiş ve tonga sürücüsünün evine gitmiş ama kutu bulunamamış. Kutunun kaybolmuş olması çok daha önemliymiş çünkü annemin mücevherleri içinde o kutu Rai Bahudur Mathura Prasad ve tüm amcalar ve teyzelerden bir armağanmış. Parasal değerinden dolayı değil ama Hindistan’da, evin kadını mücevherini kaybederse bunun arkasından mutlaka aile için bir tehlike geleceğine şiddetle inanıldığından, mücevher kutusunun kaybolması kötü işaret sayılmış.

Shri Mataji’nin doğumunun on beşinci günü, Shri Mataji’yi vaftiz olması için kiliseye götürmüşler. Annem, Shri Mataji, teyzem ve Uttam, oğlu ve diğer teyzeler bir tongadaymışlar ve Bodri nehrini (Chhindwara’nın dış mahallelerinin yakınından akan nehir) geçerlerken tonganın tekerleği kırılmış. Atlar şaha kalmaya ve tuhaf sesler çıkarmaya başlamışlar. Bunun üzerine tonga ortadan ikiye ayrılmış ve Shri Mataji iki parçanın arasına düşmüş. Annem bana, tonganın gövdesi kaldırıldığında Shri Mataji’yi kesinlikle incinmemiş ve tatlı tatlı gülümserken bulduklarını anlattı.

Yaklaşık bir ay sonra, evin sağ tarafında yangın çıkmış çünkü Vimila ateşin yakınında bulunan fenerin içindeki karoseni dökmüş. Allahtan, hayati veya ciddi maddi hasara uğramadan yangın kontrol altına alınmış, ama bu da kötü bir işaret olarak alınmış. Sonuçta, annem tüm çocuklarına karşı çok daha koruyucu olmuş ve hatta onların oynamak için dışarı çıkmalarına bile izin vermemiş. Bazıları bunu batıl inanç olarak alabilirler, ama ev hanımlarının farklı bir bakış açıları varmış ve her bir kadın çocuğunu korumaya başlamış. Annem özellikle Shri Mataji’ye karşı dikkatliymiş, çünkü çok açık teni ve çok uzun saçlarıyla ve son derece iyilik dolu bakışlarıyla çok sevimliymiş ve annem bazıları ona nazar değdirecek diye çok korkuyormuş.

Bu olaylar olduktan birkaç ay sonra, Shantwan amcanın oğlu olan kuzenim Uttam ciddi bir hastalığa yakalanmış ve hastalık yavaş yavaş ölümcül bir hal almış. O da çok güzel yüzlü, ve tıpkı Shri Mataji gibi son derece parlak gözlere sahipmiş. Uttam’ın ölümü tüm Salve ailesini derinden etkilemiş ve herkesin dikkati, o da kötü bir hastalığa yakalanmasın diye, Shri Mataji’ye odaklanmış. Öte yandan Shri Mataji sanki Kendisine hiçbir şey olmayacağının teminatını verirmiş gibi, son derece neşeliymiş ve etrafa sürekli gülücükler dağıtıyormuş.

O sıralarda annem bir hamileymiş ve ailem eğer erkek olursa onu Shantwanrao amcaya evlatlık olarak vermeye karar vermişler. Uttam’ın kaybı babam için o kadar büyükmüş ki, amcamın acısını dindirmenin tek yolunun doğacak ilk erkek çocuğunu amcama vermek olduğunu hissetmiş. Annem hemen kabul etmiş. İşte aile bağları ve birbirlerine olan sevgileri bu kadar kuvvetliymiş.

Uttam’ın ölümünden bir ay sonra, annem, o zamanlar altı aylık olan Shri Mataji’yi kucağına alıp alışverişe gitmiş. Pazar oturmakta olduğumuz bungalovdan fazla uzak değilmiş. Dönmek için Tonga aldığında Shri Mataji’yi arka koltuğa koymuş ve tonga sürücüsünü, kendisinin de arka koltuğa çıkabilmesi için yardıma çağırmış. Arabacı ona yardıma geldiği sırada, at, bilinmeyen bir sebeple, annem tongaya binmeden önce ilerlemeye başlamış. Shri Mataji arka koltukta olduğu halde at ilerlerken annem ve arabacı da tonganın arkasından koşmaya ve yoldan geçenlere arabayı durdurmaları için bağırmaya başlamışlar. At duracağı yerde dört nala koşmaya başlamış. Annemle tonga arasındaki mesafe giderek açılıyormuş ve hız da arttığı için annem daha kötü bir şey olacağı için endişelenmeye başlamış. Sahipsiz araba uzaklaşmış ve herkes artık  kaçınılmaz bir kaza bekliyormuş. Tonganın yol aldığı sokak T-bağlantısı ile bitiyormuş ve eğer araba düz giderse bir hendeğe düşermiş ve eğer sağa saparsa da bizim bungalovun tam aksi yöne gidermiş. Herkesin şaşkın bakışları altında, at hızını kesmiş ve sola, bungalov istikametine dönmüş ve tekrar hızlanmış. Bungalov T-bağlantısından yaklaşık yarım mil uzaklıktaymış. Annem ve tonga sürücüsü, annemin yolda kiraladığı bir başka tonga ile arabayı takip ediyorlarmış ama yetişemiyorlarmış. Tonga bungalova yaklaşınca at hızını kesmiş ve tam bungalov girişinin önünde durmuş, tonga yolcusunun emniyette olup olmadığını görmek istercesine başını arkaya çevirip bakmış. Annem tongaya ulaştığında, bana anlattığına göre, Shri Mataji ağlamadan veya herhangi bir korku belirtisi göstermeden arka koltukta öylece yatıyormuş, anneme, onu çok sakinleştiren o her zamanki gülücüğünü vermiş. Bu bir mucize olarak değerlendirilmiş ve herkes, sahipsiz bir tonganın, konuşmasını bilmeyen bir bebeği taşıyarak bungalovumuzun tam önünde durmasına hayret etmiş. Sürücüsü bile olmadığı halde atı kimin sürdüğünü okuyuculara anlatmama gerek yok sanırım! Bu, pek çok insana anlattığım ve Onun Tanrısal Gücünü bir bebekken bile gösteren hikayelerden biridir.

Annem bana, Shri Mataji ile ilgili tek sorununun Onun uzun gür saçları olduğunu anlatmıştı, onları taramak büyük işmiş ama Shri Mataji annesinden saçlarına bol bol yağ sürmesini istermiş, böylece saç çözülebiliyormuş. Çocukken Shri Mataji, saçları dışında, annemi asla üzmemiş. Shri Mataji’nin vaftiz olacağı sıralarda, annem kendi annesini gördüğü bir rüya görmüş. Annesi kızına,  onun bu kızının özel biri olduğunu ve bu nedenle, ondan sonra doğacak kız çocuğuna kendi annesinin (benin anne tarafımdan büyük annemin) adı olan Shantabai koyması gerektiğini söylemiş. Ertesi sabah annem rüyasını babama anlatmış ve babam da çocuğa teninin lekesizliğini ve gülüşünün saflığını anlatan ‘Nirmala’ ismini vermenin uygun olacağını söylemiş. Böylece, bir sonraki çocuk kız olursa, ona büyükannemin isminin verilmesine karar vermişler. 6 Mayıs 1924’de, annem bir başka kız çocuğu doğurmuş. Hem annem hem de babam bebeğin,  Shantwanrao Amcaya evlat edinmesi için verebilecekleri bir oğlan çocuğu olmadığı için bir parça hayal kırıklığı duymuşlar. Ve kız olduğu için ona Shantasheela adını vermişler.

Üç küçük çocuğa sahip olmak, annemin bir avukat olma umutlarını sona erdirmiş ve o da bu arzu bırakmış. 1926 yılında, 16 Haziranda annem bir erkek çocuk doğurmuş. Adını Vinaykumar koymuşlar, ama o bir çok insan tarafından Balasahib olarak bilinir. 1927 yılında babam Chhindwara’daki bungalovu, Bohara topluluğunun (İslam dinini temel kolundan bölünmüş bir Müslüman topluluk) ruhani lideri olan Rai Bahadur Malak’a satmış. Kalıcı olarak şekilde Nagpur’a taşınmış. O zamanlar Shri Mataji sadece 4 yaşındaymış.

Shri Mataji’nin inanılmaz bir hafızası vardır ve hayvanları çok sever. Chhindwara’daki evde babam bir maymun, bir köpek ve bir papağan beslermiş. Hayvanlar serbestçe dolaşırlarmış. Annem bana, Nagpur’a taşındıkları zaman Shri Mataji’nin o hayvanları daima hatırladığını ve isimlerini söylediğini anlatmıştı. Çocukluğundan beri, çimdeki güvercinlere ve serçelere hep pirinç atmaya alışkındır. Chindwara’daki evimizi çok açık bir şekilde hatırlar ve hatta bir gün evin planını tamamen doğru bir şekilde bir kağıda çizmişti. Nerede doğmuş olduğunu bile gösterdi ve hatta doğumunu ve doğumu sırasında kimlerin orada olduğunu bile hatırladı. En büyük amcamın evini ve bahçesini hatırladı ve daha sonra nehirden bahsetti. Onun sadece 4 yaşında olduğunu düşünürsek, her şeyi bu kadar net bir şekilde anımsaması son derece şaşırtıcıdır. Shri Mataji son derece tatminkar bir çocukmuş ve hatta süt için bir asla ağlamazmış. Süt Ona düzenli bir şekilde verilirmiş ama bir keresinde hizmetçi vermeyi unutmuş ama O, aç olduğunu söylemek için bir ağlamamış.

Bölüm 3: 1923 Den 1933 E, İngiliz Krallığının Gelişi

Shri Mataji’nin doğduğu sıralarda, İngiliz Krallığı doruğa ulaşmıştı. Yeri gelmişken, İngilizlerin Hindistan’a nasıl ve neden geldiğinden söz edelim.

1599 yılında, İngiltere ile baharat ticareti yapan Hollanda, bir gram baharat başına 5 Şilin artış yapmış. Bu, İngiliz tüccarlarını, İngiltere’de kendilerini ait bir şirket kurmaya sevk etmiş. Şirket resmi iznini, 31 Aralık 1599’da, Kraliçe 1. Elizabeth’in, şirkete ilk 15 yıl süresince,  tüm ülkelerle ticaret yapmak için özel hakların verildiği bir kraliyet beyannamesi imzalamasıyla elde etmiş.

Sekiz ay sonra, ‘Hector’ isimli 500 tonluk bir kalyon Bombay’ın doğusundaki (bugünkü Mumbai), Surat’ın küçük limanına demir atmış. Bu olay 24 Ağustos 1600’de gerçekleşmiş. Kaptan William Hawkins, geminin kaptanıymış. Zengin ve başarılı Hintliler hakkında bilgiye sahip olduğu için, yakutlar, elmaslar, altın ve ayrıca çok bol bulunan biber, zencefil ve çivit için iç taraflara doğru keşfe çıkmış.

En sonunda, 70 milyon üzerinde kişinin egemenli altında olduğu İmparator Jehangir’in sarayına ulaşmış. Zayıflık derecesinde misafirperver biri olan İmparator Jehangir, kaptanı kollarını açarak karşılamış. Moğol imparator sadece onu krallığın bir üyesi yapmakla kalmamış ayrıca ona, hareminden, daha sonra Amerikan Misyonu tarafından vaftiz edilen son derece güzel bir kız da dahil olmak üzere pek çok hediye yağdırmış.

İmparator ayrıca, Batı Hindistan şirketinin günümüzde Anne Amba anlamına gelen Mumbai olarak bilinen Bombay yakınlarında  bir ticaret deposu açması yetkisi veren  bir “ferman” da (kralın emri) imzalamış. Böylece, bu yolla, İngilizler Hindistan’a gelmişler ve Hint isimlerini doğru bir şekilde telaffuz edemedikleri için şehirlerin isimlerini değiştirmişler. Babam hep bir İngiliz’e Hint dilini öğretmenin zor bir iş olduğunu söylerdi. Bir adam hizmetçisine kapıyı açıp kapamayı söylemeyi öğrenmek istemiş. Babam ona Hindi dilinde nasıl “kapıyı aç” dendiğini söylemiş. “Dawaze Khol de” (İngilizce’de ‘there was a cold day’ denildiği gibi) ve kapıyı kapatmak için “Dawaze band kha” (İngilizce’de ‘there was a banker’ denildiği gibi). Bunun net bir şekilde nakledileceğini söylemiş.

İngiliz ticareti kısa zamanda başarı kazanmış, her ay Hint limanlarından, baharatlar, sakız, şeker, ham ipek, muslin, pamuk ve çivit iki gemi İngiltere’ye yola çıkıyor ve Hindistan’da iş yapmakla yanıp tutuşan bir sürü İngiliz imalatçılarla dolu olarak geri dönüyormuş. Hiç kuşku duymayan Hintliler İngilizleri içi sebepten dolayı kollarını açarak karşılıyorlarmış. Öncelikle onlar son derece masum insanlarmış ve İngiliz tüccarlarının büyük vaatleriyle kandırılıyorlarmış ve ikinci olarak İngilizler asıl nedeni asla göstermemişler. Aslında, temelde onların ilgilendikleri şey ticaret ve iş yapmak imiş. Ama Hint işindeki muazzam potansiyeli görür görmez, politik ve idari yapıyı kumaya başlamışlar. Küçük yöneticilerin siyasetleri onlara “böl ve yönet” doktrinini vermiş ve böylece İngiliz Krallığının geliş süreci başlatılmış.

Sonuç olarak, ticaret ve üretime ek olarak, küçük sayılardaki İngiliz bölükleri de Hindistan’ın içlerine doğru ilerlemeye başlamış. Hint kenevirine ve Hint kenevirinden yapılma ürünlere özel bir ilgi duydukları için, dikkatleri özellikle Hint keneviri üretimi yüksek olan Bengal ve çevre bölgelere odaklanmış. Bazı Zamindaralar (toprak sahipleri) İngilizlere topraklarında Hint keneviri yetiştirip ticaretini yapmalarına izin vermeyince çatışmalar meydana gelmiş. Bengal yakınlarındaki Plassy yakınlarında toprağı olan bir toprak sahibi yasadışı İngilizleri topraklarından atmış. İngilizler misilleme yapmışlar ve İngiliz ordusunun başındaki Robert Clive ile Zamidwar ordusu ve bitişik hükümdarlar arasında kanlı bir savaş olmuş. Bu savaş Plassy Savaşı olarak bilinir.

Tarihsel olarak Plassy savaşı bir dönüm noktası olmuştur ve İngiliz emperyalizmin başlangıcıdır. Yöneticiler arasında, İngilizler tarafından ortaya atılan ve incir çekirdeğini doldurmayacak kadar önemsiz şeylerle, İngilizlerin oyunlarına ve kurnazlıklarına kolaylıkla yem olmuşlar. Onların ‘böl ve yönet’ politikaları zengin karlar sağlamış. Hareket tarzları iki hükümdar arasında savaş olması için onları cesaretlendirmekmiş. Birinin tarafını tutarlar, ona fazladan küçük bir toprak parçası verirler ve sonra da onun korunmasını sağlamak için geliri toplarlarmış. Bu yolla, yasal olarak toprağın sahibi hükümdar olmasına rağmen, gelir kazançlarından dolayı o sadece İngilizlerin bir kölesi haline gelirmiş. Bu hile, İngilizler neredeyse tüm ülkeyi idare etmeye başlayana kadar, basit ve doğru sözlü Hintliler tarafından anlaşılamamış. Bu durum 1857 yılına kadar, yani Hindistan’a gelişlerinden hemen hemen 256 yıl geçene kadar hiçbir engelle karşılaşmadan veya bozulmadan devam etmiş.

1857’de, Jhansi’li Rani Laxmi Bai İngilizlere karşı savaş ilan etmiş. Hintliler sayıca çok daha fazla olmalarına rağmen, İngilizlerde olan tüfek ve top gibi silahlara sahip değillermiş. Jhansi’li Rani ev yapımı kılıçlar ve oklarla savaşmış. Hintliler savaşı kaybetmişler. İngilizler bunu İngiliz Krallığına karşı bir isyan ve başkaldırı olarak almışlar. Savaşta, Jhansi Kraliçesi savaşı kaybetmiş ama onun özgürlük için savaşış tarzı İngilizleri afallatmış ve “Jhansi’yi ele geçirdik ama  asıl Kahraman Laxmibai’dir” demekten kendilerini alamamışlar. Onun cesareti hayranlık uyandırmış. Bununla birlikte, Hintliler için, özgürlüklerini elde etmek için bir ihtilalin başlangıcı olmuş. Bu ihtilal tek tük isyan hareketleri ile başlangıçta hız kazanmış ama İngilizlerin acımasızlığı ve masumları merhametsizce öldürmesi  yoğunlaşınca Hintlilerin özgürlükleri için savaşma arzuları güçlenmiş. İngilizler ne kadar çok baskı yaparlarsa özgürlük harekatı o kadar çok güç kazanmış. 19. Yüzyılın sonunda İngilizler eninde sonunda Hindistan’ı terk edeceklerini artık biliyorlarmış.

  1. yüzyılın başındaki Birinci Dünya Savaşı, öncelikleri değiştiği için İngilizlerin hareketini dindirmiş hatta Hintliler bile savaşa katılmaya karar vermişler. Bununla birlikte, savaş bittikten sonra, pek çok büyük lider bir araya gelmiş. Mahatma Gandhi sahneye girmiş ve Hintliler onun etrafında sanki Mesih gelmiş gibi toplanmışlar.

Babam Mahatma Gandhi ile ilk karşılaştığında sene 1925 imiş. Bir akşam, mahkemeden çıkmış, Chhindwara’ya gitmek üzere Nagpur Tren İstasyonu’na doğru ilerliyormuş. Yolu üzerindeki Kathurchand Parkı’nda büyük bir kalabalık görmüş. Kalabalık son derece narin görünüşlü bir kişiye doğru dönükmüş. Toplantıyı yapanın Mahatma Gandhi olduğunu öğrenmiş. Daha evvel de bahsettiğim gibi, babam bir Milliyetçi idi ve Mahatma Gandhi’yi ve onun pasif direniş  hareketini duymuştu. Böylece, meraktan, toplantıya katılmış. Mahatma Gandhi İngilizlere kölelikten, Hindistan’ın özgürlük hakkından ve kendine saygısı olan her Hintlinin pasif direniş hareketine katılması gerektiğinden bahsediyormuş, çünkü onlar kendi Ana Topraklarında köleydiler.

Sadece bir Milliyetçi olmasından dolayı değil, köle olunduğu sürece saygın bir şekilde yaşamanın mümkün olmayacağına kuvvetle inandığı için konuşmanın babam üzerindeki inanılmaz olmuş. İngiliz yönetimi boyunca pek çok ayrıcalık demek olan Hıristiyanlığa mensup olmasına rağmen, İngilizlere karşı başkaldırma gereğini hissetmiş.

Chhindwara’ya dönerken, Milliyetçi pasif direniş harekatına katılmanın iyi ve kötü taraflarını düşünüp taşınmış. Kölelik taraftarı olmayan anneme de danışmış. Sonuçta, ikisi de Gandhiji ile Sevagram’daki (Nagpur’dan 80 km uzaklıkta) ashramında görüşmeye karar vermişler. Annem ikisinin de Gandhiji’den düşüncelerindeki berraklıktan ve pasif direniş harekatına olan güçlü inanç ve kararlılığından çok etkilendiklerini söylemişti. Babamı Kongreye katılmaya teşvik etmiş. İngilizlerin Hindistan’ı yönetmeye hakları yoktu ve Hindistan’ı kutsallıkla, muhakemeyle veya otorite ile yönetmeyen İngilizleri dışarı atmak tüm Hintlilerin en yüce görevleriydi.

Toplantı gerekli etkiyi yaratmış. Babamlar Sevagram’dan Chhindwara’ya dönmüşler ve annem daha sonraları bize babamın dönüş yolunda son derece kararlı göründüğünü ve çok az konuştuğunu söyledi. Aklından bazı şeylerin geçtiği belliymiş. Chhindwara’ya döndükten sonra yaptığı ilk şey açık bir yerde ve herkesin önünde tün yabancı markalı elbiselerini, dergileri yakmak olmuş. Daha evvel de değindiğim gibi, babam elbiseleri çok severdi, ama eğer Kongreye katılması gerekiyorsa her yönden bir kongre üyesi gibi olmalıydı. Tüm elbiselerini halkın önünde yakmasıyla öncelikle pahalı giysilere bağımlı olmadığını ve ayrıca onlar için harcadığı paralara da bağımlı olmadığını ve son olarak da bu elbiseleri giymeyecek kaybedeceği mevkisine de bağımlı olmadığını göstermiş oldu. O zamanın Moti Lal Nehru (Jawaharlal Nehru’nun babası) ve Mohammed Ali Jinnha gibi bazı liderlerinin aksine babamın, milliyetçi harekat yolunda asla ikilemleri olmadı. Eğer babam bir milliyetçi olacaksa bu ödün vermeksizin, tam anlamıyla olmalıydı. Aralarında İngilizlerin de bulunduğu Chhindwara halkının önünde elbiseleri yakmanın nasıl bir etki doğurduğunu tahmin edebiliyorum. Bu babamın İngilizler karşı açıkça yaptığı ilk hareketti. Bundan sonra hem babam hem de annem khadi (elde eğrilen iplikten yapılan elbise) giymeye başladılar ve ölene kadar khadi giymeye devam ettiler.

1927 yılında, babam Mahatma Gandhi’nin isteği üzerine, Kongre hareketi ile bağlantılı olan kişilerin suç davaları ile daha etkin bir şekilde uğraşabilmek için Nagpur’a taşındı. 1930 yılında, Mahatma Gandhi, yaşamsal bir ürün olan tuz için zorla alınan vergiyi protesto etmeye başladı. Amacı, Hindistan’da, Hintliler tarafından üretilen tuz için İngilizlerin Hintlilerden nasıl zorla vergi alabildiklerini sorgulamaktı. Sabarmati ashramından, Kutch bölgesindeki bir sahil kasabası olan Dandi’ye başlattığı Dandi yürüyüşü, onun İngilizlerin Hindistan’ı yönetmeye hakkı olmadığı inancını ve kararlılığını simgelemekteydi. Yürüyüş kitleler üstünde mucizevi bir etki yarattı ve tüm ulus İngilizlerle savaşmak için bir bütün olarak ayaklandı.

Nagpur’da, babamın ve annemin de dahil olduğu yerel Kongre liderleri  sık sık cezaevine gitmek zorunda kalıyorlardı. Aynı zamanda, aile de gittikçe genişledi. 1928 yılında, babamın Nagpur’a taşınmasından sonra, başka bir kız kardeş, Indubala doğdu, günlerden 25 Ağustostu. 28 Haziran 1930’da bir kız kardeş daha, Shashkikala dünyaya geldi. Bu dönem boyunca bazı ölümler de oldu. Büyükannem Sakhubai 1925 yılında öldü. Ablalarımdan biri olan Vimala da, 1 Kasım 1931’de öldü.

1930-1933 yılları arası Hint insanlarının özgürlük harekatıyla yanıp tutuştukları bir dönem oldu. Annemle babamın hemen hemen her akşam toplantılara gitmeleri gerekiyordu ve aynı zamanda babamın ceza avukatı olarak çalışmaları artmaktaydı. Annemle babamın çocuklarına bakacak zamanlarının çok sınırlı olmasından ve ailenin de kalabalıklaşmasından dolayı, ailem sürekli daha geniş bir ev arıyorlardı. Ailenin büyükleri okula veya koleje gitmekle meşgullerdi. 1932 yılında, büyük ablam Urmilla polis için çalışan Neelkant Nagkar ile evlendi ve kocasının evine yerleşti.

Annemin ev işlerine ayıracak vakti pek olmadığı için ve büyük ağabey ve ablalarımın da (Shri Mataji’den büyük olanların) öğrenimleri veya diğer faaliyetleri ile meşgul olmalarından dolayı, Shri Mataji daha 7 veya 8 yaşındayken evin işlerinin sorumluluğunu omuzlamaya karar verdi. Aklının ve kalbinin niteliklerinden dolayı, zaten Kendini herkese sevdirmişti, bu yüzden evi idare etmek ve hem büyüklerinin değişik isteklerini karşılamak hem de Kendinken küçüklere bakmak Ona çok doğal gelmişti. Başlangıçta annem bir çocuğa tüm evin işlerini vermeğe gönülsüz oldu. Bununla beraber kısa zamanda kızının son derece becerikli olduğunu ve sadece günlük ihtiyaçların getirdiği rutin işleri idare etmekle kalmayıp aynı zamanda babamı daima ziyaret eden değişik akrabaların isteklerini de karşılamakta da usta olduğunu fark etti.

1932 yılında annem yedinci kere hamileydi ve daha sonra bana  bu hamilelikten dolayı memnun olmamış olduğunu anlattı. Sadece bakacak pek çok çocuğu olduğu için değil, aynı zamanda bu hamilelik, tüm Hindistan’da hız kazanmakta olan politik faaliyetlere de büyük engel teşkil ediyordu. Çocuğun doğumuna çok az kaldığı bir dönemde yeniden kafeslenmemiş bir kaplan görmek istedi ama babam politika ve işi ile çok yoğun olduğu için bu isteği gerçekleşmedi, bu nedenle onu yerel hayvanat bahçesine götürdü ve ona kafese kapatılmış bir kaplan gösterdi. İşte bu koşullar altında, 2 Mayıs 1933 tarihinde, Nagpur- Mohan Nagar’da, Ratnam babu Mudliar’ın evinde ben dünyaya geldim.

Bölüm 4: 1933 Den 1947 Ye , Shri Mataji’nin Evliliğine Dek Çocukluğum

Babamın 12., annemin 7. Çocuğu idim. Ailenin en küçüğü olarak, tüm ağabeylerim ve ablalarım bana bakmak istiyorlardı. Shri Mataji o zamanlar 10 yaşındaydı ve daha evvel de söylediğim gibi, evin ihtiyaçları ile ilgileniyordu. Shri Mataji, annemin, politik faaliyetlerinden dolayı bana ihtiyacım olan dikkati veremediğini hissetti ve sonuç olarak bana Kendi koruyuculuğunu vermeye başladı. Çocukluğumdan aklımda kalan en eski anı, oturmakta olduğumuz Ghat Yolu’ndaki Mr. Chitnavis’in büyük eviydi. Bu ev Kanch bungala (cam bungalov) olarak biliniyordu çünkü ana yola bakan bir çok penceresi vardı ve pencere camları da değişik renklerden yapılmıştı.

Sanırım 1936 yılıydı, taşındık ve Nagpur-New Colony’deki Mr. Baig’in bungalovuna taşındık. 1937 yılında, babam Nagpur Belediye Başkanı seçildi ve bu görevde 1939 yılına kadar kaldı. Bu iki yıl içinde yaşamımda çok önemli olaylar oldu. İlki, tıpkı diğer çocuklar gibi, hiç istemediğim halde okula gitmeye zorlandım ama Nagpur’un Belediye Başkanı’nın oğlu olduğumdan dolayı, öğretmen bana karşı yumuşaktı ve benim istediğim zaman okula gidip gelmeme izin vermişti. Bununla beraber, ne zaman eve erken gelsem annem beni okula geri yolluyordu. Bunun benim için önemli bir olay olduğunu söylemiştim, çünkü Shri Mataji bana daha ben küçükken eğitimin ve hayatta bir kariyer yapmanın önemini anlatmıştı. Ne kadar istemesem de, bir şekilde okula girmeyi kabul etmiştim. O zamanlarda bana vermiş olduğu öğüt eğitim hayatımın temelini oluşturdu. Diğer olay ise ölümün anlamını ortaya koymamdı. Mr. Baig’in en küçük oğlu olan Kadir 12-13 yaşlarında zatürreeden öldü. Benden çok daha büyük olmasına rağmen, o ve ben çok iyi arkadaştık ve onun gibi masum ve sevgi dolu bir insanın ölmüş olması benim anlayışımın çok ötesindeydi. O gece, Shri Mataji’ye ölümü sorduğumu hatırlıyorum ve O da bana, bir gün herkesin ölmek zorunda olduğunu ama Kadir gibi insanların kendi kalitelerinden dolayı insanların akıllarında yaşayacağını anlatmaya çalışmıştı. Dürüstçe söylemek gerekirse, Onun bana söylediklerinde fazla bir şey anlamamıştım, altı yaşında bir çocuk için bir insanın öldüğü halde yaşayabileceğine akıl erdirmek zordu! Yıllar sonra, konuşmalarından birinde, ölümün yaşamın önemli bir parçası olduğunu ve doğmuş olanın öleceğini ama doğmamış olanın, yani ruhun, ölmeyeceğini söylemişti. Aynı konuşmada, bir insanın özellikleri ve değerlerinin kalıcı olduğunu ve o kişinin ölümünden sonra dahi kalıcı kalmaya devam edeceğini anlatmıştı. Bana göre, o küçük yaşta, Kadir’in ölümü Tanrı tarafından ona zorla kabul ettirilen bir zalimlikti ama Shri Mataji’nin konuşması bana şimdi ölümün gerçek anlamını vermişti, insan ölse bile, insanların düşüncelerinde veya tarihte yaşamaya devam edebilirdi, tıpkı vatansever veya ruhani yüce insanlar gibi.

Babamın bir ineği vardı, böylece bizim de taze sütümüz olurdu. İneğin otlamak için kaçmak gibi tuhaf bir alışkanlığı vardı ve ona bakması için tutulan sütçü asla onu bulamazdı, ben ise, bir şekilde, onun saklandığı tüm yerleri bilirdim, sütçü elleri boş olarak döndüğü zaman, annem ineği bulup getirmem için beni yollardı. İneği bulduğum zaman, ona bir güzel bağırırdım, o da beni sabırla dinlerdi (veya ben öyle düşünürdüm). Onu eve getirirken, ona bir parça öğüt verirdim ve kendimi bir çoban gibi hissederdim. Tüm aile bireyleri bu nedenle benimle hep şakalaşırlardı.

Yaz boyunca, dışarıda yatardık, ailenin her bireyinin kendine ait bir yatağı vardı. Annem, sıkı bir disiplinci olarak, herkesin kendi yatağında yatması ve kimsenin yatağını başka bir kardeş ile paylaşmaması konusunda kesin talimatlar vermişti. Bununla beraber, annem babamla birlikte politik toplantılara katılırdı ve benimle Shri Mataji arasında sözsüz bir anlaşma vardı; annem evde olmadığı zamanlarda, Onun yatağına süzülürdüm ve O da beni kollarıyla kucaklardı. Bununla beraber, yatağımın sanki içinde biri yatıyormuş gibi görünmesini sağlardım. Bunun için örtümün altına yastıklar koyardım ve böylece yatağın üstünde birinin yattığı izlenimi doğardı. Sabahın erken saatlerinde, annemle babam yürüyüşe çıktıkları zaman, Shri Mataji beni uyandırırdı ve ben de, annemler yürüyüşten dönmeden önce, kimseye görünmeden kendi yatağıma süzülürdüm. Bu durum, annemin bir gece, beklenmedik bir şekilde kontrole gelmesine kadar devam etti. Beni Shri Mataji’nin yatağında gördüğü zaman, derin bir uykudaymışım gibi yaptım. Cezalandırılacağımdan dolayı kalbim deli gibi çarpıyordu ama bir kere daha Shri Mataji tarafından kurtarıldım. Anneme “çünkü Baba’nın korkmuş olduğunu hissettim” dedi ve Kendisi ile yatmasını Onun istemiş olduğunu söyledi. Onun bu davranışı benim kendimi son derece korunma altında olduğumu hissettirdi ve ayrıca benim gerçek taraftarımın ve koruyucumun Shri Mataji olduğunu ve eğer biri beni annemin disiplininden koruyacaksa bu kişinin sadece Shri Mataji olabileceğini anladım.

Shri Mataji bize daima, annemin sertliğinin ve disiplininin ardında sadece bizim iyiliğimi isteyen bir yardımseverlik olduğunu söylerdi. Bugün, iyice düşündüğüm zaman, anlıyorum ve annemin bize aşıladığı değer yargıları için onu takdir ediyorum. Çocuklar olarak içerlediğimiz şeylere bugün tıpkı gerçeğin İncili gibi minnet duyuyoruz.

1940’ın başlarında, yeniden taşındık ve Mount Yolu bungalovuna geldik. Babamın çalışmaları çoğaldı ve bir araba, bir tonga, birkaç hizmetçimiz ve kendisiyle çok yakın arkadaş olduğum Dhondya adında bir şoförümüz oldu. Dhondya bana araba ile ilgili tüm mekaniği öğretti ve ben de yoğun ilgimden dolayı çok çabuk öğrendim. Bir araba mühendisi olmak istediğim en çok şey haline gelmişti. Bununla birlikte, Shri Mataji bana daima makineleri tamir etmenin hiçbir özgünlüğünün olmadığını söylerdi. Bunun yerine bana, eğer mühendis olmak istiyorsam sivil mühendis olmamı öneriyordu böylece ucuz ve yeni evler inşa ederek ve kırsal Hindistan’ı geliştirerek özgünlüğümü gösterebilecektim. Bana hep bir doktor olmak ve bir de kırsal kesimlerde yaşayan fakir Hintlilere hizmet etmek istediğini söylerdi. Bizim son derece konforlu bir yaşam sürdüğümüz ve aynı zamanda acı çekmekte olan Hintlileri düşünmemiz çelişkili bir görüntü verebilir. Bu sadece daha en başından itibaren, Shri Mataji’nin aklının eğilimini göstermektedir. Gençliğimizde yaptığımız planları hatırlıyorum. İlk şart hiç birimizin evlenmeyecek olmasıydı. Balta girmemiş ormanda bir kulübede yaşayacaktık ve elimizden geldiği kadar kırsal Hindistan’a hizmet edecektik. Shri Mataji, genç bir erkeğin karşılaşacağı cezbedici şeylerle ilgilenmeyeyim diye benim düş gücümü sürekli kamçılardı.

1931 yılında, babam tutuklanıp hapse atıldığı zaman ablalarımın ikisi misyoner okulunda bir süre için uzaklaştırıldılar.  Kilise de bizi kovdu, amam babam hapisten çıkıp belediye başkanı olduğu zaman hepsinin ailemize olan davranışları değişti. Taşındığımız için annem benim okulumu da değiştirdi. Hiçbirimizin misyoner okullara girmeyeceği ailemiz içinde sözsüz bir anlaşma olarak kaldı. Bunun nedeni, öncelikle, İngiliz ortamındaki okullar İngiliz yandaşıydılar ve hem annem hem de babam anadil ile verilen eğitimin, yüce ülkemizin kültürünü ve mirasını anlamada büyük yardımı olabileceğini hissetmişlerdi. Böylece başlangıçta, dokunulmaz (Harijana) sınıftan bir azizin ismi olan Chokahamela adlı bir ilkokula gittim. Sonra, tam tepenin üstünde, hükümet binasının yanında yer olduğu için belediye tarafından işletilen Tekdi (tepe) Okulu’na devam ettim.

Nagpur’un belediye başkanının oğlu olarak yere ve hatta halı parçalarının üstüne oturmak çok fazla idi. Böylece bir gün egom gerçekten iyi çalıştı ve öğretmene gittim ve ona yerde oturmanın benim için çok zor olduğunu söyledim, yer sadece çok soğuk değil aynı zamanda rahatsızdı da. Eşinden olacağı korkusu duyan zavallı öğretmen bana kendi iskemlesini verdi ve ben müthiş sevindim. Her nasılsa, talihsizlik bu ya (yoksa talih mi demeliyim?) bu olan anneme rapor edildi. Oğlunun sadece belediye başkanının oğlu olduğu için farklı muamele görüyor olması annemin kabul edebileceği bir şey değildi. Hemen ertesi gün beni okula götürdü ve beni yere oturttu ve öğretmeni, bana farklı muamele yapıldığı takdirde işinden olacağı şeklinde uyardı.  Öğretmenin düştüğü ikilemi tahmin edersiniz. Gene de itiraf etmeliyim ki, o sırada annem için hiç de güzel şeyler hissetmemiş olsam da, egomun o dövülüşü beni daha alçakgönüllü ve kendine daha çok güvenen biri yapmada uzun bir yol kat etmemi sağladı.

Okula olan nefretim azalmadan devam etti ve ben sürekli olarak bir şekilde okula gitmemek için bahaneler bulmaya başladım. Önceleri sabahları, saat 09:30-10:30 arası tuvaleti en güvenli yer olarak keşfettim ama annem fazla zekiydi ve saat 09:00’dan herkes okula gidene kadar tuvaletin kapısını dışarıdan kilitlemeye başladı. Bunun üzerine başka bir bahane buldum. Daha evvel bahsetmeyi unuttum ama ben beş yaşında tabla çalmaya başladım ve altı yaşımdayken babam bana küçük ellerime uygun bir çift minik tabla aldı.

Tablada gerçekten usta oldum ve babamın küçük yaşta tablayı bu derece çalmamdan dolayı bana hayranlık duyduğunun farkındaydım. Saat tam 09:30’da (tam okula gitme zamanımda) tablamı çıkarır ve alıştırma yapmaya başlardım. Annem önce bana rica eder sonra da okula gitmemi emrederdi. Durmanın tablanın ritmini bozacağından annemden beni rahatsız etmemesini isterdim. Babam her zamanki gibi beni desteklerdi ve mahkemeye gitmek için evden çıktığı anda tablayı bırakır ve yakında oturan ve İngiliz askerleri tarafından kendilerine tahsis edilen müştemilatlarda kalan çamaşırcıların ve baş kahyaların çocukları ile kriket oynamak için dışarı çıkardım. Bu çocukların arkadaşlarından zevk almama rağmen, annem bunu pek onaylamazdı, çünkü diğer nedenlerden başka, onların babaları devamlı içki içerlerdi, eğitimli değillerdi ve tüm bunların ötesinde ben bu işi okulum pahasına yapıyordum. Bu annem için günah işlemek gibi bir şeydi. Dolayısıyla, en kısa zamanda babama, onun desteğini yanlış kullandığımı söyleyerek beni şikayet etti. Babam beni desteklememe konusunda hemen anneme katıldı, en azından konu çalışmalarım pahasınaysa.

İlkokul günlerimle ilgili bir başka daha ilginç anım var. Annem bana ve kız kardeşim Shashi için bir öğretmen tutmuştu. Bir zaman sonra, ona kart oynamanın bize bir şeyler öğretmesinden çok daha yararlı ve verimli olduğuna inandırdık. Zavallı öğretmenin, eski belediye başkanının çocukları olmamızdan dolayı dileğimizi kabul etmekten başka bir seçeneği yoktu. Böylece zamanımızın çoğunu, annemin denetim yaptığı günler hariç, kart oynayarak geçirmeye başladık. Denetim günlerinde, çok çalışıyormuş gibi yapıyorduk ve bu da onu çok memnun ediyordu. Bu oyun bir kaç ay devam etti ve annemin beklenmedik bir günde, ders çalışmak yerine kart oynamakta olduğumuz odaya girmesiyle bitti. Öğretmenimin arkası odanın girişine dönükken benim yüzüm tam kapıya dönüktü. Annemi görür görmez kartları aşağı attım ve öğretmene suçlarcasına bakarak sınavlarımızı geçebilmemiz için bize bir şeyler öğretme niyetinde olmadığını söyledim. Bizdeki ani değişikliği gören öğretmenin aklı tamamen karıştı ama daha kendini savunamadan annem acımasız bir azarla kızgınlığını salıverdi ve ona bundan böyle bize ders vermeyi bırakacağını söyledi. Hem kardeşim hem de ben son derece masum bir yüz takınmıştık ama aynı zamanda da yaramazlığımızdan dolayı kendimizi kötü hissediyorduk, çünkü bu yüzden zavallı öğretmen işinden olmuştu. İşte benim okul günlerim böyle geçti.

Kız kardeşim Shantabai’nin Hint Klasik Müziğini ve Balasahib’in tablayı öğrenmeye başlaması Sadar Evinde olmuştur. Hint Klasik Müziğinin sonsuz yaratıcılığı karşısında inanılmaz etkilenmiştim. Etrafımdaki bütün arkadaşlarım ya Anglo Hint ailelerdendi ya da Brown Sahib’lerdi ve batı müziği söylerlerdi. Benimse eğilimim bir şekilde hep Hint Klasik Müziğine doğru olmuştu. Hint müziğine duduyum takdirin temelinin hayatımın gelişim yıllarında atıldığını düşünüyorum.  Diğer kız kardeşim Shashi şarkı söylüyordu ve Shri Mataji’nin de, daha sonraları Sahaja Yoga’nın tanıtımı için yapmak zorunda olduğu sayısız konuşmalardan dolayı kaybettiği çok tatlı bir sesi vardı. Benim tabla çalmada hiç ciddi bir eğitimim olmadı ama küçük yaşlarımda belli bir standartta çalmayı becerebilecek kadar doğal bir yeteneğe sahiptim.

Shri Mataji’nin her sabah, gözlerden uzak olan ve Anne Lodrus tapınağı olarak bilinen tapınağa da gidişleri bu evden olmuştur. Ben Onun değişmez yol arkadaşıydım. Biz köşeye oturur ve meditasyon yapardı, daha doğrusu ben böyle düşünürdüm, ama yakın bir zaman önce bana aslında Kundalini’yi kolektif olarak yükselterek dünyadaki insanların sorunlarını ortadan kaldırmaya nasıl yardım edeceği üzerinde düşünmekte olduğunu söyledi. Çocuk olarak beni gerçekten etkileyen bir şey de Anne Lodrus’un (ki şu anda yeni bir heykelle yer değiştirildi) heykeliydi; Shri Mataji’ye öylesine benziyordu ki, heykeltıraşın heykeli yaparken Shri Mataji’yi hayalinde canlandırmış olabileceğini düşünürdüm. Ayrıca, sabah rüzgarı öylesine canlandırıcıydı  ve enerji vericiydi ki, çoğu zaman enerjiyi boşaltmak için Shri Mataji’nin önünde koşar dururdum. O da, sabah yürüyüşünden sonra Kendini son derece yenilenmiş hissederdi.

Bu tapınak yerel bir okulda ders veren misyonerler tarafından inşa edilmişti, ama o Tanrıça belli bir topluluğu veya dini temsil etmiyordu. Aslında, Ona genelde fakir ve Hıristiyan olmayan topluluklar tarafından, sadece ihtiyaçları ve arzuları karşılansın diye değil ama aynı zamanda Ondan akan huzur ve sevgiden dolayı ibadet ediliyordu. Bugün bile, binlerce insan Ona ibadet etmeye gider.

Anglo-Hint ve Brown Sahib’lerin bölgesinde oturmamıza ve yakın çevremizde misyonerler tarafından işletilen pek çok okul olmasına karşın, annem ve babam bizlerin bu okullara gitmemizi istemediler. Ben evimize yakın bir okula gidiyordum ama ailenin diğer çocukları çok uzaktaki okullara gitmek zorundaydılar. Çocukları okula yaya yollamak, okul çok uzakta bile olsa, evdeki bir disiplin gereğiydi. Shri Mataji ve kız kardeşim Shantatai de yürümek zorundaydılar.

Babamın Nagpur’da çalışıyor olmasının önemli nedenlerinden biri de çocuklarının iyi eğitim almalarını istemişlerdi ve bu eğitim olanağı henüz Chhindwara’da yoktu.  İlköğretim St. Ursulas gibi değişik okullarda mevcuttu. Shri Mataji, Sitaburdy bölgesindeki Bhide Kız Lisesi’ne kaydoldu. Bu okul Sadar evinden epey uzaktaydı (6 veya 7 km), buna rağmen, daha evvel de söylediğim gibi, çocukların tüm bu mesafeyi yürümeleri gerekiyordu. Yolu kısaltmak için Shri Mataji ile Shantatai  Sitaburdy tekdi diye bilinen bir tepecikten giderlerdi. Tepeciğe tırmanma macerası onları çok eğlendirirdi. Bir gün, muson mevsiminde, çok fazla yağmur yağdı ve genelde kuru olan küçük bir nallah (dere) taştı ve son derece büyük bir akış hızına sahip oldu. O gün, araba tamirde olduğu için, onları okuldan almak üzere bir refakatçi yollandı. Tekdiyi geçerlerken kara bulutlar toplanmış ve onlar bunu fark edene kadar kuvvetli bir yağmur başlamış. Bir süre sonra dereye ulaşmışlar, dere kabarıkmış ve kuvvetli akıntıyı gören Shantatai dereyi geçmek istememiş, ama Shri Mataji geçmeye kararlıymış. Shantati’nin son derece ürkek bir çocuktu, bunu hepimiz bilirdik, riske girmekten korkardı, ama Shri Mataji, bunun tam aksine, cesur ve gözü pekti. Shantatai’nin durumunu gören hizmetçi onu kucaklayıp dereyi geçmeye başlamış. Geçtikten sonra, Shri Mataji’ye yardım etmek için tam dönerken bir bağırış duymuş. Anlaşılan o ki, Shri Mataji, dereyi kendi başına geçmeye karar vermiş, ama kısa zamanda akıntının fazla güçlü olduğunu fark etmiş. Sürüklenmeye başladığı sırada bir ağaca sıkıca tutunmuş ve hizmetçi ona ulaşıp dereden çıkarmış. İşte Shri Mataji’nin böylesine bir maceracı tabiatı vardır.

Ne zaman bir fırsatı olsa, Shri Mataji yürümeyi tercih ederdi öte yandan Shantatai ya araba ile ya da tonga ile gitmeyi yeğlerdi. Shri Mataji yalınayak yürüme gibi bir alışkanlığa da sahipti. Annem Onun şapel giymesinde ısrar ederdi ama O, yolda şapellerini çıkarır ve onları elinde taşıyarak, çıplak ayak yürürdü. Shri Mataji fakir olana karşı şefkat ve sevecenlikle doluydu. Ayrıca sonsuz bir sabrı vardı. Bir keresinde, fakir bir arkadaşı, evdeyken Ona evde hiç yiyecekleri olmadığını söylediğinde, Shri Mataji ona, evimizdeki tahıl ambarından tahıl dolu çuvallar vermişti. Bu olay annemi çok rahatsız etmişti, ama Shri Mataji’yi ve onun cömert kalbini tanıdığından annem onun bu sözüm ona yanlış davranışını hoş görmüştü. Annem bize hep Shri Mataji’nin fakirlerin çektiği açılardan son derece etkilendiğini  ve gözlerinin yaşlandığını hatta bazen gözyaşlarının yanaklarından akıp gittiğini  anlatırdı.

Sıkıntıları ve  sefillikleri yüzünden Shri Mataji’nin bu yanını sömüren pek çok örnek olmasına  ve kendisinin de iyiliğinin süistimal edildiğini bilmesine rağmen O asla bundan vazgeçmedi.

Shri Mataji aynı zamanda çok iyi bir  hemşireydi. Balasahib tifo yüzünden yatağa düştüğü zaman annemle birlikte sürekli olarak ona bakmıştı. Ateşini düşürmek için onun alnına bir buz torbası koyarlardı. Hastalığı yüzünden bir ay hiç konuşamamıştı. Babam, o zamanlar belediye başkanıydı ve bizim Nagpur’dan 15 km uzaklıktaki Kamptee’ye taşınmamıza karar vermişti. Balasahib konuşamadığı için, Shri Mataji hareketlerden oluşan bir dil geliştirdi. Eğer iki parmağını gösteriyorsa bu ona verileni yemeği kabul ettiğini gösteriyordu ve eğer bir parmağını gösteriyorsa bu ‘hayır’ demekti. O günler boyunca, Balasahib Robert Blake ve Sexton Blake okuyordu. Bir gün Shri Mataji hangi kitabı okumak istediğini sordu. Balasahib “Sexton Blake” diye fısıldadı. İşte böyle, ona hemşirelik yaptığı için, Shri Mataji Balasahib’i konuşturdu. Bir dahaki sefere, ona hangi müziği dilemek istediğini sordu, ona bir çok müzisyen adı saydı. Balasahib güçlükle Pannalal Ghosh diyebildi ve ondan sonra da çok güzel konuşmaya başladı.

Annem beş kere cezaevine girdi ve Shri Mataji böylece ev işlerine bakmaya alıştı.

Siyasi açıdan 1939-1941 yılları Kongrenin pek çok iniş çıkışlarına sahne oldu. 1939 yılında, Kongre Tripuri’de, Jabalpur yakınındaki Narmada nehrinin kıyısında yıllık toplantısını düzenlemişti. Bu toplantıya sadece, Tripuri Kongre Komitesi Başkanı olan babam değil, annem ve Shri Mataji dahil benim de içinde olduğum tüm aile üyeleri katılmıştı. O günlerde sadece altı yaşında olmama rağmen, o toplantıyı tüm canlılığı ile hatırlarım. Jawahar Lal Nehru, Vallabbhai Patel, Maulana Abul Kalam Azad gibi önemli liderler ve tabii ki Gandhiji de oradaydı. O dönem Annem, babam ve Shri Mataji’nin Wardha’ya ziyaretleri en sık olduğu dönemdi. Gandhiji Shri Mataji’yi ‘Nepali’ diye çağırırdı çünkü Onun Nepalli olan Sita’ya (Tanrıça) benzer özellikleri olduğunu söylerdi. Babam, tüm aile üyeleri ile birlikte Mahatma Gadhi’yi görmek istediğini söylediği zaman, Gandhiji ona Ulusal görev için çocuklarından hangisini yanına alması gerektiğini sormuş ve Shri Mataji’yi almış. Shri Mataji yedi yaşlarında iken Mahatma tarafından çok sevilir ve methedilirdi.

Shri Mataji o günlerde, diğer çocuklar gibi eğitimine devam etti. İlkokulda bir dansta Shri Krishna olarak oynamak üzere seçilmişti ve O da rolünü o kadar güzel oynamıştı ki, herkes onu Krishna olarak çağırmaya başlamıştı. Babamın arkadaşları bile onu Krishna olarak çağırırlardı. 1938/1939 eğitim yılında Shri Mataji Bhide Kız Lisesi’nde, 10. sınıfta (üniversite öncesi) okuyordu. Okulda genelde brahmin kızları vardı. Brahmin kızları öğle yemeklerini Hıristiyan olduğu için Onunla paylaşmaktan korkarlardı  Okulun arkasında saklanırlar ve öğle yemeklerini Onunla paylaşırlardı. Kısa bir süre önce, arkadaşları Ona Sahaja Yoga için büyük bir resepsiyon vermek istediler ama O buna yanaşmadı. Shri Mataji son derece parlak bir öğrenciydi ve özellikle de dil ve matematikte. Matematik öğretmeni bir brahmindi ve Shri Mataji tek Hıristiyan kızdı. Öğretmen övülmeye ve methedilmeye bayılırdı ama Shri Mataji gereksiz yere birini övmeyi veya methetmeyi asla sevmedi. Sonuç olarak, öğretmende Shri Mataji’ye karşı güçlü bir sevgisizlik baş gösterdi ve Onun samimiyetiyle ve kast sistemine karşı gösterdiği açık sözlülükle alay etmeye başladı. Öğretmenin Shri Mataji’ye olan sevgisizliği bir dönem boyunca büyümeye devam etti öyle ki, Shri Mataji’nin tüm problemleri doğru olarak çözmesine rağmen Onu finalde sınıfta bıraktı. Bu tamamen beslediği kin sonucu yapmış olduğu bir davranıştı. Shri Mataji durumu aileme bildirdi ve hem annem hem de babam Shri Mataji ile birlikte okul müdürü ile konuşmaya gittiler. Adam Ferguson Kolejinde annemin astı imiş. Bu nedenle annem onu ikna edeceği konusunda kendisine çok güveniyordu. Buna rağmen her şey annemin beklediğinin tersine oldu. Müdür, Shri Mataji eğer konu olarak matematiği seçecekse Onu bir sonraki sınıfa yükseltmeği reddetti. Annem ve Shri Mataji kağıdının yeniden okunmasını önerdiler ki bu istekleri de geri çevrildi. Ona karşı olan önyargıyı gören annemle babam Shri Mataji’yi Seva Sadan aslı bir okula kaydettirdiler. Okulun müdürü Mr. Garud babamın iyi bir arkadaşıydı ve Shri Mataji’yi, okullarında üniversiteye girmekle eş değer olan 10. Sınıftan almayı kabul etti. Böylece Shri Mataji eğitim hayatında hiç sene kaybetmemiş oldu.

Okul tiyatrolarında sergilediği oyunlarda daima ödül alırdı ve okulun da başkanıydı. Mr. Garud bir brahmindi ve vejeteryandı. Shri Mataji için iki yumurta haşlar ve onları ceketinin cebinde saklar, Shri Mataji’ye yemesi için gizlice verirdi sonra da kabuklarını gizlice yok etmek için alırdı. Onları bir kağıda sarardı ve kağıdı da cebine koyardı. Babamın çok iyi arkadaşıydı ve Shri Mataji ile ilgilenirdi çünkü Shri Mataji katı vejeteryan olan Seva Sadan hostelinde kalırdı.

1940 senesinde, Shri Mataji Üniversite imtihanlarına girmeye hak kazandı. Marathi, İngilizce ve matematikte büyük başarı gösterdi. Çok iyi dereceler aldı, böylece bir bilim fakültesine girmek için hiç bir engeli kalmadı. Daha evvel de değinildiği gibi, tıbba karşı yoğun bir ilgisi vardı. Hep Hindistan’ın, özellikle de kırsal kesimin pek çok iyi doktora ihtiyacı olduğunu söylerdi. Bununla birlikte, şimdi anlaşılıyor ki, aslında O tıbbı Kundalini’nin hareketliliğini daha iyi anlatabilmek için seçmişti, özellikle de entelektüellere ve pratisyenlere. Kundalini Ayurveda da anlatılır ama Kundalini’nin yükselişinin sıradan insanların ötesinde bir şey olduğu söylenir.

Shri Mataji’nin ağabeyi Narendra Lucknow Üniversitesi’nde öğrenimine devam ediyordu ve Lucknow Üniversitesini, eğitim standartlarının Nagpur Üniversitesine kıyasla çok daha iyi ve yüksek olduğu konusunda çok övmüştü. Annem ve babam çocuklarına en iyi eğitimi verme konusunda çok hevesli olmalarından dolayı, Shri Mataji’yi Lucknow’a yollamaya karar verdiler. Shri Mataji, Isabella Thoban (IT Kolej) Koleji, Lucknow’a kabul edildi. Onun Diwali veya Christmas için döndüğü zamanları hatırlıyorum, ailenin her bir üyesine küçük hediyeler getirirdi, öte yandan tatillerinde eve gelen ağabeyim hep eli boş gelirdi. Özrü ise, ona yollanan paranın, kendi ihtiyaçlarını karşılamadığı şeklinde idi, öte yandan Shri Mataji, ondan çok daha az para almasına rağmen, bizlere hediye alabilecek kadar para biriktirmeyi başarırdı. Bunun sonucunda, Onun gelişini, ağabeyimin gelişine kıyasla, dört gözle bekler olmuştuk. Hediyeler şüphesiz ki büyük neşe kaynağı oluyordu ama aynı zamanda Onun bizimle daima paylaştığı sıcaklık ve sevgiden de büyük zevk alıyorduk. Büyük ağabeyim elbiselere çok meraklıydı. Bir gün anneme gitti ve daha uzun bir palto istediğini söyledi ve annem bunu onun için yapmak mecburiyetinde kaldı. Annemin ona özel bir toleransı vardı ve daima ona çok daha iyi bir pay verirdi.

Nagpur’dayken Shri Mataji, badmigton oynarken düştü ve sağ eli kırıldı. O olay , Aralık ayı tatilinde, yıllık sınavlara çok az kala meydana gelmişti.  Onunla hastaneye gittiğimizde, bir Doktor anestezi yapmadan Onun kolunu sabitledi. Bu büyük acı vermişti ve Doktor babama gidip ona kızının Tanrıça Durga olduğunu söylemişti. Üniversitede ilk senesi olduğundan ve ilk sene sınavının bir üniversite sınavından ziyade bir lise sınavı niteliğinde olmasından dolayı, Shri Mataji yetkililerden sınavını kolundaki alçı çıkarıldıktan sonra yapması konusunda izin istedi. Kolej yetkilileri bu isteği geri çevirdiler ve sonunda Shri Mataji ilk sene sınavını almadan Nagpur’a dönmek zorunda kaldı. Annemle babam bunun üzerine Onu yerel bir Bilim Koleji’ne (bugün Bilim Enstitüsü olarak bilinir) vermeye karar verdiler. İşte böylece Shri Mataji Nagpur’da Bilim Kolejine gitmeye başladı.

Bu arada babam, 1939/40 yılında kamu savcısı olarak görevlendirildi. Savcı olarak pek çok dava aldı. Bir ölüm vakası vardı, ki bugün bile ikinci derece kanıt üzerine yol gösteren bir dava olarak ele alınır. İlginç bir vaka olduğu için aşağıda kısaca anlatıyorum.

Bir kayınpeder, Gujarat’daki köylerden gelen ve masum bir kız olan gelinine karşı yasak duygular beslemeye başlamış. Kızı kötü akıbetlerle korkutmuş ve böylece kız alçakgönüllü bir şekilde adamın arzularına boyun eğmek zorunda kalmış. Oğul (kızın kocası) bir şekilde durumu öğrenmiş ve babasına böylesine iğrenç ve günahkar davrandığı için toplumda teşhir edilmesi gerektiğini söylemiş. Baba, kendinden son derece utanarak, oğlunu öldürmeye karar vermiş. Bir fırsat kollayan baba, oğlunu arkadan, kör bir noktadan, arkasındaki bir pencereden, uzun namlulu son derece güçlü bir silahla vurmuş. Kurşun vücuda arkadan girmiş ve göğsünden, önden dışarı çıkmış. Sonuç olarak oğul oracıkta ölmüş. Olay karısı tarafından görülmüş. Baba tıbbi yetkililere rüşvet vererek lehte bir tıbbi rapor hazırlatmış ama polis kirli oyundan şüphelenmiş. Öte yandan, oğlun bedeni, polisin doğrulamasını beklemeden yakılmış ve öldürüldüğü sırada giydiği gömlek de yok etmesi için bir temizleyiciye verilmiş.

Savunmanın iddiası oğlun yaşamaktan bıktığı ve silahı ayak parmağına dayayarak göğsüne ateş ederek intihar ettiği yolundaydı. Davayı, davacının lehine  destekleyebilecek tek kanıt ise gömlekti. Bunun üzerine babam, Kanhan nehrine atıldığı söylenen gömlek için geniş çaplı bir arama başlattı. Üç veya dört günlük aramadan sonra, bir kum yığını arasına saplanmış olarak bulundu. Bereket versin ki, kurşunun girdiği yer ve çıktığı yer açıkça görülüyormuş. Gömleğin arkasından barut izi varmış. Ayrıca kurşunun girdiği delik küçük, ama kurşunun dışarı çıktığı öndeki delik arkadakine nazaran daha genişmiş. Babam savunmasında, kaide olarak, merminin girdiği bölgede küçük bir delik olduğunu, öte yandan merminin çıktığı bölgede daha büyük bir delik tespit edildiğini, bunun da nedeninin merminin gittikçe büyüyen bir harekete sahip olmasından kaynaklandığını söyledi. Ayrıca, öldürülen kişi söylenildiği gibi ateş ettiyse o bölgede barut izlerine rastlanmalıydı. Ön bölümde barut izi olmadığına göre, savunmanın teorisi olan kurbanın silahı göğsüne doğrultup kendine ateş ettiği iddiası çürütülüyordu. Savunma üyesi Barrister Kedar babamın iddiasını ancak balistikte uzman  birinin söylemesi gerektiğini, bunun meslekten olmayan bir kimse tarafından söylendiğini, bu nedenle de mahkemenin onun bu iddiasını kabul etmekle yükümlü olmadığını ileri sürdü.

Bir İngiliz olan hakim son derece dürüst fikirli bir kişiydi ve tüm kanıtları ve babamın savını Bombay polisine ve sonra da Scotland Yard’a yolladı. Her iki tarafın balistik uzmanları babamın teorisini tamamen onayladılar ve sonuç olarak, ikinci derecede bir delil olmasına rağmen, sanık ömür boyu hapse mahkum oldu.

1942 yılının başında, İngilizlerle pazarlığın boşuna olduğunu gören Gandhiji, “Hindistan’ı terk et” harekatını başlatmaya karar verdi. Tüm kongre üyelerinden İngiliz yasaları ile işbirliği içinde olmamayı ve onlara boyun eğmemeyi yoğunlaştırmalarını istedi. Babam o zamanlar kamu savcısı idi ve ilk yaptığı şey  görevinden istifa etmek oldu. Yüksek mahkemenin üstünde dalgalanan bir İngiliz Bayrağı vardı ve Gandhiji’nin gerçek takipçisi olarak, babam yüksek mahkemenin damına tırmandı ve İngiliz bayrağını indirdi. Hepimizden ‘Vande Mataram’ı söylememizi istedi. Bir İngiliz tarafından sol şakağından vurulmuştu ve çok kan akıyordu ama o bizim üç renkli bayrağımızı yükseltti ve özgürce dalgalanana kadar bekledi sonra yüksek sesle ‘Vande Mataram’ dedi ve bayrağı selamladı. İngilizler bu olay üzerine yaygarayı kopardılar ve babam, anneme eve misafir beklediğini bu nedenle Biryani (özel bir pirinç yemeği) hazırlamasını haber vermek için daha erken döndü. Annem “misafir”in ne demek olduğunu biliyordu, çünkü babam ona daha evvel söylemişti, şakağından vurulmuş olsa bile İngilizler beklemeyecekti.

O olayı tüm canlılığıyla hatırlıyorum. Bir Cumartesi günüydü ve “misafirler” saat 15:00 civarı geldiklerinde, babam çocuklara, yürüme mesafesinde olan ve bugün Bharat Talkies olarak bilinen saray tiyatrosuna gidip bir film izlemelerini istedi. Ben, her nasılsa, sinemadaki karanlığı sevmediğim için geride kaldım. Saat 15:30’da bir aile dostu olan Bay Mustaq Aheman ve polisten bir müfettiş iyi yardımcısı ile beraber geldiler. Babam onu iki eliyle birden karşıladı, bu onun geleneğiydi ve anneme bir masa hazırlamasını söyledi. Aynı anda da, benden de kız ve erkek kardeşlerini bulup getirmem istendi. Bit hizmetçi ile beraber tiyatroya gittim ve müdüre ekrandan bir yazı geçmelerini istedim. Yazı şöyleydi: “P,K, Salve tutuklandı. Çocukları hemen eve dönmeliler.” Yazı çıkar çıkmaz hemen hemen tüm seyirciler, tutuklanan P,K, Salve’ye saygılarını sunmak için, çocuklarla beraber salonu terk ettiler. Çocuklar geldikten sonra babam yanımıza geldi ve bize ağlamamamızı ama “Vande Mataram” (anlamı ‘Seni selamlıyorum, Ey Anavatan’) diye bağırmamızı söyledi. Bu şarkı Bankin Chandra tarafından yazılmış ve özgürlüğümüzü elde ettikten sonra bile ulusal bir şükran ve sevinç duası olarak söylendi, ama bazı Müslüman liderler buna karşı çıktılar çünkü Sanskrit dilinde yazılmıştı ve vatana Tanrıça Durga olarak övgüler sunuluyordu. Dolayısıyla, Hintlilerin, özgürlükleri için savaşmalarında kanlarını kaynatan bu şarkı devlet tarafından kabul edilmedi.

Sonra babam müfettişe kelepçeli mi yoksa kelepçesiz mi götürüleceğini sordu. Müfettiş konuşamaz durumdaydı, sadece “Salve Sahib, sizi böyle tutuklamak vicdanıma büyük bir  ağırlık yapıyor. Lütfen, benden sizi kelepçelememi ve böylece suçumu çoğaltmamı istemeyin.” diye cevap verdi. Sonra babam müfettişe kendisini onun arabasıyla mı götüreceklerini yoksa bizim arabayı kullanmak isteyip istemediklerini sordu. Sahip olduğumuz arabalardan biri üstü açılır, çok güzel bir Chevrolet idi ve Mustaq Ahemad onu bizim arabamızla götürmekten şeref duyacağını söyledi, bunun üzerine babam şoförümüze arabanın tepesini açmasını söyledi. Ki refakatçinin arasına oturdu ve yüksek sesle bağırdı “Vande Mataram”, ve araba hareket edince, kalabalık onu uzun bir süre takip etti. Annem ağlamadı ama gözlerinde yaşlarla bağırdı “Vande Mataram”. İşte babamın vatanseverliği böyleydi ve biz tüm kız ve erkek kardeşler, ve özellikle de Shri Mataji babama karşı büyük bir saygı ve hürmet duyuyorduk.

Ağustos 1942’de babam hapisteydi ve aile finansal zorluklar içindeydi. Böyle önemli biz zamanda, Kendisi de Bilim Kolejinde okuyan Shri Mataji, 15 Ağustosta, bağımsızlık günümüzde, okulunun önünde grev sözcülüğü yaparak eğitimini bırakmaya karar verdi. Annem tutucu olmasına rağmen Onun politik faaliyetlerine engel koymadı. Bir protestocu olarak, Shri Mataji okulunun önünde grev sözcülüğü yaptı ve okula girmek isteyenleri durdurdu. Okulun müdürü iyi bir aile dostuydu ama İngiliz yetkililerden emir almıştı, kolej kaidelerine itaat etmeyenler veya grev sözcülüğü yapanlar bir süre için üniversiteden uzaklaştırılacaktı. Müdür Yardımcısı olan Bay Krishnamurti’den gidip Shri Mataji’yi durması için ikna etmesi ve eğer grev sözcülüğünü bırakmazsa kolejden atılacağını söylemesi istendi. O günlerde uzaklaştırma, herhangi bir başka kolejde eğitime devam etmenin de kabul edilmeyeceği anlamına geliyordu. Shri Mataji’ye bu teklif götürüldüğünde hemen reddetti ve İngilizler yetkililer tarafından yönetilen bir okuldan iyilik göreceğine atılmayı tercih ettiğini söyledi. Shri Mataji’yi grev sözcülüğünden vazgeçirmeyi başaramayan Bay Krishnamurti, koyu bir İngiliz yanlısı olan Müdür Bay Shabde’ye geri gitti ve Bay Shabde Shri Mataji’yi öğrencilerin okula gelmesine engel olduğu, yasalara karşı geldiği ve okulun yürütmesine karşı protesto ettiği için okuldan atıldığını bildiren bir mektup yazdırdı. Bay Krishnamurti, büyük bir isteksizlikle okuldan atıldığını bildiren mektubu Shri Mataji’nin eline verdi. Bay Krishnamurti, emekli olduktan sonra Pune’ye yerleşti. 1991 yılında sanırım, daha yaşlı bir Bay Krishnamurti gidip Shri Mataji’yi gördü, Onun Lotus Ayaklarına kapandı ve böylesi bir tanrısal kişiliği okuldan attığı için utanç duyduğunu ama Onun ayaklarına dokunmakla geçmiş günahlarının temizlendiğini söyledi. Shri Mataji onun bu hareketinden çok etkilendi ve ona kolejdeyken işinin gereğini yapmış olduğunu ve Kendisinin de ulusu için gereğini yapmış olduğunu, dolayısıyla işlenmiş hiçbir günah olmadığını söyledi. Her nasılsa, Shri Mataji asla onunla ilgili hiçbir şikayeti veya hoşnutsuzluğu olmadı, çünkü o son derece asil bir ruhtu. Bay Krishnamurti, Shri Mataji’yi İngiliz askerleri ve silahlarıyla korkusuzca karşı karşıya geldiği gördüğünde, “O Durga’nın enkarnasyonu’ diye düşünmüş olduğunu söyledi.

Onun okuldan atılmasına bir sebep daha vardı. Ailenin çok iyi dostu olan bir Bay Paul vardı ve Eğitim Müdürü idi. Oğlu Shri Mataji ile aynı sınıftaydı. Shri Mataji bir gün grev sözcülüğü yapıyordu, Küçük Paul’e eğer gerçek bir Hintli ise sınıfa gitmeyeceğini ama orada kalıp Ona yardım edeceğini söyledi. Bunun yerine, tipik bir Brown Sahib örneği olan küçük Paul, Onu kesinlikle reddetti ve  açıkça Gandhiji’yi ve şiddet karşıtı harekatını eleştirdi. Daha sonra da, İngiliz hükümdarlığı altında çok mutlu olduğunu söyledi ve Hindistan’ın hiç bir şekilde şiddet göstermeden özgürlüğünü asla elde edemeyeceğini, Hintlilerin bir ülkeyi yönetemeyeceğini çünkü yeteneksiz olduklarını ifade etti. Bunu duyan Shri Mataji ve arkadaşları bileziklerini çıkardılar ve ona sundular (Hindistan’da erkeklerin bilezik takmaları kadınsılık, korkaklık ve yüreksizlikle aynı anlama geliyordu). Çok kızan küçük Paul bunu hemen babasına söyledi ve Bay Paul, babamla çok iyi arkadaş olmasına rağmen Shri Mataji’nin atılmasında rol oynadı.

Burada anlatmak istediğim bir olay daha var. bir gün Shri Mataji St. Ursula Lisesi (bu annemin 1919 yılında müdürlük yaptığı okuldu) önünde grev yapmaya karar verdi. Shri Mataji elinde bir Hindistan bayrağı taşıyordu  ve okul kapısının önünde duruyordu ve protesto amacıyla öğrencilere evlerine dönmelerini rica ediyordu. Uzak yerlerden öğrencileri getiren bir otobüsü bekliyordu. Otobüsün uzaktan yaklaştığını gördü ve otobüsün okuldan içeri girmesini önlemek için yere, tam giriş kapısının önüne uzandı. Tüm bunları gören okul görevlileri, otobüsü yaklaşık 100 yard uzaklıkta durdurması için bir peon (mesaj ileten çocuk) yolladılar. Ben Shri Mataji’nin yakınında duruyordum ve Onun yerde, altında hiçbir şey serili olmaksızın yatmasına dayanamadım.  Bunun üzerine eve koşup Onun için bir halı getirmeye karar verdim. Eve koşarken peon şoföre başka bir yoldan okula girmesi gerektiğini anlattığını duydum. Ne olursa olsun, benim için ilk önemli şey Shri Mataji’ye bir halı getirmekti, bu nedenle eve koştum, bir halıyı kucakladım ve bir sürü polisin Shri Mataji’nin etrafını sarmış olduğu yere geri döndüm. Otobüs arka taraftan dolanmış ve okula girmişti. Shri Mataji ayakta duruyor, bayrağı tutuyor ve İngilizlerin Hindistan’ı terk etmeleri için sloganlar atıyordu. Bundan sonra Shri Mataji bir arabaya konuldu ve bir karakola götürüldü ve orada Ona, Onu kalın buz dilimlerinin üzerine koyarak fiziksel işkence yaptılar. Ona ayrıca elektrik şok da uyguladılar. Onu bırakmadan önce, eğer bir daha İngilizlere karşı slogan atarsa veya grev sözcülüğü yaparsa Onu hapse atacaklarını söylediler. Onun hazırdaki yanıtı ise, özgürlükleri olmadıkları için Hintlilerin zaten hapishanede olduklarıydı, dolayısıyla Onun için dışarıda olmuş veya hapiste olmuş fark etmiyordu.

Shri Mataji okuldan atılmış ve başka bir koleje kayıt olma gibi bir imkanı da ortadan kalmış olmasına rağmen, işsiz bir şekilde evde oturmak Ona göre değildi, özellikle de ‘Hindistan’ı terk et’ harekatı doruk noktasındayken. Böylece, bir gün Shri Mataji anneme yeraltında çalışan bir gruba katılmak istediğini belirtti. İnsanlara broşürler ve kitapçıklar dağıtıyor ve aynı zamanda afişler asıyorlardı.

Annem yaşam tarzında son derece tutucuydu ve son derece güzel olan 18 yaşındaki kızının markete bile bir refakatçi olmadan gitmesine asla izin vermezdi. Aynı anne, buna rağmen, İngiliz vurucu mangasıyla karşılaşması halinde uzun hapis günleri ve hatta yaşamını bir kaybedebilmesi anlamına gelen  bu riskli görevi üstlenmesi için Shri Mataji’ye izin verdi. Anneme için, çocukları

Son derece değerliydi, özellikle de Shri Mataji, ama ülkenin özgürlüğü çok daha değerliydi ve en yüksek önceliğe sahipti. Bu yüzden Shri Mataji’nin yeraltına girmesine izin verdi.

Çok yıllar sonra, bir akşam, anneme baktığım sıralarda, onunla bu olayı konuşmuş ve biraz takılarak ona kızları ve oğullarıyla ilgili farklı standartları olduğunu söylemiştim. Ona, oğullarına karşı çok katı ama kızlarına karşı pek yumuşak olduğunu ve Shri Mataji’nin yeraltına gitmesine izin verişinin, onun kızlara karşı farklı muamele etmesinin en göze çarpan örnek olduğunu söyledim. Bana son derece ciddi bir şekilde cevap verdi ve genç bir kızın yeraltına gitmesi fikrini sevmemesine rağmen, 1942’deki o bunalımda, ülkenin Ona annesinden çok daha fazla ihtiyacı olduğunu anlattı. Bundan başka, bana Shri Mataji’nin çok güçlü bir karakteri olduğunu söyledi. Kendi prensiplerine ve kanılarına son derece aykırı olmasına rağmen, annem Onun yeraltına gitmesine izin vermek zorunda kalmıştı.

Shri Mataji’nin grubunun lideri İngilizlerin dışarı atılmasından sorumlu yaşlı bir bey olan Thakur Niranjan Singh idi. Yeraltı faaliyetlerinin arasında köyden köye, kasabadan kasabaya, şehirden şehre dolaşmak, insanları İngilizlerin toprakları terk etmesinin ve kendilerini kölelikten özgürleştirmenin gerekliliği hakkında insanları farkındalık konumuna getirmekti. Tüm bunlar, tetikte bekleyen İngiliz yetkililerin fark edemeyecekleri bir şekilde yapılmalıydı. İş aynı zamanda İngiliz karşıtı broşürlerin dağıtılmasını da kapsıyordu. Shri Mataji’nin bu tür broşürleri evimizde sakladığını hatırlıyorum. Gecenin en beklenmedik anında eve süzülür, broşürleri toplar ve gene dışarı süzülerek giderdi. İngilizler, evde iktidarı devirmeyi amaçlayan bazı faaliyetlerin döndüğü hakkında gizli bir bilgi öğrendiler ve evi aradılar ama hiçbir şey bulamadılar. Annem, evde elde ufalanmış pirinç ve jaggery sattığı bir dükkan açmıştı ve broşürleri, kendisinden saklaması istenilen bir tohum istifinin altına saklamıştı. Mahatma Gandhi tarafından yürütülen ve Gram Udyod (kulübe endüstrisi) olarak bilinen bir organizasyonda ajan olarak çalışıyordu.

Babam ailenin tek para kazanan üyesi olduğu için, ailenin geliri epey azalmıştı ve çocukların düzgün beslenebilmeleri için, evin değerli eşyaları, günlük harcamaları karşılamak için bir bir satıldı. Sorunlara ek olarak, ablalarımdan biri olan Shanta Sheela (Shantatai) bazı durumlarda ölümcül olan yaz ishali olup ciddi bir şekilde hastalandı. Bu nedenle annem ona bakabilmek için bazı mücevherlerini satmak zorunda kaldı. Durum o kadar kötüleşti ki, büyük evin faturalarını ödeyemez hale geldik.

1942/43 öğretim döneminde, bazılarımız eğitimini bırakmak zorunda kaldı. Gerekmiyordu ama ben de bir yıl eğitimden muaf olmayı becerdim.  Atılmış olmaktan dolayı, Shri Mataji bir sene kaybetti ama O politik faaliyetlerine olduğu kadar eğitimine de devam etmeyi çok arzuluyordu. 1942/43 yılı kargaşa ve aile için son derece zor bir sene oldu. Daha evvel de bahsedildiği gibi, gelir eksikliğinden dolayı, Mount Yolu’nda oturduğumuz evin değişik faturalarını ve vergilerini ödeyemez hale gelmiştik. Böylece Sitaburdy’de, Buti ki Chawl adında daha küçük bir eve taşındık. Herkese tutumlu olunması ve boş yere para harcanmamayı öğretilmişti.

Özgürlük mücadelesi sırasında, Shri Mataji’nin yeraltı faaliyetleri ile ilgili pek çok ilginç hikaye vardır. Bir keresinde, Bombay’a için patlayıcı dolu bir kutu götürmüş, Onunla seyahat eden bir arkadaşı da varmış ve birden, kaldıkları Madhava Ashram adlı otele polisin geleceğini duymuşlar, Shri Mataji kutuya bir ip bağlamış ve onu pencereden dışarı sarkıtmış. Polis arama yapmaya geldiğinde, odada hiçbir şey bulamamışlar ve gitmişler.

Bir başka sefer, bir arkadaşıyla çok uzun boylu olan Bay Bagri’ye Bombay’a giderken refakat etmeleri gerekmiş. Hepsi de, Müslüman kadınlar gibi giyinmişler. Karakoldan geçerlerken polis müfettişi uzun boylu kadını araştırmış. Karakola rapor vermek için içeri girdiğinde şoför arabayı hızla sürmeye başlamış ve polis bir motosikletle bir noktaya kadar onları takip etmiş. Şoför arabayı ormana sürmüş. Orada üç gün hiçbir şey yemeden kalmışlar ama bir dere sayesinde sağ salim kalmayı başarmışlar. Sonra şoför arabayı getirmiş ve onları yeniden Mumbai’ye götürmüş.

Bir keresinde de, otobüsle Ujjain’e gidiyorlarmış, yanlarında oturan adam Niranjan Singh imiş. Ona kızların nereye gittikleri sorulduğunda, onların evliliklerinin yapılacağı yere gitmekte olduklarını söylemiş. İsimlerini açıklamadığı bir grup ile buluşmaya gidiyormuş. Shri Mataji ve arkadaşlarına kendi evinde kalmalarını teklif etmiş. Karısı Shri Mataji’ye büyük bir sevgi duymuş ve ona bir sari vermiş. Shri Mataji ev sahiplerine işinin asıl amacı olan hapisten kaçan bazı kişilerle buluşup onları Delhi’ye götüreceğini açıklayınca ev sahipleri çok heyecanlanmışlar ve “eğer böylesi masum kızlar ülkenin özgürlüğü için savaşıyorlarsa o zaman biz ne yapıyoruz?” demişler ve onlar da katılmışlar. Üç gün sonra grup arabayla, Kota yolu üzerinden Delhi için yola çıkmışlar. Kota’da iki gün kalmışlar. Shri Mataji, Kota’daki, şahane bir manzara ile çevrelenmiş güzel gölü hala hatırlar. Beş kaçakla birlikte Delhi’ye gitmişler ve vatansever bir adamın evinde kalmışlar. Bu insanları gizlice Unani Tıp Okulu’na götürmeleri gerekiyormuş. Yolda bir sürü oğlan oturuyormuş ve iki genç kızın geldiklerini görünce maymunlar gibi hareket etmeye başlamışlar, bazıları ağaçlara çıkmış, bazıları dallardan sarkmışlar ve bazıları da el çırpmaya başlamışlar. Korkmak yerine Shri Mataji yüksek sesle gülmeye başlamış ve tüm maymunlar onun korkusuzluğuna şaşırarak aşağı inmişler. Bu son derece eğlenceli bir durummuş çünkü Shri Mataji erkeklerin kadınlara saygı gösterdiği Maharashtra’da böyle bir şeyi daha evvel hiç görmemiş. Bu Onun Delhi’yi ilk ziyaretiydi.

Eve döndüğü zaman son derece güler yüzlüydü ama annem Onun çok zayıfladığını söyleyince, Shri Mataji anneme, bunu Kendisinin geri gitmesini istemediği için söylediği şeklinde yanıt verdi. Ama artık geri adım atamazdı çünkü Anavatanını İngilizlerin pençesinden kurtarma görevini üstlenmişti.

Shri Mataji dokuz ay boyunca yeraltında yaşadı, Niranjan Singh tutuklandı ve ağır hapis cezası ile hapse atıldı. Bir gün, aniden kapımızda beliriverdi. Başka yeraltı çalışanlarının yardımı ile hapisten kaçmıştı. Shri Mataji uzak bir yerde yaşana bir üniversite öğretmeninden onu saklamasını istedi. Onun evinin yakınında oturan bir arkadaşını Niranjan Singh’ye yiyecek yollaması için ayarladı. Shri Mataji, polis fark etmesin diye, Niranjan Singh’i ziyaret etmek için evin arka kapısından çıkardı. Bir şekilde polis, yeraltı faaliyetlerinin elebaşılarından biri olan ve onu saklayanın izini buldu. Niranjan Singh tutuklandı. Bağımsızlıktan sonra serbest bırakıldı ama hapishanede kalmak onu çok zayıflatmıştı. Gadarwala’daki evine döndü ve bir kaç ay sonra öldü.

Shri Mataji, gazetelerde yazan Cheemor Aahti katliamından çok rahatsız olmuştu. Bir kaç arkadaşıyla birlikte olay yerine gitti ve o gün gördüklerini bir daha unutamadı, çocuklar bile tecavüze uğramış ve katledilmişti.

Shri Mataji Balak Ram Tıp Okulunda okurken, bölünme başladı ve Pakistan’da Hinduların ve diğer gayrimüslimlerin katli başladı. Bunun üzerine Shri Mataji hemen okulu terk etti. Bir tonga ile istasyona hareket ederken büyük bir kalabalığın aksi yönden yaklaştığını ve peşlerinde oldukları bazı Hinduları öldürmeye çalıştıklarını gördü. Tonga wallah çok iyi bir adamdı ve Shri Mataji’yi başka bir yoldan götürerek sağ salim istasyona ulaştırdı. Onun treni, katledilmeden Hindistan’a ulaşan en son trendi.

Ondaki vatanseverlik ruhu öylesine derindir ki, ne zaman bir ulusal bayrağı görse gözleri yaşla dolar.

Babam başlangıçta, annemle beraber onu ziyarete gittiğim Nagpur cezaevine konmuştu. Annemin onu belli bir mesafeden görmesine izin vermişlerdi ama benim çok küçük olduğum için bariyerlerin altından geçin babamla görüşmeme göz yumuyorlardı. 1941 yılında, tabla çalıyor ve ağabeyim Balasahib’in gurusunun verdiği dersleri istekle dinliyordum. Önceleri dizlerimin üstünde çalmaya başladım, daha sonraları ise babamın aldığı tablaya geçtim. Cezaevine girmeden önce o da tabla öğrenmeye başlamıştı ve her sabah benin kendisinin önüne oturtur ve alıştırma yaptırır, o da benimle pratik ederdi. Yedi gibi küçük bir yaşta benim için parmaklarımla tüm vuruşları ve mukhada ve kayda’yı (tablada yapılan değişik doğaçlamalar) yazmak mümkün değildi dolayısıyla onları hafızama kaydediyor ve ihtiyacım olduğunda kullanıyordum. Babamla hapishane görüşmelerim genelde ona mukhadalar ve kaydaları anlatarak geçiyordu ve babam da hapis arkadaşlarına gururla benim tabladaki başarılarımı anlatıyordu.

Nagpur Hapishanesinde yaklaşık bir buçuk ay sonra, Müfettiş Mustaq Ahemad’ın özel bir görevle gönderilmiş olan memuru gidip babam Müfettiş Mustaq Ahemad’ın özel bir görevle gönderilmiş olan memuru gidip babama Vellore Hapishanesine (Vellore Madras’a yakın küçük bir kasabadır) gideceğini haber verdi. Alelacele, Vinoba Bhave’nin trende oturduğu istasyona gittik. Vinoba Bhave Shri Mataji’yi çağırdı ve Ona çok kızdı. “Neden ülke için çalışman gerekiyor? Fazla gençsin. Annen için bir endişe kaynağısın” dedi. Babam Shri Mataji’yi kendi tarafına çağırdı. Ona, “Sen bu yaşlı adamın söylediklerine aldırma. Ben Seninle gurur duyuyorum ve eğer bütün çocuklarım ülke için çalışırlarsa ben en şerefli baba olacağım.” dedi ve anneme döndü: “sen Jadhav ailesinden (Shivaji’nin annesinin ailesi) geliyorsun ve neden bu kadar çok endişe ediyorsun? Nirmala İngilizlerle savaşmış olan Jhansi’nin Laxmibai’si .” Çok neşeli görünüyordu ve bize baktığı zamanki gülümsemesini hatırlarım. Tam o anda onu önümüzdeki on beş ay boyunca hiç göremeyeceğimizi fark ettik. Bu olay 1942 yılının Eylül ayında gerçekleşti.

Hapishanedeyken, babamın ailesine mektup yazmasına izin verilmişti. Mektuplar gönderilmeden evvel hapishane görevlileri tarafından sansüre uğruyordu. Sansürleme, ailenin okumasını istemedikleri kelimenin veya bölümün üzerine siyah mürekkep sürülerek yapılıyordu.  Bizi anneme eğer sansürlenmiş bölümdeki mürekkebin üzerine benzin sürülürse altta yazılanların okunabileceğini söylemişti. Evimizin yanında bir benzin pompası vardı ve benzin pompasının sahibinin oğlu Punjabi Sardar’dı. Punjabi benim iyi arkadaşımdı ve bana hep bir şişe dolusu benzi verirdi. Bu şekilde annem sansürlü kısımları bile okuyabiliyordu. Annem de babama yazardı ve onun mektupları da babama gelmeden önce sansürlenirdi. Babam meraklanmasın diye annem hep ailenin parlak bölümü hakkında haberler verirdi. Aynı zamanda ailenin önceliğinin büyük bir bunalım içinde olan vatan olduğunu biliyordu. Ulusal bunalımla karşılaştırıldığında, ailedeki bunalım küçük kalıyordu, ama bizler asla moralimizi bozmadık ve üzülmedik. Aksine, anavatanımızı öven şarkılar söyler dururduk. Shri Mataji on dört yaşındayken anavatan için büyük bir saygıyla bir şiir yazmıştı ve biz hepimiz öteki şarkılarla birlikte o şarkıyı da söylerdik.

1943/44 öğretim yılı başladığında, hepiniz değişik okul ve kolejlere girdik. Shri Mataji Ludhiana’daki (şimdiki Punjab eyaleti) Tıp Okuluna kabul edildi. Ağabeyim Narendra mezuniyetini tamamlamak için Lucknow’a geri döndü. O sıralar, finansal olarak iyi bir durumda olmamamıza rağmen annem eğitimin devamlılığı konusunda son derece titizdi. Dolayısıyla, sınırlı finansal kaynaklarımızın çok fazla zorlanması anlamına gelmesine rağmen, annem tüm çocukların okula geri dönmelerinin şart olduğuna karar vermişti.

Shri Mataji 1943’den 1945 yılına kadar Ludhiana Tıp Okulu’nda okudu. Ben de, çok büyük bir tıp okulu ve hastanesi konumuna yükselmiş olan aynı okulun yıllık hesap denetimini yapıyordum. Bana verilmiş görevlerden biri de, denetçi olarak yurt odalarındaki eşyaların fiziksel doğrulamasını yapmaktı.

O zamanlar beni Gagan Ahaluwalia görevlendiriyordu. Bir gün koşarak geldi ve kız yurdunun birinci katındaki odalardan birinden son derece kuvvetli vibrasyonlar hissettiğini söyledi. Bunun üzerinde, ben de o odaya gittim ve vibrasyonları hissettim. Daha sonraları bu olayı Shri Mataji’ye anlattım ve bana o zamanlar birinci kattaki bir odada kaldığını söyledi. Besbelli ki, serin vibrasyonların geldiği oda, Shri Mataji’nin kalmış olduğu odaydı.

1943 Aralık ayında babam hapisten çıktı. Eve hasta bir adam olarak geldi. Hapishanedeki yemek ona uygun değildi ve kendisinde fazla asit meydana gelmiş daha sonra da küçük bağırsak ülseri olmuştu. İnsanlar onu azar azar zehirlediklerini de söylediler. Yine de, döner dönmez çalışmaya yeniden başladı, bu da finansal açıdan rahatlama demekti. Bu nedenle, yeniden, bugün Nagpur’daki en lüks yörelerden biri olan Ramdaspeth’e taşındık. Ev çok büyüktü ama yeni yapıldığı için elektrik daha bağlanmamıştı. Dolayısıyla derlerimizi fener veya lambalar altında çalışmak zorundaydık. Annem beni her akşam gaz lambalarını temizleme işiyle görevlendirmişti. Bu bana büyük zevk veriyordu ama bunun sebebi işin kendisi değil ders yapmaktan resmi olarak uzak olmaktandı. 1944 yılının başında, politik senaryo hızla değişmeye başladı. Hükümetteki Hintlilerin sayısında müthiş bir artış vardı ve İngilizler siyasi partileri, eyalette ve merkezde hükümet oluşturmak için seçimlere katılmaya davet ediyorlardı. Kongre babama, şimdi parlamenter olarak bilinen Merkezi Yasama Konseyi için aday gösterdi. Hindu Mahasabha, RSS’ in (Rashtrya Swayam Sevaksangh) politik kanadı Albay Paranjpe’yi babama karşı aday gösterdi. Babamın seçim bölgesi çok genişti, 150 kilometreden daha geniş bir bölgeyi kapsıyordu. Kendisi, annemle beraber, arabayla kapsamlı gaziler yapardı. Onu destekleyenler arasında General Awari, bay Ruikar, Punamchandranka ve daha sonra Maharashtra’nın Başbakanı olan Bay Kanammwar da bulunuyordu.

Goandia’dan bidi üreticisi olan (bidi-Hint Sigarası) Bay Paramandad Patel, babama bir araba ve benzin temin etmişti. Ulusal duygular o kadar kuvvetliydi ki ve Kongrenin desteği o kadar güçlüydü ki, babam ne zaman konuşma yapsa, binlerce kişi katılır ve hepsi sadece bir tek istekte bulunurdu; Hindistan kölelikten kurtulsun. Babamın ezici bir çoğunlukla kazandığını söylemeye gerek yok, öyle ki, Albay Paranjpe yatırdığı tüm parayı kaybetti. Seçimler 1945 yılında yapıldı, buna karşın seçmen topluluğu 1946 da oluşturuldu.

Amcalarımdan biri olan David, Maihar Eyaleti (Hindistan’ın özgürlüğünden önce, İngilizler yakınları Hintli olanlara, onları Kral veya Maharaja yapıp eyalet adı verilen bazı bölgeler vermişlerdi). Polis Baş Müfettiş Yardımcısıydı. Maihar’ın Maharaja’sı İngilizlerin Hindistan’ı Hintlilere devredeceğini duymuş. Böyle bir durumda Krallığını ve Eyaletini kaybedecekti çünkü Mahatma Gandhi’nin ve aynı zamanda babamın da çok yakın arkadaşı olan Sardar Vallabhbhai Patel açıkça, Hindistan bağımsızlığını kazanınca büyük veya küçük tüm eyaletlerin Hint Hükümdarlığında birleşeceklerini ilan etmişti.

Amcam babamın Sardar Patel’e yakınlığını biliyordu ve Maharaja’ya bundan bahsetmiş. Bütün bunlar 1946 yılında oluyordu. Babam Delhi’deyken, Maihar’dan özel bir görevle gönderilmiş  bir kişi Delhi’ye, babama Maihar Maharaja’sının onu kanuni danışmanı olarak atamak ve onunla buluşmak istediği mesajını iletmeye gelmiş. Amcam ayrıca babamın incebağırsak ülserinden kıvrandığını biliyordu ve babama Maihar’a gitmesini ve Maharaj’ın da doktoru olan Doktor Moitra tarafından tedavi görmesini önermiş. Bunun üzerine babam Maharaj’ın teklifini kabul etti ve 1946 ve 1947 yıllarında ya Delhi’den ya da Nagpur’dan Maihar’a pek çok kereler gitti.

Aslında, tüm aile, Shri Mataji dahil, Maihar’ı ziyaret etti. Oraya eyalet misafirleri olarak gittik. Bu ziyaretler birden fazla nedenle yapılırdı. Öncelikle Dr. Moitra sadece akıllı değil aynı zamanda şifa veren bir ele sahipti. İkincisi, 56 müzik aletinin ustası ve Pandit Ravi Shankar’ın,  oğlu Üstat Ali Akbar Khan Sahibin ve kızı Annapurana Devinin gurusu olan Üstat Alahuddin Khan Sahib saray müzisyeni olarak Maihar Maharaja’sının hizmetindeydi. O sıralarda, genç bir öğrenci olan Pandit Ravi Shankar Üstat Allahuddin’den sitar öğreniyordu. Üstat Allahuddin’in evini ziyaretlerimizden  birinde, babama güzel müzik dinlemek isteyip istemediğini sordu. Akşamdı ve babam hevesli bir müzisyendi ve dolayısıyla teklifi hemen kabul etti. Üstat Ravi Shankar’ı çağırdı ve raag Yaman’ı çalmasını istedi. Bize son derece melodik gelmişti ve onun sitarında neredeyse kendimizi kaybetmiştik ama yaklaşık 10 dakika sonra, Allahuddin Khan Sahib onu durdurdu ve raganın saflığının sitarından akmadığını ve daha çok alıştırma yapması gerektiğini söyledi. Daha sonra kız Annapurana’yı çağırdı ve ondan aynı raag’ı Surbahar’da çalmasını istedi. Onun performansı da son derece güzeldi ve program sona erdiğinde Üstat Yaman’ın böyle çalınması gerektiğin söyledi.

Bu olay Ravi Shankar’ın egosunu kesinlikle yaralamıştı. Bunun üzerine akşam, Ravi Shankar bir tablacı ile birlikte kalmakta olduğumuz saraya geldi ve babamdan çalmak için bir 15 dakika izin istedi. Babam istekle kabul etti. Ravi Shankar, yaklaşık bir saat boyunca raag Miya Malhar’ı çaldı. Performansı son derece üstün olmasına rağmen, o günlerde onun bir gün dünyaca ünlü bir sitar ustası olacağını hiç düşünememiştik.

Dr. Moitra’nın iki karısı ve çok ilginç bir oğlu vardı. Çok fazla müziğe karşı pek yeteneği yoktu ve babama Allahuddin Khan Sahib’in öğrencilerine davranışları hakkında hep şikayette bulunurdu. Bize, bir gece saat 02:00’de, herkesin uyuduğu bir sırada, Üstat Allahuddin Sahib’in bir öğrencisi doktorun kapısını çalmış. Başı kanıyormuş ve araştırılınca, akorduz çaldığı için, Khan Sahib’in kafasına tabla fırlattığı ortaya çıkmış. Bu durum karşısında utanç duydum çünkü ben de Khan Sahib ve Maharaja önünde tabla çalma ayrıcalığına sahip olmuştum ve cehaletimden, çok iyi çaldığımı düşünmüştüm, en sonunda farkına vardım ki bu, her iki müzisyen içinde korkunç bir deneyim olmalıydı. Dr. Moitra babamı da tedavi ediyordu ve Shri Mataji onun ellerle şifa vermekle kutsandığını söylemişti. Dr. Moitra ile bu tanışıklık işe yarayacaktı ve Shri Mataji için daha sonra yararlı olacaktı.

Shri Mataji 1945 yılında Ludhiana Tıp Okulu’ndaki sınavlarını başarıyla verdi. Elbette ki çok iyi dereceler elde etmişti. Tıpta devam etmek istediği için Hindistan’daki pek çok değişik yere başvurdu. Pek çok başka adayla birlikte, Lahor’daki (şimdiki Pakistan) Balakram Tıp Koleji’ne ön görüşme için çağırıldı. Shri Mataji Lahor’a vardığında, kolejin müdürü halihazırda altı kızı seçmişti ve sadece altı boş yer olduğu için Shri Mataji’nin başvurusunu geri çevirmişti. Koleje kabul edilen kızlardan çok daha iyi notlara sahip olduğundan dolayı, kabulünün reddedilmesinin mutlak bir adaletsizlik olduğunu düşünmüş. Bunun üzerine, haksızlığı düzeltmek için müdür ile bir görüşme istemiş. Müdür başta son derece saygısızmış ve tüm savunmalara karşı yanıtsız kalmış. Bununla beraber, Shri Mataji’nin durumunu ortaya sunuş tarzındaki cesareti ve şiddetinden de etkilenmiş. Birden Ona nereden geldiğini sormuş. Nagpur’dan olduğunu ve ayrıca P.K. Salve’nin kızı olduğunu duyunca şoke olmuş. Kendisinin de Nagpur’dan olduğunu ve babama karşı büyük bir saygı beslediğini söylemiş. Öte yandan büyün pozisyonlar dolu olduğu için yapabilecek hiçbir şeyi olmadığını da eklemiş. Öte yandan, çağrılan kızlardan herhangi birisi görüşme gününe gelmezse Shri Mataji’yi kabul edeceği güvencesini vermiş. Ve öyle olmuş ki, kızlardan birisi gelmemiş ve Shri Mataji Balakram Tıp Koleji’ne kabul edilmiş. Bununla birlikte, Aralık 1945’de, Shri Mataji, Christmas tatili için Nagpur’a geldi ve babama seçim sonrası dönemde yardım etmek için gereğinden biraz fazla kaldı.

Şubat 1946’da babamla annem, seçmen toplantısının ilk oturumuna katılmak üzere Delhi’ye gittiler. Seçmen toplantısından önce yerler hakkında bir tartışma ortaya çıktı. Babam yerlerin sınıflara göre değil ekonomik etmenlere göre olması gerektiği konusunda tartıştı. Ama Dr. Ambedkar herkesi, bire gün gelecek bizler daha yüksek sınıflar tarafından hükmedileceğiz diye ürküttü.

Delhi’de babama tahsis edilen ev 15 Firozshah Yolu’ndaydı. Gelişi güzel yayılmış bir evdi, pek çok odası ve iki avlusu vardı. Her şeyin ötesinde, en azından o zaman için bizim Ramdaspeth’deki evimizde olmayan elektriği vardı. Ek cazibesi ise, o günlerde mutlak bir lüks olarak görülen, bir telefondu. Sahip olmadığımız tek şey bir arabaydı. Diwali zamanı sırasında, okulum kapalı iken, annemle birlikte Delhi’ye gittim.

Babamın, Bay Gangadhar Rao Gadgil, Bay Mavlankar (sözcü), Bay Minu Massani (çok ünlü bir kitap olan “Bizim Hindistan’ımız” kitabının yazarı) gibi Parlamentonun diğer üyeleriyle Parlamentoya doğru yürüdüklerini hatırlarım. O zamanın seçkin bazı liderleri Parlamentoya yürüyerek, hatta korunmasız bir şekilde giderlerdi. ‘o zamanki’ Hindistan’ın liderlerini ‘bugünkü’ Hindistan liderleri ile karşılaştırdığımda, çok dikkat çekici bir çelişki görüyorum. Babama göre çağdaş liderlerin önceliği kendi çıkarlarını düşünmeme ve ulusal hedefe adanmışlıktı. Çok dürüst ve kesinlikle korkusuzdular. Günümüzde ise, pek çok politikacı sadece ben merkezcil ve bencil değil aynı zamanda lüks ve konfor içinde yaşarken seçmenlerinin önünde kendilerini bambaşka sergiliyorlar, ellerindeki tek erdem yolsuzluk ve yanlış insanları destekledikleri için daima korkuyorlar ve bu yüzden de pek çok korumaya ihtiyaç duyuyorlar.

Lahore ve Delhi arasındaki mesafe  çok fazla değildi. Shri Mataji bazı hafta sonları ve tatillerde Lahore’dan gelirdi. Bir keresinde beni de almayı planladı ama program gerçekleşmedi ve ben gidemedim. Delhi’de kalışım, hiç arkadaşım olmadığı için çok sıkıcıydı, ama okuldan kurtulduğum için bir şekilde Delhi’de kalmayı tercih ediyordum. Öte yandan, Nagpur’a gitmek istememin de bir nedeni vardı; bir arkadaşın yazdığı mektuptan, okulumdaki genç kriket takımına seçildiğimi öğrenmiştim ve okullar arası turnuvalar başlamak üzereydi. Böylece, çalışmakla ilgili sorunlarıma rağmen, Nagpur’a geri döndüm. Turnuvadaki ilk maçımız ünlü bir okullaydı (Kurvey’s New Model Lisesi). Ben Hadas Lisesi’nde oynuyordum. Kriketteki yeteneğimin veya yeteneksizliğimin otuz sayı yapmama ve üç kale almama ve okulumuzun kuvvetli rakibimize karşı zafer kazanmasına neden olup olmadığını bilmiyorum. Sergilemiş olduğum performans kendim hakkında büyük idealler edinmeme sebep oldu ve büyük bir kriket oyuncusu olacağımı düşünmeye başladım. Okuldaki prestijim yükseldi ve ev ödevimi yapmadığım için beni cezalandıran öğretmenler çok yumuşak davranmaya başladılar. Ama bu hayal ürünü durum fazla uzun sürmedi çünkü bir sonraki maçta yapmış olduğum sayı kocaman bir sıfırdı ve sadece bir kale kazanmıştım. Beklendiği gibi, öğretmenlerimin sert tutumları dahil eski durumuma geri döndüm.

Hiçbir zaman parlak bir öğrenci olmadığımı itiraf etmeliyim ama bir şekilde sınavları geçmeyi beceriyordum. Christmas tatilinde yeniden Delhi’ye gittim. Bir akşam, telefon çaldı ve telefonun diğer tarafındaki gıcırdayan bir ses erkek kardeşim Narendra’nın (çoğu insan Polean diye bilir) evde olup olmadığını sordu. Kim aradığını sordum ve aynı kişi, aynı gıcırdayan sesle Chandrika bhai’nin aramakta olduğunu söyledi. Gıcırtılı sesinden dolayı, ‘bhai’yi ‘bai’ (hanım) olarak duydum ve telefonun ahizesini kapatmadan “Polean bhaiyya, bir hanım seni arıyor” diye yüksek sesle bağırdım. Telefonun diğer ucundaki itirazı hemen duydum. Çekingen bir sesle bana ‘bai’ değil ‘bhai’ olduğunu anlatıyordu. Bu, daha sonra Shri Mataji ile evlenecek olan Sir C.P. Srivastava ile ilk konuşmamdı. Daha yeni, 26 gibi genç yaşta, bir Hindistan Hükümetinden resmi bir heyete İsviçre’de liderlik etmiş ve İsviçre’nin kış rüzgarı hassas boğazını etkilemişti, sesi  bu yüzden çatlak çıkıyordu. Ertesi gün, çok uzun boylu, asık bir yüzle bakan bir kişi kapımızda belirdi ve kendisinin Chandrika bhai olduğunu bildirdi. Anında ondan hoşlanmadım çünkü asık suratlı insanları asla sevmezdim. Son derece arkadaş çanlısı olan kardeşimin onun gibi bir arkadaşa nasıl  sahip olduğunu merak etmiştim. Bununla birlikte yargıda bulunmak ve tahmin etmek için fazla gençtim, dolayısıyla görüşlerimi kendime sakladım.

Mart 1947’de, sınavlarımı bitirmek üzereyken, Delhi’den, annemden en büyük ağabeyime yazılmış ve Shri Mataji’nin, Chandika bhai ile evleneceğini haber veren bir mektup geldi. Chandika bhai, Shri Mataji kocası olmasını beklediğim en son kişiydi. Shri Mataji’nin onunla evleneceği fikri beni öylesine rahatsız etti ki ağlamaya başladım. Göz yaşına boğulmamın asıl sebebi, Onun tüm hayatını böylesine sıkıcı bir kişi ile geçirecek olmasındandı. Allaha şükür ki, ilk izlenimim tamamen yanlışmış; aslında onu sevgiyle çağırdığımız adıyla Sir C.P.’nin, dışarıdan bakıldığında bir bürokrat izlenimi veren görünüşünün altında inanılmaz bir mizah duygusu vardır. Evlilik 7 Nisan 1947 olarak saptandı ve bizden çanta ve valizlerle gelmemiz istendi. Gwalior’dan kız kardeşlerim bile geldiler. Ailenin Delhi’de yeniden bir araya gelmesi son derece neşeli bir olay oldu.

Ağabeyim Delhi’de Mütehassıs Muhasip olmak için tezini hazırlıyordu. Arkadaşı Chinnappa ile babamın evindeki odalardan birinde kalıyordu. Mart ayının sonunda oraya ulaştık. 1 Nisanda Shri Mataji hepimize bir şaka yapmaya karar verdi. Sabah erkenden kalktı ona ve arkadaşına Vijay Hazare’nin (o zamanın ünlü bir kriket oyuncusu) onları dışarıda beklediğini söyledi. Shri Mataji’nin onlara 1 Nisan şakası yaptığını fark etmeksizin, yarı uykulu yarı afallamış bir halde yataklarından fırladılar ve Vijay Hazare’yi karşılamak ve onu kucaklamak için bağırarak dışarı koştular. Buldukları tek şey, Shri Mataji’nin onlara Nisan şakası yapmış olduğuydu. İkinci kurban, Shri Mataji’nin düğününe katılmak ve Delhi’yi görmek için 1 Nisanda gelecek olan arkadaşlarını bekleyen Balasahip’ti. Tren öğleyi biraz geçe gelecekti ama Shri Mataji onların gelişini ilan etti, o da hiç şüphelenmeden dışarı çıktı. Bu şekilde Shri Mataji herkese şakalar yaptı. Balasahib Shashi’ye ve bana şaka yapmak istedi ama Shri Mataji kadar iyi bir aktör değildi ve yüzündeki ifade kendisini ele veriyordu, dolayısıyla kandırılmaktan kurtluyorduk. Derken Shri Mataji Sir C.P.’ye de şaka yapmaya karar verdi. Ona bir mesaj yolladı ve mesajda gelmesi ve hasta ve güçsüz Shri Mataji’yle ilgilenmesi gerektiği yazıyordu. Bir kaç mesaj gitti ama Sir C.P. kuşkulandı ve gelmedi. En sonunda, kaldığı ev bizimkinden fazla uzak olmadığı için beni yolladılar. Onun bütün sorularına son derece asık bir suratla cevap verdim ve bana arkamdan geleceği güvencesini verdi. Plan şuydu; o gelir gelmez Shri Mataji sofada, bir battaniyenin altına girecek ve titremeye başlayacaktı, ne zamanki Sir C.P. onu yüzünü görecek, o zaman ona şaka yapıldığı ilan edilecekti. Yarım saat geçti ama gelmedi. Birdenbire Balasahib koşarak odaya girdi ve Sir C.P.’nin gelmekte olduğunu haber verdi. Shri Mataji hemen sofaya gidip yüzünü battaniye ile kapadı. O bunu yapar yapmaz hepimiz “1 Nisan!” diye bağırdık. Şaka Shri Mataji’ye yapılmış olmasına karşın, içimizde en masum olan Balasahip olduğu için ve onun böyle bir oyuna dahil olacağını hiç beklemediği için, Shri Mataji bizim Sir C.P.’ye şaka yaptığımızı sandı. Sir C.P.’nin gelmediğini görünce, kendisine yapılan şakadan dolayı kocaman bir kahkaha attı. En sonunda, akşamleyin Sir C.P. geldi ve Onu tamamen sağlıklı görünce gülmeye başladı ve kendisini kandırmanın kolay olmadığını söyledi. Bir aile olarak işte böyle eğlenirdik.

Sir C.P. Sahib beğenilen bir üniversiteli olarak Kayasthas Komitesi çevresinde çok revaçtaydı. Babamın çok yapın arkadaşı olan başkan Shri Rajendra Prasad’a pek çok mektup gönderilmişti. U.P.’de bir sınıf olan Kayathas’a, P.K. Salve’nin çok iyi bir dost olduğunu ve kendisinin ona ve kızına büyük saygı duyduğunu söylemiş ve bu kutsal evliliğe karşı çıkmayı reddetmişti. Evlilik töreni 7 Nisanda haldi töreni ile başladı. Herkes çok eğlendi. Tescilli bir evlilik olduğu için ne Hindu tarzında ne de Hıristiyan tarzında bir dini tören yapılmadı. Sir C.P.’nin ipek bir takım elbise giydiğini ve Shri Mataji’nin de kırmızımsı işlemeli bir sari giydiğini hatırlıyorum. Bense kısa pantolon ve khadiden (el dokuması kumaş) yapılmış bir ceket giymiştim. Çok güzel bir shamiyana’nın evimizin önündeki çimlerin üzerine kurulmuş olduğunu hatırlıyorum, ayrıca en üst ülke liderleri ve Parlâmenterlerin çoğunun gelip törene katıldığını ve çifti kutsadığını da hatırlıyorum. Finans bakanı ve babamın iyi arkadaşı olan Prof. John Mathai bir kutlama konuşması yaptı. Buna karşılık Sir C.P. batıda insanların önce sevdiğini sonra evlendiğini ve evlendikten sonra sevgiyi unuttuklarını ama doğuda insanların önce evlendiğini ve evlendikten sonra sevdiklerini, kendi durumunda ise, sevdiğini, sevdiği kişiyle evlendiğini ve evlendikten sonra da sevmeye devam edeceğini söyledi. Konuşmasından sonra herkes alkışladı ama Shri Mataji utancından kızardı.

Ulusal liderlerin katılımının bu kadar çok sayıda olması, babamın o günlerdeki politik çevrede, Merkezi Kurula seçilmiş tek Hıristiyan üye olduğu halde, onun mevkisini ve popülerliğini ispat ediyordu. Tören akşam yapıldığı için , misafirlere içecekler ve hafif yemekler servis edildi ve Shantatai, herkesin çok beğendiği klasik bir raga sundu.

Bölüm 5: 1947 Den 1955 E, Ulusun Doğuşu

Evlendikten sonra, Shri Mataji bizimle birlikte Delhi’de birkaç gün kaldı ve sonra da yeni bir apartman dairesine taşındı. Benim de yeni öğretim yılı için (yani 1947/48 öğrenim yılı) Gwalior’a taşınmama karar verildi. Dolayısıyla bizim Nagpur kuruluşumuz  Balasahib, Sannie bhaiyya ve tabii ki Sushil hariç kapanmış oldu. Annem ve onun etkileyici kişiliği sağ olsun, Gwalior’da, Janak Gang Orta Okulunun 8. sınıfına kaydoldum. Gwalior Orta Okulunda bir yönetim kurulu sınavı vardı.

Gwalior’da, bay Malgaonkar’ın müştemilatına taşındık. Shantatai eğitmenlik yapıyordu ve Shashi, Indu ve ben de öğrenciydik. Indu Üniversiteye girmeye hazırlanıyordu, Shashi ondan bir veya iki sınıf alttaydı ve ben de yukarıda söylediğim gibi, sekizinci sınıfta yönetim kurulu önünde sınav vermekteydim. İki yeğenim vardı (ablamın iki oğlu), onlar da Gwalior’da okuyorlardı. Orada kalışım sırasında bazı önemli olaylar oldu.

14 Ağustosta, gece yarısı, Hindistan özgürlüğüne kavuştu. Merkezi Kurul üyesi olarak seçilen babam, İngiliz Kralının Hindistan Hükümetine devrine katılmaya gitmişti. Üç yüzyıllık kölelik bitmişti. Dr. Rajendra Prasad özgür Hint Seçim Kurulunun Başkanı ve Jawaharlal Nehru da Başbakandı. Bakanları ile birlikte, papaz mantraları söylerken, üç murtiye ve teslise methiyeler sunarken, Vedik kanunlarına göre kutsayan ve saflaştıran kutsal ateşin etrafında döndü. Sanırım sembolik olarak, teslis olan Adi Shakti’ye övgüler sunuyorlardı. Pandit Jawaharlal Nehru, gece yarısı olduğunda ulusa bir konuşma yaptı. Ulusun kaderle bir randevusu vardı ve yazılmış olana ulaşma zamanı geldi diye konuştu. Tüm ulus neşe içindeydi ve bizler, babamla annemin tüm bunlara birey olarak şahit olmak için her şeylerinden feragat etmiş olmalarından dolayı gurur duyuyorduk.

Ertesi gün, Hindistan geçidinde büyük bir miting düzenlendi, özgür Hindistan’ın Genel Valisi Lord Mountbatten ve Pandit Jawaharlal Nehru at üstünde geldiler ve İngiliz bayrağı indi ve Hindistan Ulusal Kongresi’nin üç renkli bayrağı yükseldi. Bununla birlikte, o kadar kalabalıktı ki, Pandit Nehru ve Lord Mountbatten’nin atla gelmeleri imkansızdı. Babam, elbette ki kendisine ayrılmış yerde oturmaya davet edilmişti, Sir C.P: ve Shri Mataji de öyle ama geri kalan bizler diğerleri gibiydik ve kalabalık içinde kendi başımızın çaresine bakmak zorunda kaldık. Kalabalık bir milyon kişiden çok daha fazlaydı, ama annemi sayı engellememişti. Elimden tuttu ve beni İngiliz bayrağının indirilmekte ve Ulusal bayrağın yükselmekte olduğu yere çok yakın bir noktaya kadar götürebildi. Pandit Nehru ve Lord Mountbatten geldiklerinde, birden kalabalık öne doğru ilerledi ve benim boynum iki omuz arasına sıkıştı, havada asılı kalmıştım ve yardım için bağırıyordum. Havasızlıktan boğulmakta olduğum için bir an öleceğimi düşündüm. Birden bir yardım eli uzandı ve iki omuzu açtı. Bu anlık yardım ayağımın yere basmasını sağladı ve güçlükle de olsa yeniden nefes almaya başladım. Yardım eli anneminkinden başkası değildi ve ben o zaman bir annenim gerektiğinde ne kadar güçlü olabileceğini fark ettim. İngiliz bayrağının indirilip Hindistan bayrağının yükseltilişi törenini ne ben ne de annem göremedi. Ortada sıkışıp kalma tehlikesi yüzünden geriye doğru yürümeye başladık ve güvenli bir mesafeye gelene kadar yürümeye devam ettik. Çok neşeli bir gündü ve ben kısa sürede tüm olayı unuttum. Gwalior’a, İngiliz bayrağının indirilişini ve Hindistan bayrağının yükselişini yaşamış olmanın gururu ile döndüm.

Bağımsızlıkla birlikte toplumsal isyanlar başladı. Barrister Mohammed Ali Jinnha’nın ısrarlarıyla Pakistan kuruldu ve 13 Ağustos 1947 günü gece yarısı kendi bağımsızlıklarını kutladılar. Bu olayın hemen arkasından, Pakistanlı Müslümanlar, Pakistan’da yaşayan Hinduları topraklarından sürmeye veya öldürmeye başladılar. Buna misilleme olarak, Hindistan’daki Hindular da Hindistan’daki Müslümanları öldürmeye başladılar.

1947’deki ayaklanmalarla bağlantılı olarak, Shri Mataji’nin kaygısını ve yüce gönüllülüğünü gösteren bir hikaye vardır. Evlendikten hemen sonra, Sir C.P. ve Shri Mataji Delhi’de babamın evinde kaldılar. Bir öğleden sonra, Sir C.P. ofise gittiği zaman ve kardeşim N.K.P. de denetim için evden ayrıldıktan sonra, birileri evin kapısını çalmış. Shri Mataji kapıyı açtığı zaman bir hanım ve iki bayın girişte durduklarını ve son derece korkmuş olduklarını görmüş. Shri Mataji’ye Pakistan’dan kaçtıklarını ve içlerinden birinin Müslüman olmasından dolayı, Hinduların, ellerinde kılıçlarla peşlerinde oluğunu söylemişler. Shri Mataji hiç tereddüt etmeden onları içeri almış ve bir odaya saklamış. Bir süre sonra ellerinde kılıçlarla insanlar gelmişler ve evde bir Müslüman’ın saklandığını söylemişler. Shri Mataji bunu kesinlikle yalanlamış ve onlara, Kendisinin sadık bir Hindu olduğunu dolayısıyla nasıl olup da kalkıp bir Müslüman’ı koruyabileceğini söyleyerek blöf yapmış. Ellerinde kılıçlar olan insanlar başta ona inanmamışlar ama Onun alnında, evli bir Hindu kadını simgeleyen büyük bir bindi görmüşler ve Onun bir Hindu olduğuna ikna olarak çekip gitmişler.

Saklanmakta olanlar Shri Mataji’ye büyük minnettarlık göstermişler ve O da onların,  ayrılmalarının güvenli olmasına kadar burada kalabileceklerini söylemiş. Akşam, Sir C.P. ve Polean bhaiyya eve döndüklerinde, her ikisi de, özellikle de toplumsal isyanların olduğu bu dönemde, yabancıları koruduğu için Onu hafifçe azarlamışlar. Shri Mataji Kendisinin insanlar hakkında daha iyi bir yargıç olduğunu ve yapmış olduğu şeyden ne olursa olsun son derece emin olduğunu, burasının Onun babasının evi olduğunu ve bu evde kimin kalıp kimin kalmayacağı konusunda tüm yetkilere sahip olduğunu söylemiş.

Üçünden sadece biri Müslüman’dı, diğerleri Hindu idi Pakistan’dan kaçmışlardı. Daha sonraları, hanım ve Hindu olan bay Hint film dünyasında çok ünlü aktör ve aktris oldular. Hanımın adı Achala Sachdev idi ve bayın adı da Balraj Sahani’ydi. Hint filmleri hakkında bilgi sahibi olanlar bu iki sanatçının film endüstrisine muazzam katkıda bulunduklarını bilirler. Müslüman olan üçüncü bay da daha sonra film endüstrisine katıldı, onun ismi de Saheer Ludhiyanvi idi. Bugün kendisi ülkenin yetiştirdiği en büyük Urdu şairlerinden biri oldu. Eğer her üçü de Shri Mataji ile karşılaşmasalardı ve onun tam vaktinde gösterdiği yardım olmasaydı film dünyası ve ülke için bir kayıp olacaktı. Çok sene sonra, Shri Mataji Bombay’dayken, Hindistan’ın genç kültürünü kurtarma ve değiştirme temeline dayanan bir film yapmayı isteyen bir gençlik birliği organizasyonunun başkan yardımcılığına seçilmişti. Anne olarak Achala Sachdev’i oynatmak istediler. Ama kendisi çok fazla para istedi. Film yapımcıları Shri Mataji’ye gittiler ve O da onlara Bayan Sachdev’e Kendisinden bahsetmemelerini söyledi. Bayan Sachdev’in, yapımcıların güçlükle kabul ettiği kendi istekleri oldu. Daha sonra, filmin açılış töreninde, Achala Sachdev Shri Mataji’yi birden karşısında görünce, Onu gözlerinde yaşlarla kucakladı. Yapımcılar dahil olayı görenler şaşkına döndüler. Aktrise neler olduğunu merak ediyorlardı ve Shri Mataji’ye sordular. Onun ağlayışını arkasındaki hikaye  aktrisi rahatsız edebileceği için, Shri Mataji bunun eski bir hikaye olduğunu söyleyerek geçiştirdi. (İşte Shri Mataji’nin böyle bir karakteri vardır, başkalarının duygularına hep ilgi gösterir). Ama Achala Sachdev’in kendisi onlara Shri Mataji’nin hayatını kurtaran melek olduğunu söyledi. Kocasına ve şair Saheer Ludhiyanvi’ye telefon etti ve onlar da hemen gelip Shri Mataji’nin ayaklarına dokundular ve gözlerinde yaşlarla sordular: “bunca zamandır nerelere kayboldunuz?”

22 Aralık 1947’de Gwalior, Victoria Memorial Hastanesi’nde Shri Mataji ilk çocuğunu doğurdu. Loğusalık dönemi boyunca annem Onun yanında kaldı. Sir C.P. Gwalior’a bir kaç gün sonra geldi ve Sir C.P.’ye bir kız babası olduğunu ilk haber veren ben oldum. Doğum normal oldu ve Shri Mataji, adını Kalpana koydukları son derece tatlı ve hoş kızıyla birlikte 10 gün sonra eve döndü.

Ertesi sene, trajik bir olay tüm olusu şoke etti; 30 Ocak 1948’de Gandhiji, Delhi’deki Birla Bhavan (ev)’da sabah duasına giderken öldürüldü. Birla Bhavan’a çok yakın olan 22 Rattan Yolu’nda oturan Shri Mataji üç el ateş edildiğini duymuş. Bense, Gwalior’da, misafirlerimiz olduğu için şeker almak üzere markete gitmiştim. Suikast haberi tüm ulusu bir ateş gibi sardı ve birkaç dakika içinde dükkan sahipleri kepenklerini kapattılar. Bu ani değişik kafamı karıştırmıştı. Bunun ayaklanmalardan kaynaklandığını düşündüm. Döndüğümde haber çoktan anneme ve ablalarıma ulaşmıştı. Haberi duyduğumda şok oldum ve taşımakta olduğum şeker kutusu ayaklarımın dibine düştü. Haber karşısında duyduğu dehşeti ve inanamazlığı gösteren annemin gözlerindeki yaşları ve titreyen çenesini hala tüm canlılığıyla hatırlıyorum. Birkaç dakika içinde, Başbakan Pandit Jawaharlal Nehru ulusa seslendi. Cenazenin ertesi gün öğleden sonra yapılacağını söyledi. Annem cenazeye katılmak için Delhi’ye gitmek istedi ama Delhi’ye gitmek isteyen korkunç bir insan seli vardı, Nagpur’da olan babam aynı sebepten dolayı trene binemedi. Kısa süre sonra onu Naturam Godse adlı bir brahminin öldürdüğü, suikast planının, halihazırda toplumsal gerilim içinde olan  Gwalior’da yapıldığı haberi geldi. Hepimiz radyoya yapışmıştık, zaman, yemek ve uyku duyularımızı yitirmiştik. Mahatma Gandhi’nin cenaze törenine milyonlarca insan katıldı. Cesedin yakılması için sandal ağacı odunları toplanmıştı. Odunlar ateşe verildikten sonra, 24 saattir yemek yemediğimizi ve tüm gece hiç uyumadığımız fark ettik. Mahatma’nın külleri üç gün sonra Gwalior’a geldi. Küllerin saklandığı vazoyu taşıyan arabayı takip eden büyük kalabalığı hatırlıyorum. En büyük şok ise, Mahatma Gandhi’yi, Nathuram Godse isimli Maharashtralı bir brahminin öldürmüş olmasıydı. Sir C.P. bana bir gün önce Shri Mataji’nin Gandhiji ile nasıl görüştüğünü anlatmıştı. Shri Mataji’nin kızını dizlerine oturtmuş ve “Nepali, görünüşün hiç değişmemiş ama artık bir annesin. Ruhani çalışmana ne zaman başlayacaksın? Artık özgürüz ve yapmak istediğin ne ise başlamalısın.”

Toplumsal ayaklanmalar başladığında ülke şaşkınlık içindeydi. Brahmin toplumuna ait insanlar öldürülüyorlardı. Bir Brahmin bölgesinde oturduğumuzdan, gerginlik en yüksek boyuttaydı, okullar ve kolejler ara ara kapanıyordu. Mahatma’nın ölümü sonucunda, Brahmin olmayan pek çok kişi Brahminleri öldürmekle tehdit ediyorlardı. Öte yandan babam olaylara müdahale ediyor ve herhangi bir şiddet hareketinin, Mahatma Gandhi’nin sevdiği ve mücadele ettiği amacına ve idealine ihanet olduğunu söylüyordu.

Daha evvel, 1947’de, Barriester Mohammed Ali Jinnha’nın Pakistan’ın kurulması için yaptığı ısrarlar sonucu ülke bir toplumsal ayaklanma yaşamıştı. Ondan sonra Pakistan’daki Müslümanlar o topraklarda yıllardır yaşayan Hinduları öldürmüşlerdi. Hindistan’daki Hindular da Hindistan’daki Müslümanları öldürerek misilleme yapmışlardı. Pakistan’daki katliam sonucu büyük bir göç başlamış ve insanlar Pakistan’daki evlerini terk edip Hindistan’a mülteci olarak akın etmişlerdi. Bunun gibi milyonlarca mülteci vardı. 1947 ayaklanmaları sırasında meydana gelen ilginç bir hikayeyi anlatmak isterim.

Ağustos ayının sonu, Eylül başı gibi, Annem Müslüman bir refakatçi ile beraber Maihar’dan Delhi’ye yolculuk ediyordu. Toplumsal ayaklanmalardan haberdardı ama Delhi’deki yoğunluğundan bihaberdi. Belki Tanrının müdahalesiyle, tren Delhi İstasyonu’na ulaşamamış, çünkü trenin Yamuna nehrini geçmek için bir köprüden geçmesi gerekiyormuş ve nehir köprünün üstüne kadar taştığı için, makinist ne kadar uğraştıysa da karşı tarafa geçememiş. . Delhi’ye ulaşmanın bir yolu olmayınca, tren bir evvelki istasyona geri dönmüş ve Agra’ya gitmiş. Agra yolundayken şiddet patlak vermiş. Kompartımanda olmasına rağmen, annem kılıçtan geçirilen Müslümanların çığlıklarını ve haykırışlarını duyabiliyormuş. Ona refakat eden adamın adı Bay Amien imiş. Kendisinin de saldırıya uğrayabileceği için duyduğu korkuyu hisseden annem onun ismini Amar olarak değiştirmiş.

Tren Agra’ya ulaştığında, Delhi’ye gitme hevesiyle trenden inmiş ama tüm trenler korkunç kalabalıkmış dolayısıyla sonunda yaşadığımız Gwalior’a geri dönmüş. Bu kızgın tavadan ateşe atlamak gibi bir şeydi aslında, çünkü Glawior da diğer yerler kadar tehlikeliydi. Sonunda, büyük çabalarla ve ev sahibimiz Bay Malgaonkar’ın ve kayınbiraderimin yardımıyla, annemi uçakla yanında Amien, namı diğer Amar olduğu halde Delhi’ye yollayabildik. Delhi’ye ulaşana ve bize sağ salim ulaştığını telefonla bildirene kadar büyük bir heyecanla bekledik.

Mahatma Gandhi’nin öldürülmesinden ve okullar yeniden açıldıktan sonra, yıllık sınarlar yakın olduğu için kendimi hemen derslere verdim. Söylemeyi unuttum; Shri Mataji loğusalık döneminde bizimle birlikte otururken bana fizik çalıştırmıştı ve Onun öğretme şekli o kadar açıklayıcı ve etkileyiciydi ki bugün bile bazılarını çıkartabiliyorum. Bana öğrettiği şeylerden birini tüm canlılığıyla hatırlıyorum; bu cıvanın nitelikleri ve bu niteliklerin termometrede nasıl kullanıldığı ile ilgiliydi. Sınav sonuçları Mayıs 1948’de açıklandı ve ben başarılı olmuştum.  En iyi okullardan biri olarak kabul edilen Patwardhan Yüksek Okuluna kabul edildim. Kabul edilmemin nedenlerinden biri de okulda genç kriket takımında oynamış olmamdı.

1948-1952 yılları arası benim için fazla olaydı geçmedi. Sadece bir keresinde tifo hastalığına yakalandım ve üniversite giriş sınavlarına hazır olmadığım için sınıfımı bir kez daha okumak zorunda kaldım. Öte yandan bu dönem Shri Mataji için olaydı geçti. Sir C.P. hem Hint Dış Hizmetlerine (IFS) hem de Hint İdari Hizmetlere (IAS) için aday gösterilmişti ve bu iki hizmetten birini seçmesi gerekiyordu. Bununla ilgili Shri Mataji’ye başvurduğunda, ülkeye hizmet etmek için ülkede kalmak her halûklarda yurt dışına yollanmaktan çok daha iyidir diye karşılık verdi. Bu çok fazla finansal kayıp demekti ama sadece Onun gibi Milliyetçi olan biri Sir C.P:’yi Hint İdaresi’ndeki işi kabul etmesi için ikna edebilirdi.  Tıbbi kontrolden geçerken, fiziksel olarak yeterli bulunmadı çünkü standart olan ağırlıktan 14 pounds hafifti. Bunun üzerine Shri Mataji Sir C.P.’yi Maiher’e, Shri Mataji’nin de daha evvelden, Kendi tedavisi için gittiği Dr. Moitra’ya götürdü. Orada, Sir C.P. 8 veya 9 kilo alana kadar kaldılar, geri döndüğünde, tıbbi kurul tarafından, tıbbi olarak uygun bulundu ve IAS, Uttar Pradesh’de (Birleşmiş Bölgeler) görev verildi.

Sir C.P., IAS için seçildikten sonra, Lucknow’a, şehir sulh savcısı olarak atandı. Hikayeme burada biraz ara verip Sir C.P.’nin ailesinin geçmişinden bahsetmek istiyorum.

Sir C.P. babasını çok genç yaşta kaybetmiş ve Lucknow’a yakın bir kasaba olan Unnao’da, büyük bir ailenin içinde, amcaları tarafından büyütülmüş. Hinduların Kayastha sınıfına bağlıymış ve evdeki tüm hanımlar da geleneksel Kayastha Hinduları imiş. Sir C.P. parlak bir akademik kariyere sahip olmuş ve hem okulda hem de üniversite de hep birinci olmuş. Altın madalya sahibiymiş ve hukuk finalinde 92% gibi bir derece alarak bugün bile halen geçilememiş olan bir rekor kırmış. Okul ve kolej günlerinde müthiş bir spor ve müzik tutkunuymuş. Aynı zamanda Urdu diline de hayranmış. Bugün bile Urdu dilinde dizeleri ezbere okur.

Hindu geleneklerine göre yetiştirilmesine rağmen, sadece bir Tanrı olduğuna ve din engelinin insan yapımı olduğuna büyük inancı varmış.  Bu nedenle Hıristiyan bir aileye mensup olan Shri Mataji ile evlenmede hiç güçlük çekmemiş. Öte yandan bu evliliğe, Hindu geleneklerine aşırı bağlı olan pek çok akrabası bu evliliğe karşı çıkmış. Tüm akrabaların Hıristiyan kızlarla ilgili çok tuhaf fikirleri vardı. Shri Mataji’nin kadın elbiseleri giyip, dudaklarına ruj sürüp balo salonuna gittiğini ve yabancılarla dansettiğini düşünüyorlarmış.

Sonuç olarak, Sir C.P. gelinini göstermek için Unnao’ya gittiğinde, başını sarisiyle sarmış olan ve büyüklerinin ayaklarına dokunan geleneksel bir Hintli kız görünce şoke olmuşlar. Gördükleri kişi akıllarında oluşturdukları kişiden tamamen farklıymış. Önceleri hepsi kuşkucu imişler ama Shri Mataji’den akan sıcaklığa ve sevgiye daha fazla direnememişler. Gitme zamanı geldiğinde, herkes Shri Mataji gidiyor diye üzülmüş. Sir C.P.’nin kendisi, Shri Mataji’nin  son derece tutucu ve gelenekçi olan akrabalarını nasıl kazandığına şaşırıp kalmış. Ondan sonra ve bugün bile, Shri Mataji, özellikle de  Sir C.P.’nin tüm akrabaları için, en güçlü dayanak oldu, ne zaman bir sorunları olsa hep Ona geldiler. Shri Mataji, onların tüm sorunlarıyla, sanki kendi çocuklarının sorunlarıymışçasına ilgilenir.

Luknov’un Şehir Savcılığında iki sene kaldıktan sonra, Sir C.P. Ek Bilge Sulh Savcısı olarak Meerat’a gitti.

Şubat 1952’de, ben tekrar Sadar’a geri döndüm ve Mart ayında, o yılın üniversite sınavlarını Sadar’dan verdim. Sınav bittiği için çok mutluydum. Dıştan bakıldığında bunun nedeni, önümüzdeki iki-üç ay çalışmak zorunda olmadığımdı ama gizli neden Shri Mataji’nin beni ve kız kardeşim Shashi’yi Sir C.P.’nin atandığı Meerut’a davet etmiş olmasıydı. Böylece, 1952 Martının sonunda Delhi’ye yola çıktık. Oradan Sir C.P.’nin arabasıyla alındık ve Meerut’a götürüldük. ADM’nin bungalovu çok genişti ve Shri Mataji evin bakımını zor bulduğu için başka bir devlet hizmetçisini evin diğer yarısına baksın diye kabul etmişti. Bungalov geleneksel İngiliz stiline göre inşa edilmişti ve kullanılmayan köpek kulübeleri ve atlar için yirmi beş tabelası (ahır) bulunan kocaman bir arazisi vardı. Sir C.P.’nin kazancı gerçekten yetersiz olduğu için, Shri Mataji bungalova bitişik olan bu toprağı ekmeye karar vermişti. Bir çiftçinin yardımı ile toprakta çalıştı ve eskiden boş duran bu yer şimdi verimli bir tarım arazisine dönüşmüştü. Orada pek çok sebze yetiştiriyor ve bunları hem kendi evi için kullanıyor geri kalanları da satıp kocasının gelirine katkıda bulunuyordu. Akşamları, badmigton oynamayı ilk defa öğrendiğim subay kulübüne gidiyorduk. Günler çiftlikte veya Shri Mataji’nin arkadaşlarını ziyaretle geçiyordu. Shri Mataji’nin çiftliğinin bölgenin en iyi çiftliği olarak sayıldığını belirmeliyim. Brinjal’ler (patlıcan) o kadar büyüktü ki onları taşıyamıyordun. Çok çok büyük karnabaharlar, kocaman domatesler çok geniş salatalıklar yetiştiriyordu. Onun bu kadar büyük sebzeler yetiştiriyor olması inanılacak şey değildi. Daha sonra Shri Mataji bana, o toprakların Shakambari Devi’nin (sebze Tanrıçası) toprakları olduğunu söyledi. Daha sonraları çiçeklerin bile Onun önünde kocaman kocaman açtığını gördüm.

Tek eğlence kaynağı sinemaydı ama sinemayı seyretmek bir sorundu. Sinema sahibi ADM’nin ve ailesinin sinemaya geldiğini biliyor ve sadece Sir C.P.’nin değil tüm ailesinin de bilet için ödeme yapmamalarından emin olmakla kalmıyor, ayrıca aile üyelerine yiyecekler ve soğuk içecekler ikram ediyordu. ADM önemli bir görev olduğu için, ADM’ye ve ailesine karşı misafirperver olmak istiyorlardı.

Son derece dürüst ve müthiş de sıkılgan olan Sir C.P. sadece bilet parasını ödemek için ısrar etmekle kalmıyor, gereksiz harcama demek olan sunulan misafirperverlik için de ödeme yapıyordu. Bu sorunu çözmek için, sinemaya gitmek istediğimizde, arabayı tiyatrodan biraz uzakta durdurmaya karar verdik ve şoförü Raghubir’e gidip biletleri almasını söyledik. Böylece Sir C.P. tiyatroya girdiğinde sahipleri tarafından fark edilmeyeceğini düşünüyordu ama boyunun uzunluğu, üç parçalı takım elbisesi ile daima onu ele verirdi ve fazladan soğuk içeceklerin parasını ödemek zorunda kaldı. Durum çok zorlaştığı ve uzlaşma sağlanamadığı için, en sonunda Sir C.P.’nin en azından biletin devlete ödenmesi gereken payını ödemesi ve sinema sahibinin herhangi bir misafirperverlik sunmayacağı konusunda anlaştılar.

Şubat 1950’de Luknov’da ikinci çocukları olarak dünyaya gelen Sadhana çok ilginç bir büyüme sergiliyordu ve bizi konuşmasıyla çok eğlendiriyordu. Dondurmayı çok sevdiğini hatırlıyorum ve Shri Mataji, Sadhana dondurma konusunda ısrar etmesin diye kaliteli lokantalara gitmezdi.

Araba kullanmayı ilk kez Meerut’ta öğrendim. İlk başlarda Sir C.P. bize ders vermeye karar vermişti ama işinde yapması gerekenler  o kadar çoktu ki, bize araba kullanmayı öğretecek zamanı zor buluyordu. Dolayısıyla, araba kullanmayı şoför Raghubir’den öğrendim. Çok çabuk öğreniyordum ve  bir kaç gün içinde sokakta araba kullanıyordum. Bununla beraber, şoför bana trafik polisinden kaçınmamı öğütlüyordu çünkü ehliyetim yoktu. Bir keresinde, bütün çabalarıma rağmen, trafik polisinin bulunduğu yoldan geçmek zorunda kaldım ve ehliyetimin sorulacağını düşünüp korkmaya başladım. Ama, araba polise yaklaştığı zaman, arabayı durduracağına beni selamladı. O zaman farkına vardım ki, ADM’nin arabasını tanımıştı.

Raghubir araba kullanışımdan çok memnundu, bu da bana güven vermişti taa ki bir kaza yapana kadar. Bit tonga’yı (atlı araba) sollarken ata çok yakınken korna çaldım, gördüğüm tek şey atın ürktüğü ve arabaya doğru koşmaya başladığıydı, sonunda da at arabası arabaya arkadan çarptı. Eve geldim ve her şeyi Shri Mataji’ye anlattım ve Ona yaptığım şeyden dolayı çok utandığımı söyledim, ama Ondan çok Sir C.P.’den korkuyordum. Sir C.P. öğle yemeği için eve geldiğinde gidip çiftlikte saklandım ve tüm ricalarına rağmen bulunduğum yerden çıkmadım. Akşamleyin, onunla yüzleşecek kadar cesaret toplandığımda, bana kazaların önceden kehanet edilemeyeceğini ve kaza oldukları için de beklenmedik ve kaçınılmaz olduklarını söyledi. O gün bir ders aldım ve bu ders gelecekte de bana çok yardımcı oldu, özellikle de araba kullanırken.

Kalışımız boyunca, Shri Mataji bizi Sardhana adı verilen bir yerin çok yakınındaki epey eski bir kiliseye iki kez götürdü ve bize kilisenin ve manastırın duvarlardaki güzelim oymaları ve pencere camlarındaki resimleri görünce büyük serinlik hissedildiğini söyledi.  Dürüst olmak gerekirse ben serinliği hissetmedim ama resimlerden ve oymalardan büyük zevk aldım. Bu sadece aydınlanmış insanların serinliği hissedebildiğinin bir kanıtıydı.

Bir gün, en büyük ağabeyimden, üniversite imtihanlarını verdiğimi ve ayrıca da kardeşim Shantatai’nin evliliğinin de kesinleştiğini bildiren bir mektup geldi. Kız kardeşim, Sevagram’da yaşayan ve Kerala’da son derece Ortodoks Hindu bir aileye mensup bir Gandhian olan  Bay Sathianathan ile evleniyordu. Bu bir başka sınıflar arası evlilik demekti. Hepimiz çok heyecanlıydık. Düğün Mayıs ayında olacaktı ve dolayısıyla bizler de Meerut’daki kalışımızı kısa kesmek zorunda kaldık. Ben ayrıca heyecanlıydım çünkü üniversiteye başlıyordum. Jeoloji fakültesine girmeye karar verdim, çünkü kuzenimi ziyaretlerimden birinde, bir kömür madenine gitmiştim ve oradaki müdürün yaşam tarzı beni çok etkilemişti. Kocaman bir evi, çantasını arabasına kadar taşıyan bir hizmetçisi ve onu ofisine götüren bir şoförü vardı. Benim toy aklıma göre bu bana inanılmaz bir konfor gibi gelmişti ve kuzenime bir maden müdürü olmak için ne yapmak gerektiğini sorduğumda bana üniversitede, Jeoloji fakültesine girmem gerektiğini söylemişti. İşte, eğer notlarım izim verdiği takdirde girmek istediğim bölümü böyle seçmiştim. Kız kardeşimin sade bir evlilik töreni oldu çünkü ne babam ne de damat şatafat ve gösteriş istememişti, böylece gereksiz harcamalar da ortadan kalkmış oldu. Gandhiji’nin Sevagram’daki ashramında bulunan herkes düğüne geldi ve ben onların sadeliğinden ve alçakgönüllü karakterlerinden çok etkilenmiştim. Ayrıca, büyük çaplara ve başarılara ulaşmış insanların Gandhiji’nin takipçileri olmak için her şeylerinden vazgeçmiş olduklarını görmek de çok etkilemişti beni. Evlilik töreninden sonra hepimiz Sevagram’a gittik ve Gadhian misafirperverliği ile ağırlandık.

Ağabeyim benim Jeoloji fakültesine girmek isteğimi duyduğu zaman epey hayal kırıklığı yaşadı, çünkü o benim Ticaret fakültesine girip Mütehassıs Mühasip olmamı ve böylece ona işinde yardım etmemi istiyordu. Öte yandan babam asıl önemli olanın benim ne isteğim olduğunu, bütün oğullarının kendi kariyerlerini seçme özgürlüklerine sahip olduklarını söyledi. Hislop Kolej’e başvurdum. Krikette okulumu temsil etmiş olduğumdan dolayı spor kontenjanına alındım.  Başvurum, ismi Laurie Peter olan ve Hindistan’ı hokey oyununda temsil etmiş olan bir başka sporcunun kabulü ile resmileşecekti.

Başvurumun resmileşmesini beklerken, okuldan iki arkadaşıma rastladım, ,kisei de Ticaret Fakültesinde okuyorlardı. İçlerinden biri daha sonra Jabalpur Yüksek Mahkemesinde hakim olan K.K. Adhikari idi ve diğeri de daha sonraları Nagpur Üniversitesi rektör yardımcısı olan M.T. Gabhe idi. M.T. Gabhe’yi Moru ve K.K. Adhikari’yi de Daku diye çağırırdık. Moru bana Ticaret fakültesine girmemi tavsiye etti, çünkü daha ilk yıldan okulun kriket takımına girebilecektim, öte yandan Hislop Kolejinde çok az bir şansım vardı ve belki iki veya üç sömestirden sonra bu gerçekleşebilirdi. Buna ek olarak Daku da, çok yanlı olduğunu, Ticaret Fakültesine gidersem bir arkadaşı olacağını söyledi. Bu öneriyi birkaç gün düşündüm ve krikete olan sevdam diğer hususlardan daha baskın çıktı. Böylece ağabeyime gidip Ticaret Fakültesine girmeye karar verdiğimi söyledim. Çok mutlu oldu ama fikrimi değiştiren gerçek nedeni bilmiyordu.

Babam, kendisine büyük saygı duyan ve Ghandian ilkesi sahibi olan Ticaret Fakültesi müdürü Bay Tokhi’ye yazılmış bir tanıtım mektubu verdi. Bir ulakla babamın mektubunu yolladığım zaman, müdür odasından çıktı ve benimle görüşmek için oturup sıramı beklediğim verandaya geldi. Kabul bekleyen bir başka çocuk daha vardı. Müdür bana hangimizin Salve olduğunu sordu ve kimliğimi verdiğim zaman bana iyi notlarım olduğunu buna rağmen, genelde yararsız bir yer gözüyle bakılan  Ticaret Fakültesine girmek istediğimi söyledi. Ona, notlarıma rağmen Mütehassıs Mühasip olmak istediğimi bu yüzden de Ticaret fakültesine girmekte gerçekten kararlı olduğumu söyledim. Bu erken söylenmiş bir sözdü aslında çünkü o sırada bir kariyer düşünmek çok acayip ve uzak bir fikirdi. İlk kazancım Kolejin kriket takımında oynayacak olmamdı. İşte Ticaret fakültesine böylesine yüzeysel ve havai sebeplerden girdim. Daku’nun kabul edildiği bölüme kabul edilmek için başvurdum ama koleje gerçekten gittiğimde, bir gün önce Daku’nın koleji bırakıp Tıp fakültesine yazıldığını öğrendim. İsmi Bhatt olan okuldan bir arkadaşım daha vardı orada. Çok parlak ve çalışkan biriydi (dolayısıyla benim hoşlandıklarımla pek uyuşmuyordu). Arzu ettiğim gibi, kriket takımının ilk on birine seçilmiştim, ama sadece bu da değil, koleji Badmington’da da temsil ettim. Shri Mataji Badmington şampiyonasında bir numara olmuştu. Daha ilk yılda Badmington şampiyonu oldum ve hem teklerde hem de çiftlerde kupa kazandım, Shri Mataji’ye şükürler olsun, çünkü nasıl Badmington oynanacağını bana o öğretmişti. Öte yandan, bir kriketçi olarak yeteneğimi gösterme beklentilerim, kolejler arası turnuvanın daha ilk maçında o yılın şampiyonu ile eşleşerek feci bir şekilde yenilmemizle suya düşmüştü.

Diwali sırasında, Shri Mataji  Nagpur’da bizimleydi. Meerut’tan gelmişti. Kolejimin sosyal toplantılar sırasında, zamanın en büyük gazel şarkıcılarından biri olan Mujadid Niazi konser gecesi için çağırılmıştı ve Shri Mataji, babam ve ailenin tüm diğer üyeleri davet edilmişti. Shri Mataji, müdürün bana sadece Salve veya ilk adım yerine Bay Salve olarak seslenmesine epey şaşırmıştı.  Babam müdür üzerinde iyi bir etki bırakmış olmam gerektiğini söyledi. İlk yıl sınavım kolej sınavı idi ve ben sabahın 02:00’sinde radyo dinlemeyi daha ilginç bulan bir arkadaşımla derslere çalışıyordum. Çok şakacı biriydi, bu yüzden de onun arkadaşlığından büyük keyif alıyordum. Allahtan veya maalesef, Dhanu Bhatt gibi o da ilk yıl sınavlarını veremedi ve okuldan ayrıldı. Ondan sonra başka arkadaşlar da edindim, bunların içinde en önemlileri Madhu Joshi, Shyam Jodh ve Aba Phadnavis idi. Sınıfımda iki kız vardı ve her ikisi de beni kardeşleri yaptılar. Başka çocuklar onları rahatsız etmesin diye beni sıralarının arkasına oturturlardı. Son sınavlar için iki hafta çok sıkı çalıştım ve geçtim. O sıralarda Shri Mataji, Sir C.P. Gemicilik Şirketinin Genel Direktörlüğüne getirildiği için Bombay’a taşınmıştı.

Anlatmak istediğim bir olay, daha doğrusu bir macera var. Ara sınavlar henüz bitmişti ve beş altı arkadaş Nagpur’dan Bombay’a bisikletle gitmeye karar verdik. Bombay ile Nagpur arası yaklaşık 900 Km.dir. Evdekilere gerçeği anlatırsam kimse benim böyle bir maceraya girişmeme izin vermeyeceğinden emindim, özellikle de hava sıcaklığının 48 dereceye ulaştığı yaz günlerinde. Böylece bir hikaye uydurdum ve bir arkadaşımın düğününe gideceğimi söyledim. Hikayem kabul edildi ama sorunlar sadece bununla bitmedi. İkinci ve en önemli sorun, uzun bir yaz için 100RS gibi bir para ayarlamaktı. O günlerde, öğrenciler tarafından akademik sene içinde kaybedilmiş veya çoğaltılmış kütüphane kitaplarının karşılanma parası olarak 45 Rs. lik bir depozito bizden talep ediliyordu. Kütüphanenin yüzünü bile görmemiş olduğum için (ne de herhangi bir kitap kiraladığım için) 45 Rs. bana geri verilmişti. O günlerde, Hindistan Radyosu’ndaki oyunlarda küçük roller alıyordum ve bana 15 Rs. ödüyorlardı. Bunun gibi bir rol elde etmeyi başardım ve 60 Rs. kazandım. Çalışan bir yeğenim vardı ve bana ‘ne zaman mümkünse ödenecek’ bir 25 Rs. verdi. Bu şekilde toplam 85 Rs. toplanmış oldum. Shri Mataji Bombay’da oturduğu için Bombay’da kalış harcamam olmayacaktı. Bir şekilde Bombay’da iken 15 Rs. ayarlayabileceğime de güveniyordum. 85 Rs.den 5 Rs. bisikletim bakımı için harcandı. Nagpur Komisyoncusundan ve kolejimizin Müdüründen bir mektup alındı ve kalkış günü tespit edildi. Kalkışımızdan önce Sevagram’a, Shantatai’nin oturduğu yere kadar bisikletlerle bir deneme yaptık. 80 km.’lik mesafeyi 2,5-3 saatte almıştık ve bir kaç gün içinde yolculuğa başlayacağımız için aynı gece Nagpur’a geri döndük.

Kararlaştırılan gün, Variety Meydanında (Nagpur’un en ünlü meydanı) toplandık ve bizi uğurlamaya gelen bir kaş arkadaşla birlikte birer bardak çay içtik. Saat tam 05:30’da, altı arkadaş Nagpur’u terk edip Bombay’a doğru yola çıktık. Arkadaşlarımdan birinin amcası yerel bir gazetede çalışıyordu. Bizi tanıtmak için, o gün yayınlanan gazetede Ticaret Fakültesi’nden altı öğrencinin bisikletle Bombay’a yola çıktığını ve grubun önderinin H.P. Salve olduğu yazıldı.

Bizler, haberlerden tamamen bihaber, akşama kadar 100 km yol kat ettik. Hindistan’ın ekonomik büyümesinde kasaba endüstrisinin potansiyeli açısından Hindistan’ın kırsal kesimiyle ilgili bir araştırma yürütme işiyle görevlendirilmiş olduğumuza ikna ettiğimiz Patil’in (kasabanın başkanı) davetlisi olarak devlet evinde şatafatlı ve ağır bir tavuk ziyafetinden sonra dinleniyorduk. Aslında benim kullanmış olduğum tunturaklı sözlerden Patil o kadar etkilenmişti ki, kasaba ile ilgili tüm araştırmaları elde etmek için bizden bir kaç gün orada kalmamızı istedi.

Yataklarımıza tam yatmış ve ertesi gün kat edeceğimiz mesafeyi derin derin düşünürken, bizim tarafa doğru gelen bir arabanın farlarını gördük. Bir turistin konukevinde kalmak istediğini düşündük ve dolayısıyla yaklaşmakta olan arabayı önemsemedik, zaten konukevinin bekçisi de Patil tarafından görevlendirilmişti, bu yüzden oraya gelen herhangi bir şey bizi rahatsız etmemişti. Elinde tüfekle arabadan inen bir adam gördük ve onun, konukevinde bir gece geçirmek için gelen  bir shikari (avcı) olduğu sonucuna vardık. Bize doğru yaklaşmaya başlayınca Sannie bhaiyyayı görüp şoke oldum.

Öğrendiğimize göre, altımızın bisikletle Bombay’a yola çıkmamızın haberini N.K.P. okumuş ve benim halihazırda az bir para ile Bombay’a gidip gitmediğimi görmek için hemen bizim eve koşmuş. Durum onu ve neticede babamı çok üzmüş ve Sannie bhaiyyanın gidip beni Nagpur’a geri getirmesine karar verilmiş. Benim Bombay’a gitmekte son derece kararlı olacağımı bildiği için, Sannie bhaiyya, asık bir suratla Nagpur’u böyle terk etmemin babamda büyük şok yarattığını ve hastaneye kaldırıldığını söyledi. Bu şartlar altında, Sannie bhaiyyanın arzusuna boyun eğmek ve Nagpur’a geri dönmek  zorunda kaldım. Döndüğümde ilk karşılaştığım kişi babamdı. Öyle kızmıştım ki, ailenin hiçbir ferdi ile hemen hemen bir hafta hiç konuşmadım. Böylece macera sona erdi. (Sonunda arkadaşlarım Bombay’a gittiler ve Poona ve Aurangabad üzerinden 2500 km’lik bir mesafe kat ederek geri döndüler.) Aslında bir anlamda iyi olmuştu, çünkü aynı hafta Shri Mataji yaz tatilini geçirmek üzere Nagpur’a geldi. Pachmadhi’ye (Chhindwara yakınlarındaki bir tepe) gittik ve orada çok neşeli bir on beş gün geçirdik.

Babamın sağlığı kötüleşmeye başlamıştı ve Shri Mataji titiz bir kontrolden geçmesi için Bombay’a gitmesi gerektiğini söyledi. Böylece babam, annem ve ben Shri Mataji ile oturmak üzere Bombay’a gittik. Cuff Parade’daki Ivanhoe binasında kalıyordu. Indu halihazırda Onunla beraberdi, JJ Sanak Okulunda resim ve güzel sanatlar okuyordu. Bombay’dayken babamı, olası kanser ihtimalini gözden çıkarmak için Tata Kanser Araştırma Merkezi’ne götürdüm. Orada, kanser üzerine uzman olan Dr. Borjes babamı inceledi ve habislik ihtimali ortadan kalktı. Bombay’da kaldığımız süre içinde iki önemli olay oldu. Kardeşim Shushil Nagpur’da  öldü, bize haber N.K.P.’nin bir arkadaşı tarafından iletildi. Haber babam ve annem ve hepimiz için bir şok oldu. Hastalıklı bir insandı ama aynı zamanda son derece masum, sevecen ve önemseyen bir insandı. İkinci haber ise üniversite sınavlarımı vermiş olmamdı. Artık mezun olmaya hak kazanmıştım.

Bombay’dayken Sir C.P. ve Shri Mataji’nin karşılaştıkları bir kaç komik olaylarda olmuştu. Kısa olsun diye bunlardan sadece birini anlatacağım. Her ikisine çok popülermiş ve sürekli olarak ziyaretlerine gelen pek çok arkadaşları varmış. Bununla birlikte içlerinden biri haber vermeden evlerine gelme gibi bir alışkanlığa sahipmiş. Bir akşam, Sir C.P. ofisten son derece yorgun döndü ve kaygılı bir şekilde oturuyor arkadaşının olası bir ziyaretinden korkuyordu. Onun endişesini hisseden Shri Mataji, arkadaşının gelişini hiçbir zaman haber vermediğine göre, hep beraber dışarı yemek yemeğe çıkmamızı veya  belki de sinemaya gitmemizi önerdi. Evde kimsenin olmadığını görünce mutlaka geri dönecekti. Bunun üzerine evden çıktık, geç vakitteki bir şovu seyredip geri döndük. Arkadaşı, karısı ve çocuğu komşudan ödünç aldıkları iskemlelerle kapı önünde oturuyorlardı. Üç-dört saattir oradaydılar. Onlar gittikten sonra, Sir C.P.’ye, etrafına sıkıcı insanlar toplamasıyla ilgili şikayette bulunduk ama aynı zamanda böyle insanlardan kaçınmak için çareler de aramaya çalıştık. Sanırım bugün bile Sir C.P. ve Shri Mataji bu konuda bir başarıya ulaşamadılar.

Anlatmak istediğim bir olay daha var. kalmakta oldukları bina Mantralaya’ya (tüm bakanların ve çalışanlarının oturduğu yer) çok yakındı. Bir gün, Mantralaya’da büyük bir yürüyüş yapılmaya başlamış ama polis tarafından yolları kesilmiş. Bu durum onları çileden çıkarmış ve içlerinden bazıları taş atmaya başlamışlar. Sonuç olarak, bir lathi emri (copla vurmak) verilmiş ve sonunda içlerinde oradan geçen masum kişiler de olmak üzere pek çok kişi, yaralanmış. Ondan sonra polis insanlara ateş etmeye başlamış. Shri Mataji tüm bu olaylara beşinci kattaki balkonundan bakıyormuş. Bu zulmü daha fazla hoş görememiş ve yaralılara yardım etmek üzere aşağıya koşmuş. İçlerinden bazılarını, ilk yardım yapabilmek için yukarıya taşımış, kurşunları çıkarmış ve yaralarına pansuman yapmış. Daha sonra da ambulans çağırmış ve tıbbi bakım yaptırarak hastaneye yollamış.  Olayları öğrenen Sir C.P. Shri Mataji’nin yardım ettiği kişiler devlete karşı gelen tahrikçiler olduğu için son derece üzülmüş. Bir devlet görevlisi olan Sir C.P., devlet karşıtı kişilere yardım ettiği ve onları koruduğu için devletin karısına karşı göstereceği tepkiden dolayı endişeliymiş. Endişesini Shri Mataji’ye ifade ettiğinde, Shri Mataji ona yapmış olduğu şeyin insani tabiatından kaynaklandığını, yardım ederken onun eşi olma konumunun ölmekte olan yaralı insanlara yardım etmekten daha önemli olduğunu hiç düşünmediğini söylemiş. Bu, Sir C.P.’nin içindeki bürokratı tamamen susturmuş.

Bombay’de, o sene kalışımız boyunca, babam, onu hak ettiği bir saygınlıkla karşılana bir bakan ile, Bay Hiray ile görüştü. Babam onunla, yapmış olduğu Maulana Abul Kalam Azad’ın Kuran üzerinde  açıklamasının tercümesini yayımlama yollarını konuştu. Babam Maulana Azad’ın (o zamanlar eğitim müdürü olan) yazdığı Kuran’ı tercüme etmişti. Kuran’ı tercüme etme isteğinin ardında yatan küçük bir hikaye vardır.

Daha evvel bahsedildiği gibi, bölünmenin olumsuz yan etkisi sonucu Pakistan ile Hindistan arasında büyük çapta ayaklanmalar başladı. Pakistan’daki Müslümanlar Pakistan’dan Hindistan’a göç etmekte olan Hinduları öldürüyorlar ve buna misilleme olarak da Hindular Hindistan’daki Müslümanları öldürüyorlardı. Bu öldürmeler babamı derinden rahatsız etmişti. Bir akşam, birkaç Müslüman, babamın bazı Hinduları sakladığını düşünerek Yeni Delhi’de, Firozshah Yolundaki babamın evine geldiler. Babam onların öfkelerini yatıştırdı ve onlara neden öldürdüklerini sordu, onlarda Islam’a karşı olanları öldürmek Cihad’ı (cennet) elde etmektir diye cevap verdiler. Babam onlara bu yanlış bilgiyi nereden edindiklerini sorunca, bunun Kutsal Kuran’da yazdığını söylediler. Bunun üzerine babam onlara Kuran’ı kendilerinin bizzat okuyup okumadıklarını yoksa maulvi’nin (dian adamı) söylediklerine göre mi hareket ettiklerini sordu. Kuran’ın Arapça yazıldığını, tüm hayatları boyunca Hindistan’da yaşadıkları için Urdu dilini bir iyi bilmediklerini söylediler. Babam onlara Kuran’ı okuduğunu ve orada insanları öldürmekten hiç bahsedilmediğini ve onların yapmakta olduğu şeyin cahilliklerinden dolayı körü körüne Maulvi’nin talimatlarını takip ettiklerini söyledi. Ve o anda, Kuran’ı Hindi diline çevirerek Hindistan’da yaşayanların bu cahilliğini ortadan kaldırma sorumluluğunu üstlendiğini farketti. Bunun üzerine Maulana Azad ile görüştü ve Azad babama, o günlerdeki bunalım açısından çok daha uygun ve geçerli olan kendisinin Kuran üzerine açıklamalarını tercüme etmesini önerdi. Merkezi yönetimin bir üyesi olduğu için, babam kendisini tamamen tercüme işine verecek zaman pek bulamadı. Bununla beraber, 1952 yılında, partinin bir programına katılmadı ve tercümesi için çok daha fazla zaman harcama kararı aldı. Tercüme, Arapça, Urdu ve Hindi dilinde bilgi gerektirdiği için, kendisine yardım edecek bir yardımcı bulamadı, dolayısıyla tüm tercümeyi kendi eliyle yazmaya karar verdi. Kuran üzerine açıklamaların tümünü kırk dosyada, her biri 200 sayfa olarak tercüme etti. Bu yazılar halen Shri Mataji’dedir. Benim Urdu diline başlamamın başlangıcı bu olay olabilir çünkü akşam yemeğinde masada konuşulan konu hep Kuran üzerineydi.

Bay Hiray, Urdu kitaplarının çoğunu yayımlayan Taj Kitap Deposuna tanıtıcı bir yazı yazdı. Taj Kitap Deposu ile bağlantıya geçtiğimiz zaman yapamayacaklarını ifade ettiler çünkü Arap harflerini basan makineleri yoktu. Bu nedenle kitap basılmadan kaldı.

N.K.P. ve karısının da Bombay’da olması bizim de orada kalmamızı sağladı ve Nagpur’daki evimize en büyük ağabeyimizin bakmasına ve bizim de N.K.P.’ye taşınmamıza karar verildi. Bu doğrultuda, Bombay’dan döndükten sonra, Nagpur, New Colony’deki Asha Villa’ya taşındık. Bu evin bir ek binası ve üç odası vardı. Shri Mataji’nin büyük kızı Kalpana Nagpur’daki yerel Bishop Cotton Okuluna kabul edilmişti. Shri Mataji de Sadhana ile birlikte Nagpur’a taşındı. Kötüleşen sağlığına rağmen babamın mahkemeye gidiyor olması beni endişelendiriyordu ve Shri Mataji benim kesinlikle filozofum, arkadaşım ve rehberimdi. Önümüzdeki dört beş sene babama yük olmanın doğru olmadığını hissettim. Daha da ötesi, N.K.P.’nin aileye karşı davranışları pek de cesaret verici değildi ve böylece bir işe girmenin doğru olacağını düşündüm. Shri Mataji Sir C.P. ile konuştu ve benim Ticaret Donanmasına katılmama karar verildi. Bombay’da ön görüşmem yapıldı ve Kalküta’da eğitim görmem için bir gemiye yazıldım. Böylece, 30 Aralık 1954’de, aileme ve arkadaşlarıma veda ettim  ve Kalküta’ya gittim. Kaynama odasına bakma işine verildim ama boğucu bir ortamda bu kadar uzun kalmak bana çok zor geldi ve kaptandan bana güvertede iş vermesini istedim, kabul edilmeyince de işten ayrılmaya karar verdim. Ticaret Donanmasıyla olan hikayem sadece üç gün sürmüştü ve kaybettiğim tek şey, kalışım boyunca yapılan asker tıraşı idi. Nagpur’a geri döndüm ve Ticaret Kolejine tekrar girdim ve profesörler dahil herkes geri döndüğüm için mutluydu.

1955 Ocak ayında, babam çete cinayetinden suçlanan on iki kişinin davasını aldı. Kötü sağlığına rağmen, dava için hazırlanmaya başladı. Akşamları kardeşim Shashi ve ben onun bacaklarına ve ayaklarına sırayla masaj yapıyorduk. 8 Şubatta, savunma konseyi olarak tezini tamamlamıştı ve eve son derece yorgun ve bitkin döndü. Sınavlarım yaklaştığı için ve gece geç vakitlere kadar çalıştığımdan onun rahatsız nefes alışverişlerini duyabiliyordum ve iki-üç kere gidip bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum ama o, her zamanki gibi, sabaha iyi olacağını söyledi. Sabahleyin, ağrısı artmıştı ve babamın Mayo Hastanesi’ne ödemeli bölümüne kaldırılmasına karar verildi. Ödemeli bölümde boş yer olmayınca o zamanki Sağlık bakanı olan Bay Kannamwar’ı aradık ve o bize en iyi bölüm olan Parsi bölümünü ayarladı. Yatırılırken babam iki kere kan kustu. Yerleşir yerleşmez, Sivil Cerrah Dr. Uddanwadikar’ın başkanlık ettiği bir doktor grubu hazır bulundu. Kısa zamanda tedaviler başladı, midesindeki ülser büyük ihtimalle patladı ve yeniden kan kusmaya başladı. Şiddetli acısını dindirmek için, sanırım babama uyku ilacı verildi  ve sonra da sayıklamaya başladı ve tüm gece shikar günlerinden ve balık avladığı günlerden bahsetti. Sabahleyin gazete babamın hastaneye yattığını yazıyordu ve böylece çok sayıda arkadaşı ve hayranı hastaneyi ziyaret etmeye başladı. O günlerde, arabaların ödemeli bölüme kadar gelmelerine izin veriliyordu ve ziyaretçilerin sayısı o kadar çoktu ki, danışmanın önü son derece yoğun oluyordu. Bir keresinde, danışmanın yakınında duruyordum ve bir araba arabanın içindekiler danışmaya ulaşamadan durdu, danışmadaki adam, babama gelip gelmediklerini bile sormadan onları Parsi bölümüne yönlendirdi. Bakanlar, yargıçlar, avukatlar, sporcular ve müşteriler onu ziyaret etmek için kuyruk oluşturmuşlardı. Tüm kız kardeşlerime telgraf yolladık. İkisi Gwalior’daydılar ve daha gelmemişlerdi. Shri Mataji sürekli olarak başucundaydı. Kendisine ilginç davaları anlattığını söyledi. 14 Şubatta, Dr. Uddanwadikar babamın kurtulacağı ile ilgili umutlarını yitirdi ve babamın büyük hayranı olduğu için, yaşama hastanede veda etmemesini önerdi. Böylece, 15 Şubat sabahı, babamı N.K.P.’nin evine götürdük. Saat 10:00 civarı, yeniden canlanma sinyalleri verdi. Shri Mataji sürekli yanındaydı. Onun bileziklerini duydu ve “Bai, beni açlıktan öldürecek misin?” dedi.

Shri Mataji hemen ona ne isterse yemesi gerektiğini söyledi, bize Dr. Uddanwadikar’ı çağırmamızı istedi. Hemen babamı ‘Raosahib’ diye çağıran doktoru aradık. Doktor, babamın hastaneden N.K.P.’nin evine taşındığını doğrulatmak için babama (sürekli sayıkladığı için) nerede olduğunu sordu. Verdiği cevap hepimizi şaşırttı çünkü konu ile ilgili ikna edici bir şekilde konuşan babam bu bağlamda en beklenmedik yanıtı vermişti. Doktora “orada” olduğunu (yani cennet) amam “onların” doktor olmadığını o yüzden gelmeye daha vakti olduğunu söylediklerini söyledi. Bu onun diğer dünyaya gittiğini açıkça gösteriyordu ama onlar daha onu orada kabul etmeye hazır değildiler. 15 Şubat akşamı, tüm çocukları onun etrafında toplandık. Shri Mataji’ye “Metodu bulabildin mi? diye sordu. Çok sonraları farkına vardığımız kitlesel aydınlanmayı soruyordu. Onları gördü ve komaya girdi. Bu şekilde 17 Şubat sabahına kadar kaldı. 17 Şubat 1955 saat 09:30’da öteki dünyaya göçüp gitti. Son nefesini verirken arkadaşım ve ben başucundaydık. Shri Mataji banyodaydı. Geldiğinde onu ölmüş buldu. Annemin saçları bir gecede tamamen grileşti. Bir dilenci gördüğünde gözleri yaşla dolan Shri Mataji o anda tüm cesaretini toplandı ve cenaze işlerine başladı. Hayatımda ilk defa bu kadar yakından bir ölüme şahit oluyordum, son derece yaşam dolu bir insanın birdenbire cansızlaşabileceğini anlamak bu benim için büyük şoktu.

Cenaze akşam yapılacaktı ve haber tüm şehirde bir yangın gibi yayıldı. Yüksek Mahkeme dahil tüm Mahkemelerin bir yasası da bir avukatın ölümünden dolayı hiçbir mahkemenin kapatılamayacağıydı. Bununla birlikte, Yüksek mahkeme hakimleri dahil tüm yargıçlar babama o kadar saygı duyuyorlardı ki, çoğu resmi olmaksızın işlerini bırakıp cenazeye katılmaya geldiler. Ölünün yakılacağı yer N.K.P.’nin oturduğu yerden fazla uzak değildi ve tabutun omuzlarda taşınmasına karar verildi ve hakimler, bakanlar ve avukatlar tabuta omuz verebilmek için yarışıyorlardı. Sadece kilisemizin rahibi değil aynı zamanda bir aile dostu olan Muhterem S.T. Navagri töreni idare etti ve babamın naşından kalanlar 17 Şubat 1955’de dinlenmesi için gömüldü. Bu trajedi boyunca, acılarını bir yana bırakıp çocuklarını ve diğer yas tutanları, Tanrının arzusu önünde başlarını eğmeleri gerektiğini söyleyen Shri Mataji’nin ve annemin cesaretini vurgulamak isterim.

Ertesi gün, çete cinayetinin hakimi geldi ve tüm on iki sanığından serbest bırakılmıştı ve bu haberi vermek için babama gelmişlerdi ama buldukları tek şey, artık onun bu dünyada olmadığıydı. Çok da değerli olmayan yaşamlarını kurtarmaya çalışan bir adamın sadece kendisi, ailesi, vatanı için değil ama tüm insan ırkı için de değerli olan kendi yaşamını kaybetmiş olduğunu söylediler.

Bölüm 6: 1955 Den 1963 E

Babamın ölümü, bana yavaş ancak kesin olarak hayatta beni koruyacak bir şemsiyemin bile olmadığını fark ettirdi. Sığınağım gitmişti. Ve ilk defa tamamen yalnız kaldığımı, ve kimseye ihtiyaç duymadan ve yardımını istemeden kendimi kendi ayaklarımın üzerinde inşa etmem gerektiğini hissetmiştim. Böyle bir durum başıma ilk defa geliyordu ve her nasılsa kendimi anneme ve daha evlenmemiş iki kız kardeşime karşı sorumlu hissettim. Benim davranış ve hareketlerim aniden değişmişti. Annem ve kız kardeşimle ilgilenebilmem için yeterli maddi kaynaklarımın olmaması; vicdan azabı duymama ve moral bozukluğu yaşamama neden olmuştu. Dıştan renkli ve kaygısız kişiliğimi sergilediğimi ne kadar göstermeye çalışsam bile, içten büyük bir değişimin başladığını hissediyordum.

Bu şartlarda, 1956 yılında ticaret fakültesini bitirmek üzere son imtihanlara girmiştim. Bu tarihte taşınmıştık ve kendi kendine avukatlık mesleğine başlayan Balasahib, evin yaşamının devamı için sorumluluğu ele almıştı.

Ocak 1956’da Shri Mataji Balasahib’in evliliğini, Bombay’daki Wilson Koleji’nden, Venu Deodhar isimli bir kızla organize etmişti. Ve düğün Nisan 1956’da nikahı takiben gerçekleşti. Düğündeki tüm işler, örneğin ağırlama, kilisenin süslenmesi, davetiyelerin dağıtılması ben ve arkadaşlarım tarafından gerçekleştirilmişti. Sıcak yakıp kavuruyordu. 118 Fahrenayd yani 47 Santigrat derece civarındaydı. Ve kuşlar sıcaktan ağaçlardan düşüp ölüyorlardı. Ben ve arkadaşlarım tüm davetiyeleri akrabalara dağıtmıştık. Shri Mataji bir hafta, 10 gün önce gelmişti. O, bir çalışanlar taburu oluşturmuştu. Çünkü o zamanlarda, ikram için tutulan profesyonel ikram hizmeti verecek bir sistem mevcut değildi. Hizmet taburu ben, arkadaşlarım ve birkaç genç akrabadan oluşmuştu. Ben birkaç işi birden yapmakla görevlendirilmiştim. Ve aynı zamanda erkek kardeşimin sağdıcı idim. Evlilik töreni akşamüstü 16:00’da yapılmak üzere planlanmıştı. Ancak, o gün saat 16:00’da bile birkaç bitmemiş işle uğraşıyordum ve bundan sonraki yarım saat içerisinde eve gitmek, çabucak bir banyo yapmak, kostüm giymek ve kiliseye yetişmek mümkün gibi gözükmüyordu. Nihayetinde, damat sağdıcının görev alması geçici olarak atanılmıştı. Ve ben 16:40’ta kiliseye vardığımda her iki ağabeyim de, Sannie bhaiyya ve N.K.P. girişte ayakta duruyorlardı ve N.K.P. bana çok kötü bir şekilde baktı. Onu yumuşatan Sannie bhaiyya idi ve ancak bu şekilde onun sövmesinden kurtulmuştum.

Oraya geçici sağdıcı değiştirmek üzere tam zamanında geldim ve gelini Balasahib’e devrettim ve bu sağdıç olarak yapmam gereken tek vazifeydi. Nikah töreni Nagpur’un toplantı alanında hazırlanmıştı ve akşam yemeği açık büfe şeklindeydi. Açık büfe Nagpur toplumu için yeni bir tarzdı. Davetli masaya yemek servisi için gittiğinde tercih ettiği yemeğin önünde ayakta durur ve beklerdi ki, tercih edilen yemek genelde bir yaniydi. Bunun üzerine yaşlı kimseler, Nagpur’un bu elit kişilerine sıraya devam etmelerini söylerlerdi. Ben aynı zamanda siyah paltolu avukatların ceplerinden pastanın kremasının çıktığını görme  şerefine nail oldum. Bu, kişilerin mahkemeden doğrudan gelmiş ve gizlice ceplerine pastaları sokmuş olduğunun bir deliliydi. Çok ilginç bir düğündü ve gelecekteki düğünler içinde örnek ve eğiticiydi. Annem, babamın bir zamanlar borç olarak vermiş olduğu paraları geri getiren bir sürü insanı kabul etti. Üstelik hemen hemen tüm dükkan sahibi esnaf da çok yardımseverdi ve yeteri kadar yardım etti.

Evlilik töreninden sonra sınav sonuçlarını bekliyordum fakat N.K.P. bizim, derhal bürosuna dahil olmamızı istedi. Neticede, 1956’nın Nisansında Madhu Joshi, Shyam Jodh ve ben ağabeyimin bürosuna dahil olduk. Bize 15 Rs.lik cömert bir maaş bağlandı, ayrıca bizleri yağmur ve güneşten koruyan bir yağmurluk ve kahverengi şapka verildi. Ve bizlerden bisiklet üstünde gidip hesapları denetleme yapmamız ve hatta Nagpur’un dışına bile çıkıp, uzun seyahatler yapmamızı istedi.

N.K.P., çok sert bir patrondu ve çoğu zaman merhametsizdi. Hiçbir zaman, en ufak bir hatamızı bile hoş görmezdi. Çok geniş bir kelime hazinesine sahipti ve en ufak bir kızgınlığına sebep olduğum zaman, bu kelimeleri özellikle benim üzerimde denerdi. İşte o zaman bana sanki üvey annemmiş gibi davrandığını hissederdim. Ancak beni bu şekilde yetiştirmesinin, ilerki hayatımda kendi ayaklarımın üstünde, yıkılmadan durabilmem için olduğunu, daha sonraları fark ettim. Ancak bir şeyi geçemeden yapamayacağım; Shri Mataji’nin cömertliğinin yanında, hem para açısından hem de sevgi yönünden çok cimriydi.

Bir Pazar günü, kolej takımım ile maç yaparken, bir büyüyüm oyun alanına geldi ve derhal ağabeyime gitmem gerektiğini söyledi. Ben çok öfkelenmiştim ve onun yanına ancak öğle paydosu sırasında gittim. Bana nerede kaldığımı sorduğunda, ona Pazar günü olduğunu söyledim. O da bana “Pazar günüyse ne olmuş, C.A.’ların Pazar günü yoktur” dedi.  Bu davranışıyla, Pazar günleri yapmakta olduğum Kriket ve diğer faaliyetlerimin hepsine de elveda dememin yolu görünmüştü.

1957 senesi Muson zamanında, kız kardeşim Shantatai ile birlikte olmak için Kerala’ya gitmem gerekmişti. Bu tarihte, hukuk öncesi sınavlarımı henüz bitirmiştim. Kerala’da 45 gün kaldıktan sonra döndüğümde, ilk L.L.B. (hukuk öncesi)  sınavımı geçtiğimi öğrendim. Hukuk finalimde ise, kolejin hokey takımının kaptanlığına getirilmiştim ve işin tuhaf yönü, hayatımda hiç hokey oynamamıştım. Hokey takımının başına getiriliş nedenim şuydu: hokey için 11 Rs. gibi bir bütçe ayrılmıştı ve bunun kullanılması gerekiyordu. Dolayısıyla, her sabah diğer kolejlerle aramızda dostluk maçları yapmayı organize ediyordum, ve maç sonrası herkese bedava yiyecek ve içecekler veriliyordu. Ancak 1955/56 senelerinde, Ticaret Kolejinin kriket takımının kaptanlığı ile badmington takımının da kaptanlığını yaptığımı söylemeyi unuttum. Kaptanlığım, bir sürü hayranımdan jestler yapılması ile mükafatlandırılmıştı ve hatta bazı arkadaşlarım bana hediye olarak bir kriket şapkası vermişlerdi. Nagpur’a çok sık gelen Shri Mataji benim bu küçük başarılarımdan ötürü gurur duyuyordu.

1958 senesinde Sir C.P. yeniden Delhi’ye döndü ve Ticaret Bakanı Shri Lal Bahadur Shastri için çalışmaya başladı. Kasım 1958’de ise ben orta dereceli muhasebeci sınavına girmek üzere Delhi’ye gittim. Haliyle Shri Mataji ile beraber kalıyordum ve O sınavımı bitirene kadar, kalpana ve Sadhana’ya beni rahatsız etmemeleri gerektiğini söylemişti. Ben Delhi’deyken olan şu kısa hikayeyi de anlatmadan geçemeyeceğim.

Bir gece Luknov’dan bir Bay kapıya vurdu ve Sir C.P.’nin çocukluk arkadaşı olduğunu belirttikten sonra, Doktor olduğunu ve Malerya konusunda bir seminere katılmak için geldiğini söyledi (Malerya’yı “Melvya” olarak telâffuz ediyordu çünkü “r” harfini telâffuz edemiyordu.) Shri Mataji’nin evinde 3-4 gün kalmaya niyetli olduğunu söyledi. O zamana kadar Shri Mataji önceden haber vermeyen ancak Sir C.P.’nin akrabaları ve arkadaşları olduğunu söyleyen bir sürü insanın gelip yataklı kalmasına alışıktı. Her zaman, herkesi içtenlikle ağırlardı. O gece, Shri Mataji yemek masasında, doktora haber vermeden gelmesi ile ilgili  düştüğü zor durumu izah ediyordu ve u arada üstü kapalı olarak da kalmaya gelmeden önce en azından haber vermesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Doktor,üstü kapalı nasihati bir türlü anlamadı ve daha değişik bir şekilde tezahür gösteriyordu. Shri Mataji’ye kendisinin kaldığı süre boyunca başka birinin önceden haber vermeden gelmeyeceğinin teminatını veriyordu.

Ancak, maalesef o gece yarısı Sir C.P. yurtdışı seyahatinden geri dönmüştü. Kapıyı vurduğunda, misafir odasında uyumakta olan doktor kalkmış ve kapıyı açmıştı. Gördüğü Sir C.P., kapı eşiğinde bavulları ile birlikte ayakta duruyor, bir an önce içeri girip uyumak istiyordu. O ana kadar kaldığı süre içerisinde kimsenin eve haber vermeden girmesine izin vermeyeceğine yemin etmiş olan doktor, Sir C.P.’yi Luknov’dan gelen bir akraba zannettiğinden, ona öyle bir patladı ki, doktorun azalmayan nutku hiç kesilmedi ve Sir C.P. kendisinin kim olduğunu anlatmaya fırsat bulamadı. Çok kızan ve çileden çıkan Sir C.P., doktorum Bayan Srivastava’yı uyandırması gerektiğini söyledi. Sir C.P.’nin bu talebi doktoru çok daha fazla öfkelendirdi ve nutkuna iki misli öfke ve kuvvetle devam etti. Doktor Bayan Srivastava’nın çok masum ve sevecen bir hanım olması nedeniyle Onun herhangi bir söz söylemeyeceğini sözlerine ekledi. Doktor o kadar çok gürültü çıkarıyordu ki, Shri Mataji dahil tüm ev halkı uyanmıştı. Shri Mataji kapıya geldiğinde, Sir C.P.’yi orada, dışarıda ayakta durmuş vaziyette buldu ve doktora evin sahibinin oracıkta, dışarıda ayakta duran zat olduğunu ve içeri girmesine engel olmaması gerektiğini söyledi. Sir C.P. her zamanki gibi doktoru affettiğini söyledi ancak daha sonra Shri Mataji’ye doktoru hayatında görmediğini tanımadığını itiraf etti. Bu olaydan sonra hepimiz Sir C.P.’ye takılmaya başladık.

1959 ve 60 yılları benim için çok yoğun geçen yıllardı. Yalnızca geniş kapsamlı bir seyahate çıkmamın istenmesi haricinde, diğer kız kardeşim Shashi’nin  Gwalior’daki düğününe de gitmem gerekmişti. Bu arada orta dereceli muhasebeci sınavımı vermiş ve finallere hazırlanıyordum. Genelde sınavlarıma girmek için Bombay veya Delhi’yi seçiyordum. Çünkü Nagpur muhasebeci sınavları için bir merkez değildi. Sınav zamanlarında, Shri Mataji’nin de Bombay veya Delhi’de olması nedeniyle gidip onunla kalıyordum. Her halükarda, Kalpana ve Sadhana’ya veya evde kalan diğer yatılı misafirlere ben sınavlara çalışırken beni rahatsız etmemeleri tekrar tekrar söyleniyordu. Gece yarıları çay içme alışkanlığı geliştirmiştim ve Shri Mataji bana çay servisini Kendi yapardı. Kalpana ve Sadhana’yı uyuttuktan sonra, başıma masaj yapması rutin bir alışkanlık haline gelmişti. Başımdan çok fazla miktarda ısının geldiğini söyler, ben de bunun çok muhasebecilik çalışmalarından ötürü meydana çıkan sıcaklık olduğunu söylerdim. Başıma takribi bir saat masaj yaptıktan sonra gidip çay servisini hazırlar ve bana sıcak çay verirdi.

Sınavlardan hemen sonra, benim dönüşümü birkaç gün geciktirir ve beni ünlü müzisyenlerin konserlerine götürürdü. Sur Singar Sansad’ın (ki bu Hindistan’ın en prestijli kültür organizasyonudur) başkan yardımcığını yapmasının yanı sıra Bombay müzik kulübünün de üyesiydi ve bir sürü konserlere davet ediliyordu. Ben de bu arada Onunla beraber Bismillah Khan, Amir Khan, Bhinsen Joshi, Shiv Kumar Sharma, Vilayet Khan ve benzeri bir sürü sanatçıyı izleyip dinleme imkanı ve şerefine nail oluyordum. Ayrıca, Zarcan Daroowala’nın da konserini izlemiştim ki, Shri Mataji onu bir çocuk dahi olarak tanımlamıştı. Zaten kendisi, çok daha sonra bir zaman, Shri Mataji’nin 75. doğum günü kutlamalarında önünde sarod çaldı. 1960 yılında hukuk sınavımı da vermiştim.

1961 Mayısında Muhasebecilik Grup 2 final sınavlarına girdim. Tüm arkadaşlarım Poona’da sınavlara gireceğinden ben de burada girdim. Poona o zamanlar çok güzel ve temiz bir şehirdi. Bu durum, Khadakwasla yakınındaki Panshet barajının çökmesinden ve Poona şehrinin yarısından çoğunu yıkıp mahvetmesinden önceydi. 1961 Aralığında, Kalpana ve Sadhana’yı da aralarına alan üç kız kardeşim benimle birlikte Noel’i geçirmeye geldiler. Ve benin onları ağırlayabilecek ancak bir odam vardı. Çok kalabalık ancak çok mutlu geçen bir Noel olmuştu. Noel’den sonra herkes döndü. Bense, Shashi ve Indu’yu geri götürmek üzere Kalküta’ya gittim ve hemen akabinde de muhasebecilik finallerime hazırlanmak için Nagpur’a döndüm. Sınavlara hazırlanma tekniğim şöyleydi: erken bir akşam yemeğinden sonra, saat 20:00 gibi başlıyordum ve sabah saatin dördüne kadar çalışıyordum. Böyle yapmamın nedeni, mutlak sessizliğin ve beni rahatsız edebilecek herhangi bir şeyin ve ortamın olmaması içindi.

Bir gece, yoğun bir şekilde dersime çalışırken, odamın önünde ayakta durmuş vaziyette annemi gördüm. Saate baktığımda, saatin 02:30 olduğunu gördüm. Onu gecenin böyle bir saatinde görmek beni çok şaşırtmıştı. Muhtemelen bir şey için bana ihtiyacı vardı. Ve ona herhangi bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum. Hemen gülümsedi ve hiçbir şey istemediğini, derslerime verdiğim olağanüstü çabadan dolayı çok etkilendiğini ve bir gün tüm dünya tarafından tanınacağımı söyledi. Onun yarı uykuda olduğunu ve rüya gördüğünü düşündüm. Dolayısıyla gidip uyuması gerektiğini ve bana söyleyeceği her ne ise sabaha kadar bekleyebileceğini söyledim. Onu uyuması için ikna ettim, ancak yalnız kaldığım zaman, söylemiş olduklarını daha derinden düşünmeye başladım. Ve fark ettim ki, annem, bana söylediği kadarıyla, şimdiye kadar hiçbir çocuğunu sahip olduğu değerler açısından övmemişti. Onun için çocuklarını övmek onları kurtarmanın ötesinde şımartmaktı. Dolayısıyla çok şaşırmıştım. Daha doğrusu beni övmesinden dolayı taş kesilmiştim. Gördüklerimin bir rüya olması ve dediklerinin söylemek istemediği şeyler olması gerektiğini düşündüm ve annemin söylediklerini tamimiyle umursamayıp geçtim. Çok seneler sonra, bu olaydan Shri Mataji’ye bahsettim. Ve O annemin çok meşhur bir kraliçenin ismi olan Cornelia ismini aldığını, ve aynı o kraliçe gibi yedi çocuğa sahip olduğunu ve o kraliçenin de sadece iki çocuğunun meşhur olduğunu söyledi. Dolayısıyla Shri Mataji, Kendinden başka beynelmilel olarak tanınan ikincinin ben olduğunu söylüyordu.

N.K.P.’nin müştemilatında, iki odalı bir bungalovda kalıyordum; bir odada annemin diğerinde de benim kalmam üzere tahsis edilmişti. Geceleri geç saatlere kadar çalışmam isteniyordu, dolayısıyla arkadaşlarımla buluşmak ve sosyal yaşam benim faaliyetlerimin ötesinde bir tutku olarak kalıyordu. Kahve içme yeri, akşamları arkadaşlarımla buluşma yeri olarak kaldığım yerden yürüme mesafesindeydi. Onlarla buluşamamanın vermiş olduğu tatminkarsızlık içindeydim. Ve zaten onlarla buluştuğumda da, zamanlarını boş yere harcadıklarını, benim gibi kariyerlerini inşa etmedikleri konusunda onlara bağırıp duruyordum. Bunun neticesinde de birkaç arkadaşım benimle çalışmak için odama gelmeye başladı. Onlar başka alanlarda akademik kariyerlerini yapacaklardı ancak müşterek noktamız geceleri birlikte bir fincan çay içebilmekti. Çaydan önce arkadaşlar arasında görev taksimi yapardık. Biri fincanları ve tabakları yıkayacak, diğeri sobayı yakacak, üçüncüsü suyu kaynatacak, sonuncusu ise, ki o bendim çayı demleyecek ve sütleri koyacaktı. Kolektif olarak, çok büyük bir haz ve neşe alıyorduk ve ne zaman bir araya gelsek gece yarısı içilen çay seanslarımızla ilgili hatıralardan bahsederiz.

Ben, Sir C.P.’ye sınavlarının başarısı altındaki sırrı sorduğumu hatırlıyorum. O öncelikle, sınav yapana blöf yapmanın çok tehlikeli olduğunu, eğer konuyu veya sorulan sorunun cevabını bilmiyorsam en uygununun cevap vermemek olduğunu, çünkü böyle yaparaktan sınav yapanın aklında, yanlış bir karara varmasına neden olunacağını ve bu yüzden, senin vermiş olduğun doğru cevapları bile, tartmaya başlayacağını ve önyargılı davranacağını söyledi. Sir C.P. yine bana bir soruyu cevapladığım zaman, cevabın ile sınav yapana, senin verdiğin cevaptan çok daha fazla bir bilgiye sahip olduğunu hissettirmeni, ancak sınırlı bir zaman olduğu için; bilginin yazdıklarını sınırını çok fazla aşacağı hissini vermen gerektiğini söyledi. Söyledikleri benim için öğretici olmuştu ve ben bu öğretiyi kendi yazılı sınavlarımda uygulamaya başlamıştım.

1962 Mayıs ayında, final grubu muhasebecilik sınavlarını bitirdim. O zaman Shri Mataji Bombay’da Jeevan Jyot’da kalıyordu. Onun kızlarına çok düşkündüm. Çok mutlu ve neşeliydiler. Shri Mataji onlara Shri Ram,İsa ve Shri Krishna hakkında çok hikayeler anlatmıştı. Onlar, hiçbir zaman Püronik (yani mitolojik) olmayan filmleri sevmiyorlardı. Bütün Tanrı ve Tanrıçalar hakkında bir sürü bilgiye sahiptiler. Onlar bir manastırda kalıyorlardı;çünkü Sir C.P. işleri nedeniyle oradan oraya taşınıyordu. Çocukların ikisi birden, kuru yüzlü rahibeler yüzünden okuldan nefret ediyorlardı. Daha sonraları, hatta okulun yakınına bile gitmediler. Bana, rahibelerin ne kadar acımasız olduklarını anlatırlardı. Ve her ikisi de, çok akıllı çocuklardı.

Son final imtihanıma çok iyi hazırlanmıştım ve ilk muhasebe imtihan kağıdımı görmek için sabırsızlanıyordum. Çünkü bütün soruları cevaplamıştım. Bir soruyu cevapladığımda, ki bu soru tam 30 dakikamı almıştı, kalemimi yere koydum; çünkü parmaklarımı dinlendirmek istiyordum; ancak o an parmaklarımı açamadığımı fark ettim. Parmaklarımı uzatmaya çalıştım, ancak parmaklarımın tamamı hissizleşmişti. Biran için felç olduğumu zannettim ve aniden terlemeye başladım, çünkü artık imtihanıma devam edemeyeceğimi ve daha yazamayacağımı düşündüm.

Başımızda duran imtihan sorumlusu, benim dışarı çıkmam ve yüzümü yıkamam gerektiğini ve elimin elverdiği kadar, bundan sonra imtihanıma devam etmem gerektiğini de belirtti. Onun tavsiyesini tuttum ve yüzümü iyice yıkadım. Artık kanım parmaklarımda yeniden dolaşmaya başlamıştı. Ancak tüm bu meşguliyetlerim imtihandan beni çok kıymetli olan 20 dakika alıkoymuştu. Bunun neticesinde, ben 100 sorudan yalnızca 75’ine cevap verebilmiştim. İmtihandan büyük bir hüsranla dışarı çıktım. Çünkü muhasebe benim en güvendiğim ve en çok not beklediğim dersti.

Shri Mataji benim moralimin bozulduğunu, Sir C.P.’ye öğle yemeğinin servisini yaptıktan sonra anlamıştı. Odama geldi ve benim niye 25 puanlık sorunun cevabını veremediğimin tüm hikayesini benden dinledi. O bana, bu olayın artık geçmişte kaldığını ve benim diğer imtihan kağıtlarıma dikkatimi vermem gerektiğini, ve bunu yaparken de sanki bu kağıtların benim son şansım olduğunu düşünmem gerektiğini söyledi. Ben ivedilikle imtihanlardan bir an için uzaklaşmayı düşündüm; Ancak onun bilge tavsiyesinin yavaş yavaş farkına vardım ve bundan sonraki imtihan kağıtlarımı ‘başar veya öl’ gibi bir duygu içerisinde ve çok çaresiz ve alternatifsiz olarak girme eğilimine girdim. Bu arada muhasebecilik imtihan başarı sonuçlarının, %2 veya 3 gibi bir oranda olacağını bildiğimden, kendi başarısızlığımdan oldukça emindim.

Nagpur’a döndüm ve Kasımdaki imtihanlara hazırlanmaya başladım. Başarısızlığımdan o kadar emindim ki, imtihan sonuçlarını öğrenmeye bile gitmedim. Bir öğleden sonra bir müşterinin mizan kağıdını  yaparken, bir arkadaşım telefon etti ve benim imtihanı geçtiğimi bildirdi. Onu, böyle bir şakaya tahammülüm olmayacağını belirtirken, iyice bir payladım. Bu olaydan sonra bir sürü arkadaşımdan telefonlar aldım; Ancak hiçbirine de inanmadım. Bu arada erkek kardeşimde, beni heyecanlı bir şekilde aradıktan sonra yine tatmin olmamıştım. Ancak, bu kez imtihan sonuçlarının ilan edildiği basın bültenin gözlerimle görmek ve en az üç-dört kez okumak suretiyle imtihandan geçtiğimin bilincine vardım ve kabullendim. Sonuçta, dağ gibi muhasebecilik imtihanlarımın üstesinden gelmiştim; Ama bunda Shri Mataji’den aldığım ilhamın payı büyüktü. Tüm memleket dahilinde 1000 küsür talebeden ancak 33 tanesi başarıya ulaşmıştı. Ve bu sonuç; muhasebe enstitüsünün koymuş olduğu kriterleri doğrultusunda hatta çok cömert bir neticeydi.

1961’de Shri Mataji, Luknov, Nirala Nagar’da bir ev inşasına başladı. İmtihan neticeleri belli olduğu zaman, onun bu inşaatı için mermere ihtiyacı olmuştu. Dolayısıyla bana telefon etti ve Jabalpur’a geleceğini söyledi ve kendisini Jabalpur’da karşılamamı istedi. Shri Mataji gelmeden önce Seoni’de (Jabalpur yolu üzerinde) bir kolejin muhasebesini incelemem gerekti. Bunu yapar yapmaz da Jabalpur’a Shri Mataji’yi karşılamaya gittim. Ve onunla mermer alımını yaptıktan sonra, ki bu alım epey bir miktardı, birlikte bir kuzenimiz görmeye gittik.

Kuzenimin kızı, Acharya Rajneesh’in talebesiydi (Acharya daha sonraları Bagwan Rajneesh veya Osho ismini almış ve öyle tanınmıştır). Acharya Rajneesh, mahalli Robertson kolejinde ruh bilimleri öğretiyordu. Shri mataji’nin ruhsal konulara olan yakın ilgisinden ötürü, kuzenim Shri Mataji ile Acharya’nın karşılaşmasını sağladı. Acharya Rajneesh, Shri Mataji’yi gördüğünde; kollarını havaya kaldırdı ve ona doğru koşarak, “Oh Anne Adi Shakti”, bütün bu zamanlar sana rastlayabilmeyi ve karşılaşmayı bekliyordum dedi. Ve “bugün rüyalarım gerçek oldu” diyerek Shri Mataji’nin ayaklarına kapandı. Ben tüm bu olanların, kuzenim ve kızı ile birlikte canlı şahidiyim. Daha sonra, aynı Acharya Rajneesh, 5 Mayıs 1970 yılında Shri Mataji’nin kendisini ortaya çıkarmaya karar verdiği Nargol’da bir seminer düzenledi. Shri Mataji’nin orada bulunması fikrinden dolayı, Rajneesh çok heyecanlı idi. Shri Mataji gitmek istemedi; fakat Sir C.P. ayrı bir ev, bir araba ve bir de aşçı tahsis ettikten sonra gitmeye karar verdi. Çünkü, Sir C.P., Rajneesh’in sürekli olarak kendisine telefon etmesinden dolayı, Shri Mataji’ye gitmesi için baskı yapıyordu.

Mesleğime ve imtihanlarıma ayırmış olduğum zaman zarfında, annemi bir hayli ihmal etmiştim. Her ne kadar, her gece onunla birlikte oturup, ondan ailemin geçmişi ile ilgili bir sürü şeyi dinliyor ve öğreniyorsam bile… Bu kitap içerisindeki bir sürü olayların bilgi akışı, benim annemle birlikte o, birer saatlik konuşma ve sohbetlerimize dayanmaktadır. Daha da ötesi, kendi işimi kurmanın ve erkek kardeşime bağımlılıktan kurtulmamın zamanı gelmişti. Artık evlenmemin zamanı geldiğinin de farkına varmış ve kararımı vermiştim. Bu fikrimi N.K.P.’ye açtığımda, bana şakayla karışık, herhangi bir kadınla bir ilişkimin olup olmadığını sordu. Çok çabuk bir cevapla, kendisinin bizi, bürodan çok geç saatlerde bırakmasından dolayı o saatte herhangi mazbut bir aile babasının kızı ile hiçbir şekle flört etmemizin de mümkün olamayacağını belirttim. Bu cevabım ile adeta donmuş kalmıştı.

Evlenmeyi arzulamamın haberi Shri Mataji’ye ulaşmış ve münasip gelin adayları için adeta bir av başlamıştı. 1962 Eylülünde Bombay’a bir hesap kontrolü için gittim ve Shri Mataji bana tercihimi sorduğunda ona, öncelikle tercihimin annem olduğu ve evleneceğim kimsenin de anneme ve sağlığına iyi bakabilmesi olduğunu belirttim. Dolayısıyla bu kimsenin çalışan bir kimse olamayacağını söyledim. Shri Mataji konuyla ilgileneceğini belirttikten sonra konuyu kapattı.

Nagpur’a döndüğümde, Shri Mataji beni telefonla aradı ve benden bir resim istedi; çünkü bu resmi, benim beklentilerime tıpa tıp uyan, Bay Ranbhise’nin evlilik için uygun olan en genç kızın gönderecekti. Bu kitapta da bir kopyası basılan bir resmimi Shri Mataji’ye gönderdim ve ondan da kızın bir resmini bana göndermesini rica ettim. Günlerce bana bir resim ulaşmadığı için de, kızın benimle evlenmeyi istemediğini düşündüm. 1962 Ekiminde Shri Mataji’den bir mektup ve bu mektuba ilişik bir de resim aldım. Resmi görürü görmez de başladım gülmeye. Annem neden güldüğümü sorduğunda da, ona evleneceğim gelin adayının 23-24 yaşında olduğunu bildiğimi; Ancak fotoğrafta gördüğüm kişinin 12 yaşında ve kucağında da 2 yaşında bir çocuk tutan bir kız çocuğu olduğunu söyledim.

Dolayısıyla Shri Mataji’ye cevap yazdım ve o da akabinde, kızın anne ve babasına yazdı ve kızlarını Pali’den Bombay’a getirmelerini istedi(Bu yer Bombay-Goa yolu üzerinde ve Ganapatipule’den 50 km. mesafedeydi). Neticesinde, Kasımın ortalarına doğru bir tanışma günü ayarlandı. Üç arkadaşım, Madhu, Shyam ve Ganu beni ve Shri Mataji’yi de ikna ettikten sonra, benimle birlikte kızı görmeye geldiler. Bütün bunlar bir yana, Sir C.P.’nin beni yanına çağırmasını ve bana hayatım boyunca unutamayacağım tavsiyelerini anlatmadan geçemeyeceğim. Bana bu randevuya ön yargılı bir şekilde gitmemem gerektiğini söyledi. Ben bir teftişe gitmiyordum ve kızla görüşürken her durumda onun onur ve gururunu düşünmeliydim. Benim onu reddetme hakkım olduğu gibi, onun da beni reddetme hakkı saklı bulunuyordu. Ben bir kaide üzerinde heykel değildim ve onun hakkında yüzeysel bildiğim bir kaç şeyle (ki bunlar Hindistan’da, kızın erkekle ilk karşılaşmasında erkeğin sormuş olduğu birkaç aptalca soruydu, örneğin Dikiş dikmeyi bilir misin?, Şarkı söyler misin?, Yemek pişirebilir misin? Ve bunun gibi sorular ki hiçbiri evlilik kararı verebilmek için dikkate alınması gereken kriterler değillerdi.) Sir C.P. ve Shri Mataji’ye göre insan onuru, her şeyin üzerinde geliyordu.

Bombay havasına hiçte uymayan bir takım elbise giydiğimi hatırlıyorum. Ben terlememle ünlüyümdür ve kızı görmek için arabaya bindiğim andan itibaren terlemeye başladım. Herkes bana takılıyordu ve heyecanlı olduğumu söylüyorlardı, fakat gerçekte, Sir C.P.’nin bana vermiş olduğu tavsiyeleri aklıma iyice yerleştiriyordum. Eve vardığımız zaman oturduğumuz odada hiçbir vantilatörün olmaması dikkatimi çekti. Benim müstakbel kayınpederim benimle konuşurken, bir yarım terlerimi silmekle meşgulken, diğer yarım ise tüm bu işlerin bir an önce bitmesini istiyordu ve dikkatimi bu iki şeyin haricinde tutamıyordum. Shri Mataji evin içerisine kızı süslemeye gitmişti. 15 ızdıraplı dakikadan sonra kızla birlikte dışarı çıktı. Ona bir an için baktığımda; üç arkadaşımın, Shri Mataji’nin ve müstakbel kayınpederimin bulunduğu bir ortamda onunla nasıl konuşabileceğimin düşüncesi aklımı iyice karıştırmışken, sadece sessiz kalmayı yeğliyordum. 15-20 dakika içerisinde formaliteler bitmiş, allahaısmarladık denmiş ve yola koyulmuştuk. Eve dönerken Shri Mataji benim bu konu hakkında neler düşündüğümü sorduğunda; ona, kız ile konuşmak istediğimi, münasip bir lisanla, bir eş olarak ondan beklentilerimin neler olduğunu anlatmak ve onun da benim hakkındaki beklentilerini sormak istediğimi, ve ona ne kadar değer verdiğimi belirtmek istediğimi söyledim. Bunları söylediğim anda Shri Mataji bana takıldı ve bunları ilk karşılaşmamda yapmam gerektiğini söyledi. Bende ona tamimiyle nutkumun tutulduğunu itiraf ettim.

Ertesi gün müstakbel kayınpeder telefon ettiğinde, Shri Mataji ona kızı bir kez daha kendi evine getirip getiremeyeceğini sordu ve o da böyle bir karşılaştırmaya karşı olmadığını hemen belirtti. Karşılaştığımızda, ona anneme karşı ne kadar sorumlu olduğumu ve bununla birlikte ondan beklentilerimin yanı sıra, bir eş olarak onun benden beklentilerinin ne olduğunu öğrenmek istediğimi belirttim. Ona ayrıca ne kadar kötü bir Hıristiyan olduğumu, kiliseye de Noel ve Paskalya haricinde gitmediğimi söyledim. Ona aldığım maaşı söyledikten sonra, onun beni kabul etmeyebileceğinin bilincinde olduğum kadar, benim de aynı hakka sahip olduğumu da belirttim. Tüm düşüncelerimi açığa çıkarttıktan sonra, üzerimden büyük bir yük kalkmış olduğu için iyice rahatlamıştım. Gösterdiği tepki olumluydu ve Shri Mataji’ye, onunla her şeyi konuştuğumu ve karşılıklı görüş birliğine vararak fikirlerimizi kabul ettiğimizi de bildirdim.

Müstakbel eşimle, 30 Aralık 1962 senesinde Pali’de nişanlandık. Nişanımızda bulunanlar arasında; erkek kardeşim, arkadaşlarımdan sadece Ganu, Kalpana, Sadhana ve tabi ki Shri Mataji vardı. Shri Mataji, Kalpana, Sadhana, ve ağabeyim hepsi birden arabadaydılar. Onlar Goa yolunu seçtiler. O yol, çukur ve hendeklerle dolu bir yoldu ve seyahat etmeye hiç de uygun değildi. Henüz tamamlanmamıştı. Bizler de ertesi gün aynı yol üzerinden yola çıktık; Ancak Shri Mataji Ratnagiri’den telefon edip, bizlerin Poona üzerinden gelmemizi söyledi.

29 Aralık sabahı, Sir C.P., erkek kardeşim, arkadaşım ve ben Poona üzerinden Pali’ye yola çıkmıştık. Ancak yol boyunca kötüye doğru giden soğuk algınlığına yakalanmıştım. Pazar olması nedeniyle, ne bir klinik açıktı ne de bir doktor bulunabiliyordu. Dolayısıyla bir kaç ilaçla idare ederekten, arkadaşımın dizlerine yattım ve arka koltukta uyumaya başladım. Bu arada Sir C.P., erkek kardeşim arabanın ön koltuğunda şoför ile sıkışmış vaziyette seyahat ediyorlardı. Pali’ye gece saat 11 gibi varmış ve nişanım gece yarısında olmuştu. Ateşli bir vaziyette, kostümün içerisine girdim ve nişan biter bitmez de uyumaya başladım. Ertesi gün Bombay’a geri döndük ve bir müddet sonra da tekrar Nagpur’a gittim.

1963 Mayısında, yine dikkati çeken bir olay olmuştu. Müşterilere seyahat ve devirlerden almış olduğum iadelerden tam tamına 700Rs gibi bir param birikmişti. Bu para ile, elbiseler diktireceğimi ve diğer giysilere harcama yapacağımı, büyük bir gurur ve övünç ile Shri Mataji’ye anlatmıştım. Nagpur’a dönmeden 2 gün önce, bu işlere harcamak için biriktirmiş olduğum 700 Rs’yi Shri Mataji acilen ihtiyacı olduğunu söyleyerek istedi. Ona, paranın hiçbir zaman geri dönmeyeceğini de düşünerekten, pek de istekli olmadan bu parayı verdim. Ertesi gün, elbise alımları ile ilgili yapmış olduğum tüm planlar bozulmuş halde moral çöküntüsü içinde oturuyordum ki Shri Mataji 2 büyük kutu ile odama girdi ve benim neler aldığını tahmin edip edemeyeceğimi sordu. Çok şaşırmış ve aklım karışmıştı, bu anda bilinmeyen bir denklem çözemeyeceğimi hissettiğimden, ona kendi evi için bir şeyler almış olabileceğini söyleyerek, baştan savma cevap verdim. O da, benim müstakbel evim için bir şeyler aldığını söyledi. Shri Mataji paketleri açmaya başladığında kutulardan bir sürü paslanmaz çelik eşyalar çıkıyordu. Bana komple bir yemek takımı seti almıştı. Bu sette 6 tane tabak (thali), 12 tane kase (katori), 6 tane bardak ve bir sürü mutfak gereçleri bulunuyordu. Ayrıca büyük ve küçük kaşıklar vardı. Ve tüm bunlar için 590 Rs. harcamıştı. Elbiselere ve giyime para harcamanın çok elzem bir şey olmadığını, ancak doğru dürüst paslanmaz çelik yemek takımının çok daha önemli olduğunu vurguladı. O ayrıca, benim şimdi bir aile lideri olduğumu ve bu tür ihtiyaçları ailemin ihtiyaçlarına göre yapmam gerektiğini de vurguladı. Ve bana 110 Rs’yi iade etti. Gözlerim minnetle yaşarmıştı. Ve bu olaydan 37 sene sonrası olan günümüzde bile, hala aynı yemek takımı ile yemek yediğimi büyük bir gururla söyleyebiliyorum. Bu onun ileri görüşlülüğünün ve bilgeliğinin göstergesidir.

Bölüm 7: 1963 Den 1970 E

Nihayet Kumud ile 16 Ekim 1963 tarihinde Pune’de evlendim. Nihayet diyorum çünkü nişanım ve evliliğim arasında epey bir olay oldu. Bunlardan bazılarını size aşağıda anlatıyorum.

Erkek kardeşim, Mr. Jain ile bana yeni bir şirketti ortaklık teklif etti. Staj yaparken Mr. Jain benim üstümde idi ama 1962 senesinin Mayıs ayında finallere benimle girdi. Jain ile beraber 5000 Rial’e kullanılmış bir araba aldık. Hernekadar arabanın sahibi ikimiz olsak bile, Jain araba kullanmasını bilmediği için araba genelde bende kalıyordu. Ancak benzin depolama zamanı geldiği zaman araba Jain’e gidiyordu. Arkadaşlar zaten dalga geçmeye başladılar çünkü ne zaman Jain’in evinin önünde arabayı görseler benzin depolamak için geldiğini biliyorlardı.

Shri Mataji benim daha önce evlenmemi istedi ama N.K.P istemiyordu. Bu konuda münakaşa ederken N.K.P bana Shri Mataji Nagpur’da iken ofise gelmememi söyledi. Shri Mataji tabi ki bende kalıyordu. Bu olay N.K.P ile olan içimde kendimi güvensiz hissetmeme neden oldu ve evlendikten sonra şirkettin ayrılmaya karar verdim.

Düğün Pune’de yapılacaktı fakat kalacak yerimiz yoktu (düğünün, şu anda Prathistan’daki evin sahibi olan Shri Mataji arkadaşlarında kalmak zorunda kaldı). Bir arkadaşımız sayesinde, epey bir çaba gösterip insanları ikna ettikten sonra, 3 gün için bir okulu kiraladık. Önceden de söylediğim gibi, düğünüm Diwali (ışık ve neşe bayramı) zamanı olan16 Ekim 1963 tarihi için planlanmıştı, dolayısıyla Pune’nin her köşesine ışık yakılmıştı.

Düğün Hıristiyan geleneklerine göre Pune’de St. Andrews kilisesinde yapıldı. Bütün düğünlerde yaşanan kargaşa burada da yaşandı. Trenin Pune’ye 15 Ekim sabahı varması bekleniyordu fakat 12, 14 saat rötar yaptı. Bu yüzden 15 akşamı için planlanan Haldi törenine yetişemeyecektim (Hindistan’da kına ilk olarak damada sürülür ve geri kalanı da geline). O yüzden yarı yolda tren değiştirmek ve rezerve edilmemiş kompartımanlarda seyahat etmek zorunda kaldık. Bir şekilde, 1ci mevkii bir kompartımanın ara bölümünde giderek 15 akşamı Pune’ye yetiştim. Beni karşılamaya gelen kayınpederim benim 1ci mevkide seyahat ettiğimi zannetti. Halbuki benim elimde 2ci mevkii bir bilet vardı ve 1c mevkii kompartımanın ara bölümünde seyahat etmek zorunda kalmıştım. Aynı kilisede aynı gün iki tane düğün yapılacaktı. Benimki ikincisi olacaktı fakat ilk tören biraz uzun sürdü. O yüzden beklemek zorunda kaldık, gelin bile bekledi. Benim takmam gereken evlilik yüzüşü zamanında yetişemedi, o nedenle zaten takmakta olduğum bir yüzük evlilik yüzüşünün yerine geçti. Tebrik konuşmasında konuşmacı rahip Luther sadece damat hakkında konuştu ve tamamıyla gelini ve ailesini unuttu. Ben cevap vermek için ayağa kalktığımda Sir C.P.’nin Kalpana ve Sadhana’nın düğünden biraz evvel geldiklerini çünkü seyahat ettikleri arabanın Bombay Pune yolunda bozulduğunu söyledim. Tabi ki Shri Mataji biz varmadan bile Pune’ye gelmişti.

Düğünden sonra bir davet yapıldı ve arkasından da akşam yemeği. Pune’de bir gün daha kaldıktan sonra karımla beraber Bombay’a döndük, asıl hedefimiz Nagpur’a gitmekti. Balayı yapmayı düşünemiyordum çünkü bu benim olmayan paramı harcamak demekti. Maaşımdan ve ortaklık gelirimden biriktirdiğim paranın çoğunu bana verilen 2 odalı ve balkonlu evimi 5 odalı bir eve çevirmek için harcadım. Balkonu mutfak ve misafir odasına çevirdim ve kaldığım büyük salonu da oturma odası ve yatak odasına çevirdim. O yüzden Nagpur’a dönmeye karar verdim fakat Shri Mataji’nin başka planları vardı. Bizim için üç gün boyunca Matheran’da (Bombay’a yakın bir dağ merkezinde) bir otelde yer ayırtmıştı. O yüzden Kumud’la beraber Matheran’a gittik fakat ikimiz de hastalandık. O damak tadına uymayan yemekten hastalandı ve ben de klimadan. O yüzden ikimiz için de bu, balayından çok çile oldu. Nihayet Nagpur’a döndük ve rutin hayatıma döndüm. Eşimin bir an evvel ailemin tüm fertleriyle tanışmasını istiyordum, o nedenle N.K.P’den karımı kendi karısına tanıştırmasını rica ettim. Kendine has sebeblerden dolayı bunu red etti ve ben de ondan ayrılma kararını aldım. Az zaman sonra Kumud hamile kaldı ve 4 Kasım 1964 tarihinde, yine bir Diwali gününde, Tanrı bize bir oğlan çocuğu verdi. Oğlumuza manası sembol olan Prateek adını verdik, onu herkes Raju diye çağırır.

1965 senesinin Temmuz ayında Hindistan Havayolları ile bir iş görüşmesi yaptım fakat Eylül ayına kadar onlardan bir haber alamadım. O nedenle beni geri çevirdiklerini sandım. Fakat 1965 senesinin Eylül ayında Hindistan Havayolları benimle temas kurdu ve Muhasebe Müdür Yardımcısı olarak bir an evvel göreve bağlamam istendi. Hindistan Havayollarının beni seçmesi sadece benim çabalarımdan kaynaklanmıyordu. Sir C.P, Shri Mataji’nin ısrarları ile Genel Müdür Mr. Lal’ı aramıştı.

Jawaharlal Nehru’nun ölümünden sonra Sir C.P Delhi’ye doğru kaymaya başladı, Shri Lal Badhur Shastri Başbakan olmuştu ve Sir C.P onun Özel Kalemi. O zaman Pakistan Hindistan’a savaş açmıştı ve o nedenle Sir C.P eve hep geç dönüyordu. Ben Shri Mataji ve Sir C.P’nin kutsamasını almak için Delhi’ye gittim ve 6 Aralık 1965 tarihinde Hindistan Havayollarına girdim. Bu benim için önemli bir karardı çünkü annemi Nagpur’da bırakacaktım. Fakat mesleğim ve anneme karşı olan sorumluluklarım arasında bir seçim yapmam gerecekti. Bu nedenle Bombay’de düzgün bir ev bulur bulmaz annemi oraya getirmeye karar verdim.

1966 senesinin Haziran ayında Rupi dolara karşı değer kaybetti ve bu Hindistan Havayollarının bilet kesimlerinde ve yurtiçi uçuşlarında sorun yaratmaya başlattı. Ben işimde yeni olmama rağmen diğer havayolları ile olan, bilhassa devalüasyondan evvel Hindistan Rupisi ile ödenen ve uçuş tarihi devalüasyondan sonra olan biletlerin muhasebeleştirlimelerinde sorunlar yaşayacağımızı hissettim. Bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Diyelim ki Bombay-Londra-New York uçuşu bileti Hindistan Havayollarından alındı. Bombay-Londra Hindistan Havayolları ile uçuldu ve Londra-New York ise American Havayolları ile. Diyelim ki tüm uçuşun bedeli 300$ idi ve bu devalüasyondan evvel olan Rupi değerinden alındı, o zaman $ kuru 3.45 Rupi idi. Farzedelim yolcu Londra-New York uçuşunu 6 Haziran’dan sonra gerçekleştirdi. Havayolları kurallarına göre bu uçuşun ödemesi dolar ile yapılır fakat dolar 7 Rupi olmuştu. Dolara karşı kayıp 3.55 Rupi idi ve bunu Hindistan Havayolları karşılayacaktı. Ben kuralları yazan kitapları okudum, geceleri ofiste kalıp bunları inceledim ve 9 Haziran tarihinde müdürüme, Mr. Balaporia’ya detaylı bir rapor hazırladım. Yeni olduğum için ve bu pozisyonun zaten başında benim için açılmadığını bildiğinden dolayı müdürüm ço sinirlendi ve benim o raporun yazıldığı kağıt kadar değerimin olmadığını söyledi. Ben çok üzüldüm ve odadan çıkarken raporu Mr. Balaporia’nın masasında unuttum. Çok sinirli bir şekilde eve döndüm ve yakında Hindistan Havayollarındaki içimden istifa edeceğimi karıma söyledin. O beni yatıştırdı.

Ertesi gün ofise gittiğimde biri Mr. Balaporia’nın hemen beni görmek istediğini söyledi. Yeniden bana bağıracağını düşünerek onun ofisine gittim. İlk olarak bana o raporun kimin yazdığını sordu, titreyerek kendimin yazdığını söyledim ve tam özür dileyecektim ki devalüasyondan tam 3 gün sonra, işte bu kadar yeni olan biri tarafından bu kadar açıklayıcı bir rapor yazabileceğime inanmadığını söyledi. Beni tebrik etti ve dünyadaki tüm havayolları için bu tür bir ‘yapılması gerekenler’ talimatları yazmamı ve heryere teleks göndermemi istedi. Bunun için özel bir dosya açmama izin verdi. Bu dosya H.P. Salve Devalüasyon Dosyası olarak bilindi. Bu benim Hindistan Havayollarında son derece başarılı olan mesleğimin başlangıcı oldu.

Benim Brüksel’e gitmem önerildi fakat Brüksel’de hizmetçi olmadığından ve Kumud yemek pişirirken benim bulaşık yıkamamdan hoşlanmayacağını söyledi. Biz’de Tahran’ı seçtik (İran’ın başkenti). 5 Mayıs 1966 senesinde Beyrut üzerinden Tahran’a gittik.

Havaalanı müdürü, Mr. Theophilis beni karşıladı ve eve giderken yolda bana tahsis edilen apartmanı sordum. O güzel fakat küçük olduğunu söyledi. Bombay’deki 1 odalı apartmanımdan sonra ondan daha ufak bir apartman bekliyordum. Fakat apartmanı gördlarımde hem büyük, hemde 3 tane yatak odası olduğunu gördüm. İçinde her türlü konfor vardı, buzdolabı, televizyon, mutfak araç gereçleri, çarşaf, havlu, çamaşır makinası vs. Apartmanı görünce çok şaşırdım. Hemde klima vardı ve kendimi cennette zanettim. Hemen oturup karıma mektup yazdım ve apartmanı anlattım. 3cü katta idi ve müdürüm Mr. Kaul aynı binada benim bir üst katımda karısı Katy ve iki çocuğu ile oturuyordu. Katy enteresan, çok neşeli idi fakat Mr. Kaul iyi bir insan olmasına rağmen son derece disiplinli idi.

6 Haziran 1966 tarihinde İsrail ve Mısır arasında savaş patlak verdi ve etkilenmeyen Tahran dışında Orta Doğudaki tüm havayolları kapatıldı. Birçok personel Tahran’a geliyordu veya transit geçiyordu. Genel Merkez personele uçuş için harcirah verilmesini öneriyordu. Bazen garip zamanlarda benim de uçuşlara katılmam gerekiyordu ve bu çok yorucu bir işti. Nihayet üç hafta sonra savaş sona erdi ve müdürüm gidip ailemi getirmem için bana izin verdi. Annemi de yanımda götürmek çok istiyordum ama o son günlerini babamın mezarına yakın biryerde geçirmek istediğini söyledi.

Tahran’da yaşamım çok rahat ve lüks idi. şşim gayet rahattı. Bir sekreterim ve bir asistanım vardı ve onlar rutin işlere bakıyordu. Ben de boş olan vakitlerimde Hindistan Havayollarının reklamını yapıyordum. Arkadaş çevrem daha çok Hintli ve Amerikalı idi. Nerdeyse her akşam kokteyl olurdu ve ben bilhassa amerikalılar arasında çok seviliyordum. Az zaman sonra bir araba aldım, küçük bir alman malı DKW ve araba küçük olmasına rağmen onunla çok övünüyordum. Her kış annemi görmek için Nagpur’a gidiyorduk. Müdürüm o kadar iyiydiki Nagpur’daki aileme hediye olarak elektronik eşya gibi şeyler almam için Hong Kong veya Kuveyte uçmamı sağlıyordu. Hatırlıyorum anneme bir kol saati almıştım ve onu her zaman gururla taktı.

1969 senesinde Kalpana Prabhat Shrivastav ile evlendi. Düğün töreni Ekim ayında Bombay’da yapıldı. Aynı sene 24 Ağustos 1969 tarihinde benim bir oğlum daha oldu. Ona Milind adını verdik, herkes onu Bunty diye çağırıyor. Kalpana’nın düğününe neredeyse 50 kilo İran fıstığı getirdiğimi hatırlıyorum, çünkü fıstık İran’da oldukça ucuz idi. Düğün çok güzel oldu, Bombay’ın en önemli insanları katıldı ve yeni çifti tebrik etti. Kalpana’nın düğünü hakkında enteresan bir hikaye var. Hint geleneklerine göre düğün yerinde dansçılar kutsal bir dans yapar ve şarkılar söylerler. Bu geleneğe göre yine dansçılar geldi ve Sir C.P hazırlanmış ve yukarıda klimalı bir odada oturuyordu, Shri Mataji’yi müziği dinlemesi için bırakmıştı. Shri Mataji bir plan yaptı ve dansçıları Sir C.P.’nin bulunduğu yere yönlendirdi, onlara yukarıda uzun boylu bir bey oturuyor, gelinin babası ve sizin ona dans edip şarkı söylemenizden çok memnun olacak dedi. Aşağı yukarı 12 tane dansçı Sir C.P.’nin bulunduğu yere gitti. Sir C.P arkadaşları ile düğün töreninin akış planını konuşuyordu. O kadar çok dansçıyı görünce onlara bağırmaya başladı ama onlar hiç oralı olmadılar ve şarkılarını dinlemesi için direttiler. Nihayet Sir C.P Shri Mataji’yi çağırdı fakat Shri Mataji tabi ki özellikle ortalarda yoktu. En sonunda dansçılardan kurtulmak için Sir C.P onlara para dağıttı, hem gitmeleri için hem de şarkı söylememeleri için. Shri Mataji’yi gördüğünde Shri Mataji bazen onunda şarkıları dinlemesi gerektiğini ve her şeyi ona bırakmamasını söyledi.

Kalpana’nın düğünü bayram gibi oldu. Shri Mataji Luknov’dan aşçılar getirtmişti ve harika yemekler hazırlanmıştı. Aynı aşçılar Shri Mataji’nin evinin açılığı için de yemekleri hazırlamışlardı. Shri Mataji’nin iyi ve sevgi dolu kişiliğine hayrandılar. Shri Mataji Kalpana’nın düğününe onları davet edince hemen geleceklerini bildiren bir telgraf gönderdiler ve Bombay tren istasyonundan bir kamyon ile karşılanmak istediler. Yanlarında çok büyük yemek pişirme araç gereçleri vardı, mesela sapları son derece uzun olan kaşıklar. Yemek harika idi. Bir başka akraba kendinin yetiştirdiği 200 tane tavuk getirdi. Akşamları Hindistan’ın önde gelen müzisyenleri tarafından konserler oluyordu. Birçok müzisyen gösterilerden para almadı. Bütün gece müzik devam ediyordu. İşte o bu kadar çok seviliyordu. Her tarafta harika kokulu tütsüler vardı. Tütsüleri getirenler Chandrapur’a yakın bir köyden gelmişlerdi. Shri Mataji’nin onların köyünde bir sağlık ocağı yaptığını söylediler. Sonra öğrendim ki Shri Mataji onlar için para toplamış.

O sessizce birçok sosyal hizmet yapardı. Bir kere “Kör Dostları” adında bir derneğin başkanı oldu. Onun adına epey para toplanmıştı ve şimdi Bombay’da çok güzel bir bina var, orda körler masaj yapıyor ve gayet iyi para kazanıyorlar. Meerutta göçmenler ve de sakatlar için birer ev yaptırdı. Ayrıca cüzamlılar içinde çok büyük bir ev yaptırıyordu. Shri Mataji genelde insanların sosyal pozisyonları için yardım işleri yaptığını biliyordu, veya para kazanmak ve insanları kendi dinlerine geçirmek için fakat her zaman sosyal yardım yapanların sadece sevgiden ve şefkatten bunu yapmaları gerektiğini söylerdi.

Birkaç zaman sonra Kalpana hamile kaldı ve küçük bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Çocuğun kalbinde delik vardı ve Bombay’daki doktorlar Shri Mataji’ye Houston’a gitmesini ve bebeğin orda kalp ameliyatı geçirmesini önerdiler. Bana Tahran’a teleks gönderdi ve onlarla New York’a gitmemi istedi. Fakat teleks geç geldi ve New York’a geldiğimde Shri Mataji Houston’a gitmişti ve bebek ameliyatta öldü., meşhur bir kalp uzmanı olan Doktor Denton Coolie ameliyatı gerçekleştirmişti. Bütün bunlar ben New York’a varmadan olmuş ve Shri Mataji Hindistan’a dönmüş. Dolayısıyla bende döndüm.

1970 senesinin Ekim ayında annem ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Ben İran’dan çıkamıyordum çünkü pasaportum bizde çalışan biri tarafından karıştırılmıştı ve Hindistan havayolları tarafından o kişiye açılan davada benim pasaportum delil olarak kullanılıyordu. Shri Mataji Houston’dan döndüğünün ertesi günü annemi görmeye gitti. Annemin neşesi gayet iyi idi. Shri Mataji’ye babasının onun neyi bulmasını istediğini öğrenip öğrenmediğini sordu. Shri Mataji ona toplu olarak insanlara aydınlanma verebilmeyi keşfettiğini söyledi. 11 Ekim 1970 tarihinde annem Nagpur’da vefat etti. Ne yazık ki öldüğü zaman onun baş ucunda olamadım. Benim için bu çok büyük bir kayıptı ve onu Tahran’a ve İsa’nın doğum yeri olan Kudüs’e götürmeyi çok istemiştim.
Tam annemin ölüm haberinin şokunu atlatıyorum ki Bombay’dan bir mesaj aldım, Shri Mataji Hindistan Havayollarının Paris’e yapılan ilk seferine davetli idi ve sonra beni görmeye Tahran’a gelecekti. Çok sevindim. Hemen müdürüm Mr. Joglekar’a çok özel bir kişinin beni görmeye geleceğini onun için izin talep ettiğimi söyledim. Shri Mataji’yi havaalanında gördüğümde yanında bavulu yoktu. Bana gülümsedi ve bavullarının kaybolduğunu fakat bulunacaklarından emin olduğunu söyledi. Ben havayolunda çalıştığım için bu işe epey sinirlendim ve hemen her yere mesaj çekmeye başladım. Nihayet bavullar üç gün sonra bize ulaştı. Bu arada Shri Mataji Kumud’un kıyafetlerini giydi. Onun bavullarının kaybolmasındaki bu umursamaz tavrı beni şaşırttı fakat o her zaman olaylara seyirci kalabilen huzurlu bir kişiydi. Ben henüz ondaki bu yeni değişimin farkında değildim. Aynı sene 5 Mayıs tarihinde Shri Mataji’nin gerçek kimliğini gösterdiğini tamamıyla unutmuştum. Bunun neticesinde ona Tahran’ı gezdirirken, güzel bahçeleri, sarayları, mücevherleri ve halıları gösterirken normal bir şekilde reaksiyon vermedi. Bana mücevherlerin ve sarayların onun hiç ilgisini çekmediğini ve doğada olmak istediğini söyledi.

Onu Shiraz’da Persepoulis harabelerine götürdüğümde o kadar şaşırdım ki çünkü harabeyi görür görmez bu Amravati dedi. Amravati’nin Nagpur’un 150 km batısında yer alan ufak bir şehir olduğunu bildiğimden Shri Mataji’nin aklını oynattığını zannettim. Ona burasının Amravati olamayacağını söyledim. Benim anladığım Amravati’den bahsetmediğini, Lord Indra’nın kraliyetini kastettiğini söyledi. Orda görülen harabe aslında bir zamanlar Büyük Cyrus’un sarayı imiş. Bu sarayın sekiz tane sütunu varmış ve her bir sütunun altında Kralın adamlarının oturduğu bir sandalye bulunurmuş. Burada Kral kendisine iletilen davaların kararını verirmiş. Hernekadar harabelerden bu kesinlikle anlaşılmasa bile Shri Mataji sarayın binasının yapısını detayıyla anlattı, tahtın ve sandalyelerin olduğu yerleri gösterdi. Bunun tamamıyla Amravati olarak bilinen Indra’nın kraliyetinin bir kopyası olduğunu söyledi. Benim şaşkınlığımı görünce rehberle bunun onayını almaya karar verdik. Tereddüt ederek rehbere gittim ve kız kardeşimin garip bir hisse kapıldığını anlatmaya başladım. Rehber beni duyar duymaz şaşkınlıkla kardeşimin bir arkeoloji birliğinin üyesi olup olmadığını sordu. Onun söylediği her kelimenin doğru, sarayın yapısının 100% anlattığı şekilde olduğunu söyledi ve Shri Mataji’yi tanımak istediğini söyledi. Ben son derece şok içindeydim herhalde bunu Shri Mataji’nin bir kitapta okuduğunu zannettim. Kesinlikle bu bilgiyi vibrasyonları hissederek aldığı aklıma gelmedi. Bizimle tura katılan ve Tokyo’dan gelen kişinin bir Hintli akrabası olduğunu söyleyince daha da şaşırdım. Ben o kişiyle Tokyo’da kalmıştım ve karısını, annesini ve babasını tanımıştım ve onlar 100% Japon idi ve onun kanında Hint kanı olmadığına kesinlikle emindim. Shri Mataji ısrarla bunu tekrarlayınca onun yanlış olduğunu kanıtlamak için o kişiyi yana çektim ve Hint kanı olup olmadığı sordum. Görünüşü Japon’du onun için bu sorunun sorulması saçma idi, o yüzden ona Japon olduğunu bildiğimi fakat kız kardeşimin Hint kanı olduğunu ısrar etmesi üzerine bu soruyu sorduğumu söyledim. Shri Mataji doğru idi. Onun gerçek annesi Hintli imiş ve benim Japonya’da tanığım kadın ise üvey annesi imiş. Bir günde iki hadise, ve her ikisi de akıl ve mantığın ötesinde, bu beni çok şaşırttı. Gerek onun bavulunun kayboluşunda gösterdiği maddi şeylere karşı olan ilgisizliği, ve olaya seyirci kalığı, gerekse bu iki olay bana onun gerçekten değiştiğini gösterdi. Bu değişimin nedenini ve kaynağını öğrenmek için can atıyordum.

O akşam Shiraz’ın muhteşem bahçesinde oturup kahvemizi yudumlarken ona yakın geçmişte bir değişim geçirip geçirmediğini sordum.

Bölüm 8: 1970 Yılından 1986 Yılına Dek, Shri Mataji’nin Vahiyi

Soruma yanıt olarak bana milyon dolarlık gülümsemesini gösterdi ve bana Kendisinin ruhani yaşamından bahsetmek istemiş olduğunu ama benim çok fazla meşgul olduğumu ve dünyevî hayatıma fazlasıyla dalıp gittiğimi ve bu yüzden de şu ana kadar bu soruyu sorduğumda hiç bu konuyu açmadığını söyledi.  Onun ruhani hayatı ile ilgili merakım o kadar güçlüydü ki, bununla ilgili her şeyi anlatması için Ona ısrar ettim, özellikle de Kalpana’nın evliliğinden itibaren. Bana anlattıkları aşağıdadır.

Çocukluğundan beri, insanoğlunu dünyevi ve maddi alışkanlıklarının köleliğinden kurtarmanın bir yolunu bulmaya çalıştığını söyledi. Bu yüzden, Vivek Anand, Ram Krishna Paramhauns’un kitaplarını okumuş ve Chinmay Anand ve başka tanınmış ruhani liderlerin konuşma ve vaazlarına katılmış. Hepsinin tüm konuşmaları ve vaazları akıl düzeyindeymiş ve bu akli akrobasi insanlığın kurtuluşunu sağlamıyormuş. Bu konuşmalar sadece Onun, ruhani  denen bu liderlerin insanların kurtuluşunu sağlayacağından şüphe duymasına yol açmış. Ruhani dene bu liderlerin yanlış yönlendiren konumlarından dolayı son derece rahatsız olmuş. Bir soru sürekli onu meşgul ediyormuş, o da ruhani liderlerin kendilerinin aydınlanmış mı olduğu yoksa durum  körün körü bir hiçliğe götürmesi  mi olduğuydu. Aydınlanma demekle kastettiği şey, kişinin içsel varlığının aydınlanmasıydı. Nutuklar ve vaazlar içsel varlığı aydınlatıyorlar mıydı? Yanıtını bulamadığı bir başka soru ise, Tanrı adamı olduğu iddia edilen kişinin kolay kanan, bir başka değişle cahil insanlara kurtuluşları dedikleri yolu gösterme yetkilerine sahip miydiler ve eğer öyleyse, bu yetkiyi nereden almışlardı? Shri Mataji içinde bu yetkini olduğunu biliyordu ve bu tanrısal gücü açığa çıkarmaya karar vermesi bir an meselesiydi. Özellikle de, kutsal kitaplar hakkında derin bilgiye sahipmiş gibi yapıp basit insanlara büyü yapan veya etraflarında bir ağ ören ruhani liderleri eleştiriyordu. Soru şuydu; bilgi aydınlanmış bir bilgi miydi yoksa kutsal kitapların veya kutsal kitapların yanlış yorumlarının bir röprodüksiyonu muydu?

Shri Mataji daha sonraları, çocukluğundan beri içinde kitlesel bir değişim uygulayarak insanlık için iyilik yapmak arzusu taşımış olduğunu söyledi. Bununla birlikte, öğrenimine, ülkesine olan görevleri ve bir eş, anne olarak üstlendiği görevler yüzünden kendini ortaya çıkarmayı ertelemek zorunda kalmıştı. İçindeki enerjinin, insanoğlunun içindeki aydınlanmayı sağlayacak ışığı yakacağından tamamen emindi. Aynı zamanda, Onun enerjisiyle bir insan aydınlanma aldığı zaman, tıpkı bir mumun başka bir mumu yakması gibi, o kişinin de bir başkasını aydınlatabileceğinden emindi.

1970 Mayısında, Gujarat Eyaleti’nde, Nargol’da Achrya Rajneesh tarafından bir seminer (shibir) organize edilmişti. Öncelikle, Rajneesh’in semineri nasıl idare ettiğini görmek için Shri Mataji de Nargol’a gitti. Beklediği gibi, tüm seyircileri ustaca hipnoz ediyor ve böylece onun elinde artık bir insan değil, sadece bir oyuncak haline geliyorlardı. Tüm bunları bir namyan ağacının altında otururken gördü. Arayışiçinde olan masum insanlara yapılan bu kötü yönlendirmeyi daha fazla hoş göremedi. Aslında, ortaya çıkmak için zamanın yeterince olgunlaştığını işte o anda hissetti. 4 Mayıs 1970 gecesi, seminerden uzakta, ıssız bir yere gitti ve yüzü gökyüzünün doğusuna ve sırtı denize dönük olarak meditasyona oturdu. Hemen hemen tüm gece meditasyon yaptı ve güneş doğuda belirdiği zaman, içinde çok güçlü bir deneyim yaşadı.

Başının, Sahasrara’sının birden açıldığını ve yuvarlak biçimli bir çiçeğin, tıpkı bir lotus gibi ortaya çıktığını ve çıktığı zaman yapraklarını açtığını ve lotusun içinde 1000 tane yanan lamba olduğunu hissetti. Ateş oradaydı ama çok yumuşak ve nazikti ve acıtmıyordu. Ateş titreşmiyordu ve gökyüzünü işaret eden bir ışığı Sahasrara’nın ötesine yolladı. Birden lotus kayboldu ve yerine 1000 tane taçyaprağı olan başka bir çiçek geçti. Taçyaprakları kolaylıkla sayabiliyordu. Bu çiçek baştanbaşa tüm bedeninden serin vibrasyonlar yolluyordu. Kundalini’sinin de yükseldiğini, Sahasrara’yı delip geçtiğini ve çiçek tarafından yayılan serin vibrasyonlara karıştığını hissetti. Serin vibrasyonlardan dolayı, çiçeğin taçyaprakları uçuşmaya başladı ve vibrasyonların akıntısı devamlı ve aralıksızdı. Akıntıya karşı hiçbir kontrolünün olmadığını ve sürekli olarak devam edeceğini biliyordu. Mayıs ayı çok sıcaktı ve Shri Mataji deniz kenarında olduğu için nem de vardı ama içinde çok serin hissediyordu. Bin taçyapraklı çiçek kayboldu ve bin lambalı olan yeniden belirdi. Bu sefer lambaların ateşinde bir kaynaşma yoktu ve Sahasrara’ya bir ışık demeti veya bir ışın gibi nüfuz etti ve buna rağmen, serin vibrasyonlar Onun Sahasrara’sından akıyorlar ve ışını ne rahatsız ediyorlar ne de titretiyorlardı. Işın gökyüzünü işaret ediyordu ve güneş ışığına rağmen görünebiliyordu. Kendisinden bir sürü enerjinin aktığını ama bunun Kendisinde hiçbir güçsüzlük yaratmadığını hissetti. Enerjinin bu uzun süreli akışı aslında son derece canlandırıcı bir deneyimdi. Bu olay karşısında Kendini neşe dolu ve mutlu hissetti. Gözleri parlıyordu ve güneşe doğrudan baktığı zaman insanların normalde rahatsız olduğu geçici körlük olmaksızın güneşin içini görebiliyordu. Shri Mataji o zaman, ortaya çıktığını ve enerjinin içinden Lütufla dolu olarak aktığını, bu enerji sayesinde insanlığı kurtarması gerektiğini anladı, bunun Paramchaitanya (Saf Vibrasyonlar) olduğunu ve Kendisinin bu enerjinin kaynağı, yani Adi Shakti (Ölümsüz Enerji) olduğunu anladı.

Shri Mataji ortaya çıktığını biliyordu ve aynı zamanda Acharya Rajneess tarafından yönetilen seminerin insanları yanlış yönlendirdiğinin de farkındaydı. Böylece, seminer yerini terk etti ve Bombay’a geri döndü. Yolda, insanlara ortaya çıktığını nasıl anlatacağını düşünüp durdu. Kendi insanları, kocası, çocukları ve diğer akrabaları Ona inanacaklar mıydı? Değil Adi Shakti olarak ortaya çıkmış olma gücü, akrabalarının, annelerinin, karısının, kız kardeşinin veya teyzesinin Onun bu ruhani niteliğe sahip olduğunu bile kabul etme yetersizliğinden dolayı kimsenin  inanmayacağını biliyordu. Bunun üzerine Kendi Kendine, kimseyle konuşmamanın onun yerine Kendi Gerçek Ben’ini göstereceği uygun fırsatı beklemenin daha iyi olacağını söyledi. Ruhani ulaşımından bahsederse kimsenin Ona inanmayacağını biliyordu. Hatta, tabiri caizse, böylesi gösterişli bir haktan dolayı Ona gülerlerdi bile. Bunun da ötesinde, Shri Mataji sözlerinden çok çalışmasının Onun için konuşması gerektiğine içten inanırdı. Bugün bile, Onun kişisel başarıları söz konusu olduğunda, yaptıkları için konuşan tek şey çalışmalarıdır. Bugün bile, bir kişi iyileştirilirse, iyileştirenin, o da ısrar edildiği için, Paramchaitanya olduğunu söyler. Sadece bir kere, hatırlıyorum, o da Sahaja Yogilerin ısrar etmesi sonucu, Adi Shakti olduğunu söylemiştir. Onun bu özelliği beni bugün bile müthiş etkiler.

Böylece eve döndü ve sessizce çocuklarının ve kocasının bakımının günlük angaryalarını yerine getirmeye devam etti. Onu anlamış ve kim olduğunu bilmiş olan tek kişinin, Ona bir keresinde, sadece kitlesel aydınlanma verebildiği zaman ortaya çıkması gerektiğini söylemiş olan babamızdı. Bana o zamanlarda babamı çok özlediğini söylemişti. Kendi ortaya çıkışını müjdelemekten ziyaden, Onun en ivedi ihtiyacı birinin Onu tanımasıydı.

Kısa bir zamanda, Adi Shakti olarak olmasa da, ruhani bir şifacı olarak kimliğinin kabul edilmesi fırsatı ayağına geldi. Sir C.P.’nin uzak bir akrabası karısı ile birlikte Onun evine geldi. Sir C.P. ve Shri Mataji’den yaşça büyük oldukları için, Shri Mataji, bir saygı ifadesi olarak,  sarisiyle başını örttü (ghunghat) ve çiftin ayaklarına dokunmak istedi (büyüklerin ayaklarına kutsamalarını almak için dokunmak bir Hindu geleneğidir). Bununla birlikte, akraba Shri Mataji’nin ayaklarına dokunmasına hemen karşı çıktı çünkü Shri Mataji, rüyasında bir Tanrıça olarak görünmüş ve hiç ilaç olmaksızın karısını iyileştirebileceği konusunda ona güvence vermişti. Shri Mataji’ye, Kendisinin Devi (Tanrıça) olduğunu ve kendilerinin Onun ayaklarına dokunmaları gerektiğini söyledi.

Hastayı iyileştirmek maalesef hastanın Onun ruhani enerjisine değil de Şahsına karşı son derece derin bir inanç duymasına bağlıydı. Kişinin kendi annesini veya eşini ruhani bir enerji olarak kabul etme kuşkuculuğu Shri Mataji’nin kızlarının, kocasının ve akrabalarının kabul etmesinin çok ötesindeydi. Bu olay, bununla beraber, Onun, en sonunda insanlığı Maya tarafından yaratılan aldanmacadan kurtaracağına sağlam ve içten inancını teşvik etti. Sevgi gücünün öylesine alt edici olduğunu biliyordu ki, önüne çıkan tüm engelleri aşabilirdi.

Aynı zamanda, insanlara ruhani olarak ulaşmak yerine, insanları iyileştirerek enerjisini göstermeliydi. Kanserli bir hastayı iyileştimesi haberi bazı tanıdıklarına, arkadaşlarına ve taraftarlarına ulaştı ve onlardan birkaçı fiziksel rahatsızlıkları için gelip Onu gördüler. Sadece bir hanım, Bayan Oak, Onu kendi Gurusu olarak kabul etti, ve Shri Mataji’nin verdiği tüm talimatları takip etmeye başladı. İşte Sahaja Yoga aktif olarak böyle başladı, 1970 yılının Temmuz ayında. Tahran’a geldiğinde 12 öğrencisi vardı, Chandubai Javeri, Raulbai ve diğerleri, içlerinden bazıları Ona sadece bir şifacı olarak bakıyorlardı, ama birkaçı Onu ruhani bir lider olarak görüyordu.

Benimle durmadan, tam üç saat konuştu. Konuşmaya başladığında alacakaranlıktı ve bitirdiğinde karanlıktı ve ikimiz de bu üç saatin nasıl geçtiğini farketmemiştik. Ruhani eğilimi olan bazı arkadaşlarıma aydınlanma vermek istediğini belirtti. Bunun üzerine, Tahran’a döndüğümde, birkaç arkadaşımı aradım ve Shri Mataji ile ertesi gün hem akşam yemeği hem ruhani bir toplantı ayarladım.

Benden Shri Mataji’yi duyan bazı arkadaşlarım Onun için çok büyük hayranlık beslemeye başladılar. Bunun sonucunda Onu eğlendirmeye karar verdiler. Tahran’daki tek eğlence yerleri gece kulüpleriydi dolayısıyla Onu bir gece kulübüne götürdük ve arkadaşlarım, misafirperverlikle Ona şampanya sundular. Gerçekten çok utanmıştım çünkü bu, arkadaşlarıma Shri Mataji’yi eğlendirirken içki içilmemesi veya sunulmaması konusunda kesin talimat vermiş olmama rağmen bu yapılmıştı. Shri Mataji besbelli bir şekilde geriçevirdi ama zor durumda olduğumu da anladı. Arkadaşlarımın içmesine aldırmadığını söyledi. Bana da şampanya sunacaklarından korkuyordum ama bir şekilde içlerindeki bilgelik uyandı. Bunun yerine karıma sundular, o da geri çevirdi. Burada söylemeliyim ki ben asla içen biri değildim ama hala Shri Mataji’nin önünde şampanya bile içmeyi hayal edemiyorum. Benim Ona olan saygım bu kadar çoktu işte.

Ertesi gün, yaklaşık 20 arkadaşım, bazıları karılarıyla hem akşam yemeği hem ruhani uyanış için evime geldiler. Hindistan Konsolosluğundan, Birleşmiş Milletler’den, seyahat acentalarında, gazeteden arkadaşlarım ve tabi ki patronum, hepsi geldiler ve yemekten sonra bir aydınlanma toplantısı yapıldı. O zamanlarda, Shri Mataji insanları aydınlanmadan önce yere yatırıyordu. Aydınlanma verirken Ona yakın duruyor ve tüm olayı dikkatle izliyordum. Birden, sandalağacı kokusu duydum. Koku o kadar güçlüydü ki, tüm oda sandalağacı kokusuyla dolmuştu. Shri Mataji’nin cüzdanında biraz sandalağacı getirmiş olduğundan şüphelendim ve Tahran’a sandalağacı getirmenin kesinlikle yasak olduğunu çok iyi biliyordum. Bu bağlamda, aydınlanma toplantısına gazeteden bazı kişilerin de katılmış olmasından, bazı yersiz şeylerin olabileceğinden korkan ben, Ona gittim ve yanından saldalağacı getirip getirmediğini fısıldayarak sordum. Shri Mataji kalpten bir kahkaha attı ve konuşmadan bana Dr. Divan’ı işaret etti, ve benden gidip onun başını koklamamı istedi. Aydınlanmasından sonra başka bir dünyada olan Dr. Divan başından çok güçlü sandalağacı kokusu yayıyordu. Başını kokladıktan sonra ismini kulağına fısıldadım, ama hiç tepki göstermedi. Bunun üzerine onu sarstım ve  sandalağacı kokusu olan bir yağ kullanıp kullanmadığını sordum. Bana, uzun zaman önce, saçlarını kaybetmeye başladığında, yağ kullanmayı bıraktığını söyledi ve içinden son derece serin hissettiği için, Shri Mataji’nin başının üzerine bazı serinletici etkiler koymuş olması gerektiğini belirtti. Shri Mataji’nin böyle bir mesafede oturup birinin vücuduna böylesi bir kokuyu nasıl aktarmış olduğu beni şaşkına çevirmişti.

Çok kötü  kireçlenmesi olduğu için koltuk değnekleriyle gelmiş olan Parsi bir hanım vardı. Aydınlanmasını aldıktan sonra koltuk değnekleri olmadan gitti ve ertesi gün onu araba kullanırken gördük.

Ertesi gün, Tahran’ın tüm ileri gelen İngiliz gazeteleri yukarıdaki olayı haber olarak yayınlamışlardı ve haberde anlatılanlara kendilerinin de şahit olduğunu yazmışlardı. Bu haberler pek çok kişi tarafından okundu ve birdenbire, pek çok telefon almaya başladım. Akşamleyin, pek çok kişi hasta akrabalarıyla beraber, evimin önünde kuyruk oluşturmuştu. Bir öğleden sonra, öğle yemeği için eve geldiğimde, binanın girişinde çok sayıda kişinin durmakta olduğunu gördüm. Sorduğumda, Shri Mataji’nin kutsamalarını almak için sıralarını beklediklerini ama öğle saati olduğu için eşimin onlara beklemelerini rica ettiğini söylediler. Onlara neden dışarıda beklediklerini sordum. Onlar da bana evimin sıralarını bekleyen ziyaretçilerle halihazırda dolu olduğunu söylediler. Eve geldiğimde, bir sürü insan gördüm, bazıları Hintli, bazıları Persli, bazıları Parsi ve bazıları da Lübnanlı ve İranlı Müslümanlardı ve hepsi Shri Mataji’nin öğle yemeğini bitirmesini bekliyorlardı. Onun popülaritesi o kadar artmıştı ki, ilk defa geldiğinde Onu kardeşim olarak tanıtırdım, gittiğinde ise artık ben Onun kardeşi olarak tanıtılıyordum.

Shri Mataji benimle yaklaşık sekiz gün kaldı ve biraz alışveriş de yaptıktan sonra Bombay’a geri döndü. O gittikten sonra bile, insanlar evime gelmeye ve Onun hakkında sormaya devam ettiler.

Onun Tahran’ı ziyareti beni kesinlikle sersem etmişti. Bir yandan, Onun insanları iyileştirme gücüne sahip olduğunu kendime itiraf etme arzusu duyuyordum ama aklım ve mantığım Onun bir insanı içten değiştirebileceğini itiraf etmeme izin vermiyordu. Aynı zamanda, Shri Mataji en çok sevdiğim insan olduğu için, eğer O bu imkansız görevi elde etmişse dünyanın en mutlu insanı olacağımı fazlasıyla hissediyordum. Bu gibi çelişkili duygular bende büyük karışıklık yaratmıştı ve bir şekilde, eninde sonunda Shri Mataji’nin uğraşının boşuna olduğunu fark edeceği ve  insanları değiştirme fikrinden vazgeçeceği sonucunu çıkardım.

1971 yılında, Sadhana evlendi ve hepimiz evlilik töreni için bir araya geldik. Sadhana’nın kocası Rommel, Bihar’ın toprak sahibi bir ailesinden geliyordu ve çok yüksek ruhani eğilimleri vardı. Evlilik her zamanki gibi büyük bir müzik festivali ve eğlence parkı oldu. Çok da zevkli geçmişti çünkü pek çok akraba törene katılmak için gelmişti.

O sırada ben halihazırda yurtdışı görevimin hemen hemen beş yılını geride bırakmıştım. Aslında üç yıl için yollanmıştım ama Beyrut’daki patronum ve bölge müdürü oradaki işimi bir üç yıl daha uzatmamı önermişlerdi. Bununla beraber, Hindistan Havayolları, Finans Departmanı’nın İşçi Derneği benim, Muhasebe Müdürleri içinde yurtdışına tek başına gönderilen tek kişi olduğum için büyük tantana yaptı. Sonunda, 1972’nin başında Bombay’a geri dönmek zorunda kaldım.

Bombay’a geldim ve Hindistan Havayollarının Pasif Borçlar (çalışanların maaşlarına ve diğer menfaatlerini gözeten) Departmanına dahil oldum. Hindistan Havayollarını dolandıra bir ajansla ilgili bazı problemleri çözmek için, 15 günlük kısa bir dönem için Tahran’a yollandım. Bombay’a döndüğümde, Shri Mataji bana Sir C.P.’nin merkez ofisi Londra’da olan Uluslararası Denizcilik İşbirliği Organizasyonu’na –bir Birleşmiş Milletler Kolu- Yönetici olarak atanmış olduğunu söyledi. Kendime ait bir evim olmadığı için, kız kardeşim Indu ile beraber kalıyordum. Şubat 1972’de Mridul’un en küçük kız kardeşi Jyoti, Batı Bengal’deki çay bahçelerinden birini müdürü olan Bay Kripa David ile evlendi. Evlilikten sonra Bombay’a geri döndük ve Nagpur’dayken ikinci el bir araba aldım – bir Herald – ve Bombay’a araba ile döndüm. Bir süre sonra Doğu Santa Cruz’da, ofisime yakın bir daire kiraladım ve en büyük oğlum Hindistan Havayolları tarafından işletilen bir okula kabul edildi.

Eylül 1972’de, Hindistan Hükümeti 20 Rupee’lik bir banknot üretti ve onlardan az sayıda olduğu için, özellikle de  maaş ödemelerinde kullanmak amacıyla Hindistan Havayollarına, bir kontenjan ayrılması bankacılara gittim. Bu kadar küçük bir şeyi üstlerime danışmadan bankacılara gittiğim için, Finans Müfettiş Vekili tarafından bir izahat yapmam için çağırıldım. Sadece Hindistan Havayolları için iyi bir şeyler yapmak amacıyla inisiyatif aldığım için Hindistan Havayollarının tüm bürokratik düzeninin bana karşı geldiğini görmek beni çok kırmıştı. ‘Üsttekilere’, yirmi Rupee’lik banknotlarla zaman kazanacağımızı, çünkü yirmilik banknotları saymanın onluk banknotları saymaktan daha az zaman aldığını anlattım. Patronum onun iznini almam konusunda inat etmeye devam edince, öfkem kontrolden çıktı ve ona inisiyatif sahibi çalışanlara değil onların emirleri altında çalışan kölelere ihtiyaçları olduğunu söyledim. Bu patronumu kızdırdı ve bana bağırmaya başladı. Buna çok öfkelendiğimden dolayı, eli kolu bağlı bir işçi olarak çalışacağıma istifa etmeyi tercih ettiğimi söyledim. Böyle diyerek son derece asi ve ilk fırsatta Hindistan Havayollarından ayrılmaya oldukça kararlı bir şekilde odasını terk ettim.

Sekreterim son derece duyarlı bir kızdı ve adı Jaya idi. Ona kızımmış gibi davranırdım. Çok duyarlı biriydi, bu nedenle benim öfkeli olduğumu hemen anladı. Ofisime geldi ve bana gün içinde yapılması gereken her şeyle kendisinin ilgileneceğini, benim sakinleşmem ve gazete okumam gerektiğini söyledi. Gazeteye göz gezdirirken, Modi Rubber’in – önde gelen bir dış lastik üreticisi- bir ilanı gözüme ilişti. Hindistan havayollarında kazandığımın iki katı bir maaşla Finans Müfettiş yardımcısı arıyorlardı. Hemen Jaya’yı aradım ve iş için müracaat etmek üzere bir başvuru hazırladım. Referans olarak Sir C.P. ve o sıralarda parlamento üyesi olan N.K.P. Salve’yi gösterdim.

Akşamleyin, patronum beni çağırdı ve sabah olanları unutmam gerektiğini ve onun yaşında bazı müsamahaların yapılması gerektiğini söyledi. Patronumla iyi arkadaş olduğumuz için, kötü bir rüya gibi geçen tüm olayı unutmaya hazırdım. Bununla birlikte başka bir yere iş başvurusunda bulunmuş olduğumu da unutup gittim. Bu olaydan yaklaşık bir hafta sonra, gazeteye göz gezdirirken, N.K.P.’nin Modi Rubber’in Yönetim Kurulunda olduğunu okudum. Anında başvurumu hatırladım ve N.K.P.’nin bu başvuru yüzünden başının ağrıyacağını düşündüm. Hemen N.K.P.’yi aradım ve ona tüm hikayeyi anlattım ve Modi Rubber’dekilere başvurumu kaile almamalarını söylemesini rica ettim.

1967 yılında, N.K.P.’nin Parlamentodaki Lok Sanha (Avam Kamarası)’na seçilmiş olduğunu söylemeyi unuttum. Muhasebe Mütehassısı işine, benden yaşça epey küçük ama Salve ve Co.’da yerimi almış olan Krishna Saharasbuddhe ile birlikte Bay Jain bakıyordu. Olaylar öyle gelişti ki, Salve ve Co. büyüdü ve tüm Orta Hindistan’ın bir lider şirketi durumuna geldi. Bu ışık altında, N.K.P. güvenebileceği daha fazla ele ihtiyaç duydu. Böylece, benim işimi değiştirme isteme fırsatını değerlendirerek, çok iyi şartlar vaadederek hemen Delhi’ye gelmemi istedi. Onunla Delhi’de görüştüğüm zaman, son derece pembe bir resim çizerek, Salve ve Co.’ya yeniden katılmamı teklif etti. Bombay’a geri döndüm ve Shri Mataji ve Sir C.P.’ye danıştım. O şirkette daha iyi bir geleceğim olduğu için, bana Salve ve Co.’ya katılmamı tavsiye ettiler. Böylece 1972 Eylül ayında, bir ay sonrası için istifamı verdim. Tüm Finans Departmanında anında bir tepki oldu. Patronlarımdan bazıları benim gitmemi istemezken Hindistan Havayollarının çapımı gösterebileceğim bir yer olmadığını söyleyen diğerleri gitmem gerektiğini savundular. Finans Müdürüm bir gün beni çağırdı ve bana terfi ve Hindistan Havayolları kolonisinde bir daire teklif etti ama ben artık gitmeye ve ağabeyime katılmaya karar vermiştim. Böylece, 5 Ekim 1972’de, tüm arkadaşlarıma ve taraftarlarıma veda ettikten sonra, karım ve çocuklarımı da alarak arabayla Nagpur’a yola çıktım.

Yolda verdiğimiz günlük molalardan sonra, 7 Ekimde Nagpur’a ulaştığımızda, ilk işimiz hastaneye gidip Mridul’u ve daha o sabah doğmuş olan bebeğini görmek oldu. Gene bir Diwali günüydü. Çok heyecanlı geçen bir günden sonra, görümcemden kiraladığım dairede ilk gecemizi geçirdik (söylemeyi unuttum, Santa Cruz, Bombay’da, Hindistan havayollarına ait bir kolonide Hindistan Havayolları tarafından promosyonu yapılan ‘kendi dairenin sahibi ol’ programı altında bir daire tutmuştum. Havayollarından istifa ettiğim sıralarda, daire hala inşa aşamasındaydı ve artık Hindistan havayollarının bir çalışanı olmadığım için dairenin sahibi olma hakkımı da kaybetmiş oldum ve ödemiş olduğum para bana geri ödendi). Mobilyalar daha gelmediği için ve  kendi yemeğimizi yapmak için de herhangi bir düzenimiz olmadığından, Nagpur’daki hayatımıza bir gaz sobası üzerinde bir şeyler pişirerek başladık. Kısa zamanda, mobilyalar ve diğer şeyler geldi ve Nagpur’da rutin bir hayata başladık.  Çalışmaya başlayacağım Salve ve Co. ofisi dairemden fazla uzakta değildi. Kiraladığım daire dubleksti. Aşağıda bir yatak odası ve yukarıda da iki yatak odası ve kocaman bir balkonu vardı. Shri Mataji  Nagpur’a geldiği zaman yukarıdaki odalardan birini kullanırdı.

Tüm ciddiyetimle işime başladığımda, her şeyin söylendiği gibi yeşil olmadığını fark ettim. Salve ve Co.’ya dönüşüm kesinlikle kabul görmemişti. Ben de, işle ilgili istenen son derce zor istekler karşısında, Hindistan havayollarındaki işimle kıyaslayınca, alışmakta epey zorlandım. Gerçekten çok hüsrana uğramıştım ve Hindistan Havayollarındaki rahat işi bırakmış olduğum için kendi kendime pişmanlık duyuyordum. Özellikle kazanç vergileri işleriyle ilgili umutsuz veya çok karmaşık görünen tüm müşterilerin, hepsinde başarılı olacağım beklentisiyle bana verilmesi hüsranımı daha da arttırdı. N.K.P. tarafından verilen hiçbir teminat yerine gelmemişti. Tekrarlanan hatırlatmalarım hiç sonuç vermedi. Bunun yerine, diğer iki şirketten bir ortağım olmuştu. Ayrıca, belki ağabeyim kendisinin benimle ilgili beklentilerini karşılamayabileceğimden dolayı, bana hak ettiğim mevki de verilmemişti.

1973 yılında, Shri Mataji, Sir C.P. ve çocuklarla beraber Nagpur’a geldi. Yanında 12 öğrencisini de getirmişti. Öğrencilerinden biri olan Bay Pai’yi hatırlıyorum, güvenilir bir Hindu Brahmin’di ve Shri Mataji’ye, dışarıdan kimsenin katılmasına izin verilmediği Hindu tarzında bir Puja yapmıştı. Daha sonra bana, Shri Mataji’ye Puja yaparlarken vibrasyonların çok güçlü olduğunu ve odadaki herhangi bir davetsiz misafirin vibrasyonlardan rahatsız olabileceğini söylediler. Ben ise Puja’yı, beni Sahaj’dan uzaklaştıran başka bir şekilde yorumlamış, bunun, ruhaniyetten yoksun, törensel bir din olduğunu düşünmüştüm. Bununla birlikte, burada anlatmak istediğim bir olay vardır.

Bir öğleden sonra, Shri Mataji, N.K.P.’nin verandasında otururken, eski püskü kıyafetler ve tıraş olmamış bir yüzle bir adam giriş kapısının önünde bağırmaya başladı, “Ma! Ma! (yani Anne, Anne), Neredesin?” Shri Mataji’yi görür görmez, Onun önünde yüzükoyun yattı ve hayatındaki görevin tamamlanmış olduğunu mırıldanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kirli giysilerini ve bir o kadar kirli olan görünüşünü gördüğümde onun, Shri Mataji hakkında bilgisi olan ve Onun öğrencisiymiş gibi hareket eden bir dilenci veya sokak çocuğu olduğunu düşünerek hemen evi terk etmesi istedim.  Shri Mataji, her zamanki gibi, ona karşı çok cömertti ve ona bir şey yemek veya içmek isteyip istemediğini sordu. Ben biraz şaşkındım çünkü Shri Mataji’nin onun gitmesini isteyeceğini beklerken O, adama karşı cömert davranıyordu. Sorusunu tekrar ettiğinde, adam Ondan gözleri yaş içinde, bir bardak su isteyebileceğini söyledi. Shri Mataji eve girdi ve ben de bir bardak su almaya gittim. Dışarı çıktığımda, kirli giysiler içindeki adamı göremedim. Sundurmaya çıkmış olabileceğini düşündüm ve sundurmaya geldiğimde bekçiden başka kimseyi göremedim. N.K.P.’nin evi çok yüksek duvarlarla çevriliydi ve dışarı çıkmak için sadece bir tek yol vardı, ve bekçi de orada duruyordu.

Sorduğum zaman, bekçi bir adamın geldiğini ama solda olan çıkış kapısına doğru değil de sağa döndüğünü ve izah edemeyeceği bir biçimde kaybolduğunu söyledi. Adamın gitmiş olabileceği yönü takip ettim ve orada kimseyi bulamayınca şaşırdım. Yüksek duvarların sonu olduğundan, adamın çıkış yolundan gitmiş olması gerekiyordu. Tüm olay benim aklımı karıştırmıştı ve bu olayı Shri Mataji’ye anlattım. Bana o adamın bir aziz ve aydınlanmış bir ruh olduğunu ve yok olma özelliğine sahip olduğunu söyledi. Tabii ki Ona inanmadım, ama bu olay bende çok canlı ve etkin bir biçimde iz yaptı.

1974 yılının başında, Shri Mataji, IMCO (International Maritimes Coordinating Organization)’nın Başkanının eşi olarak İngiltere’ye gitti ve ben, benim için hiç de olumlu olmayan meslek yaşamımın şartlarıyla savaşmak üzere geride bırakılmıştım. Öte yandan, bir değişikliği tercih etmek için de çok geçti artık, çünkü iki oğlumun eğitiminin sorumluluğu da omuzlarıma yüklenmişti. Bir gün, neye mal olursa olsun, yeteneğimin, mesleğimde bana bir mevki kazandıracağını umuyordum. Bu umut içerisinde, etrafımdaki insanların olumsuz davranışları yüzünden mesleğime kalbimi tamamen koyamıyorsam da, Salve ve Co.’da çalışmaya devam ettim. Shri Mataji her Christmas’da Nagpur’a gelirdi ve bana cesaret verici sözler söylerdi.

1970’den 1983’e kadar Shri Mataji bana aydınlanma vermeye çalıştı. Onun Christmas’larda Nagpur’a gelişi bir istisna değildi. Elini ve ayaklarını benim bedenime koyar ve çakralarımı temizlemeye çalışırdı ama boşuna. Kız kardeşimi gördüğümde, her seferinde Kundalini uyandı ama  hemen geri indi. Onun bana aydınlanma verme isteği öylesine güçlüydü ki, Bana aydınlanma vermeye çalışırken gösterdiği çaba, kış aylarında bile ter içinde kalmasına sebep olurdu.  Kendimi çok kötü hisseder ve her fırsatta düzeltilemeyecek bir vaka olan benden vazgeçmesini isterdim. Onun güçlü arzusuna rağmen, aydınlanma aldıktan sonra hep başarısızlığa uğradım.

İşimden tamamen tatmin olmadığım için, tam bir tiksinti duygusuyla, döner panjur üretim içine el attım ama sonu tam bir hüsran oldu. 1975 yılının sonunda, Nagpur’un önde gelen avukatlarından olan Bay L.S. Dewani ile çok iyi dost olmuştum. Bana çok büyük bir ilgisi vardı ve mesleğimle ilgili acı duygularımla ilgili ne zaman şikayet etsem, Salve ve Co.’nun koruyucu şemsiyesi olmadan kendi işimi yapmam konusunda bana sürekli olarak öğüt verirdi. 40 yaşını aştığım için, pratikte başarılı olamazsam bunun hara-kiri anlamına geleceği kendi işimi yapma fikri, son derece önemli bir karardı. Bununla beraber, bay Dewani, kendi işimi yaparsan çok başarılı olacağım konusunda tam bir güvene sahipti. Christmas ziyaretlerinde Shri Mataji tarafından da  cesaretlendirilmiştim. Böylece, Aralık 1977’de, kendi işimi kurmak için Shri Mataji’den izin aldım. Bununla birlikte, Salve ve Co.’daki taahhütlerimi yerine getirmem gerekiyordu ki bu da biraz vakit aldı. Bay Dewani, Nagpur iş merkezinin ticari bir bölgesi olan Gandhi bagh’daki ofislerinden birini, bir telefon ve mobilya ile beraber, tamamen ücretsiz olarak bana verdi. Onun bu jesti soyluluk veya cömertlikten değil, sadece bana yardım etmek arzusundan kaynaklanıyordu. Böylece, 1 Ağustos 1971’de Salve ve Co.ya veda ettim ve kendi adıma çalışmaya başladım. İsmimin sonuna, N.K.P. Salve ve Co.’nın bazı işlerini kendime çevireceğimi düşündüğünden,  ‘ve Co.’ kelimesini eklemem yasaklanmıştı. Böylece, mesleğime öne ve arkaya ekleme yapmadan, ‘H.P. Salve’ ismiyle başladım. Bütün personelim, yeğenin Ajit ve Bay Menghani ve getir götür işlerini yapan Nandlal idi. İşsizdim ve yakında parasız kalacaktım. İlk iki hafta hiç müşterim olmadı ve yeniden bir hata yapmış olduğumu düşünmeye başladım. Bununla birlikte, ondan sonra, bir sürü müşterim oldu ve işimde asla geriye dönüp bakmadım.

1979-80 yılında, Shri Mataji, Maharashtra turunun bir bölümü olarak, Nagpur’a bir grup yabancı getirdi. Halka açık programlar ve şehir turları düzenledim. Onları Tadoba Tiger Tapınağına götürdüm ve balta girmemiş ormanda harika deneyimler yaşadılar. Bunun özellikle anlatıyorum çünkü benim organize etmiş olduğum yiyecek-içecekçi, gelecekte Sahaj’a başlamamda büyük rol oynamış olan Bay Gangaram idi.

1980 yılında, Muhasebe Mütehassısları Enstitüsünün Nagpur şubesinin Başkanı olarak seçildim ve bu pozisyonda 1982 yılına kadar kaldım. Şubeyi kapanma noktasına geldiği sırada devralmıştım ve çalışma grubunun içten çabaları sonucu, şube değil içinde bulunduğu krizi atlatmak oradaki işim bittiğinde, şube tüm Hindistan’ın en başarılı şubesi ilan edilmişti.

Sahaja Yoga faaliyetleri Bombay içinde ve dışında hız kazanmaya başlayınca, Shri Mataji’nin Hindistan’da kalış süreleri de uzamaya başladı ve ben de doğum günü kutlamalarına ve bazı Pujalara katılma ayrıcalığını elde ettim. Pujaları çok monoton ve sıkıcı bulmuştum. Vaazını verdiği Evrensel Din ve bir Tanrıya ben de kesinlikle inanıyordum ve ben de daima, Tanrısallıkla hiçbir alakası olmayan yapay insan bölmeleri yaptıkları için insan yapımı dinleri takip etmenin karşısındaydım. Daima görünenin ötesine geçmemiz ve hassas olanı hissetmemiş gerektiğini söylüyordu ama ben aydınlanmış biri olmadığım için, hassas olanı hissetmenin aslına göre çok daha hayali olduğunu düşünüyordum. Ayrıca, eğer tanrı şekilsizse, insan şeklinde olduğu halde neden Shri Mataji’ye bir tanrıça olarak ibadet ettiklerini anlayamıyordum. Tüm bunlar benim anlayışımın ötesindeydi ve bundan dolayı da Shri Mataji’nin konuştuklarının gerçeğin sınırlarının ötesinde veya en azından benim anlayışımın ötesinde olduğunu düşünüyor, bu nedenle Onun ruhani faaliyetlerine dikkatini fazla koymuyordum.

1983 yılında, Gujarat Eyaleti’ndeki, Bordi’de,  Maharashtra semineri yapıldı ve yiyecek-içecek işi Gangaram’a verilmişti. Tüm seminer tamamen yanlış idare edilmişti ve bunun sonucunda, pek çok kişi yakınlardaki köylerde yemek yedikleri ve hiç ödemek yapmadıkları için Gangaram büyük zarara uğramıştı. Sonuç olarak, 1984’de yiyecek içecek işi yeniden ondan istendiğinde, bir başka kayıp yaşamamak için benim de orada olmam konusunda ısrar etti. Gangaram’ın ısrarı olmasaydı, Bordi’ye gitmeyecektim.

1984 semineri yine Aralık ve Ocak aylarında organize edilmişti. İçlerinde 60-70’I yabancı olmak üzere toplam 300-400 Sahaja Yogi vardı. Kalküta’da direk Bombay’a uçmuş, oradan Bordi’ye trenle gitmiştim. Büyük bir karşılama bekliyordum ama istasyonda kimse beni karşılamayınca egom feci şekilde yara aldı. Seminer kısa bir mesafedeydi ve Bombay’dan çok az Sahaja Yogi gelmişti. Bir tonga kiralayarak onları takip ettim. Seminer yerine ulaştığımda, hiçbir protokole dikkat etmeden (Shri Mataji’nin odasına girmenin bir protokolü olduğunu bilmiyordum) dosdoğru Shri Mataji’nin odasına girdim ve kimsenin beni istasyonda karşılamadığından dolayı şikayetlerimi bildirdim. Öfkemi görünce, beni sakinleştirdi ve hiç kimsenin benim hangi trenle geleceğimi kesinkes bilmediğini (gelişimin detaylı bir şekilde anlatıldığı bir telgrafı organizatörlere yolladığım halde) söyledi. Ne olduysa geçmişte kaldı dedi, rahatlamalı ve seminerin keyfini çıkarmalıydım.

O gece, yemekten sonra, her zamanki gibi müzik programı vardı. Amerikalı bir Sahaja Yogiden (ismini unuttum)  bir bhajan söylenmesi istendi. Başlangıçta, bir Amerikalının Hint bhajanı söyleyecek olması beni bayağı şaşırtmıştı ve umutla şarkıyı söylemesini bekledim. O zamanlar ona eşlik edecek tel alet olan bir gitar ayarlandı. Ne tabla vardı, ne armonyum ne de ona eşlik edecek başka bir geleneksel Hint çalgısı. Onun ne tür bir bhajan söyleyeceğini merak etmeye başlamıştım. Çok tanınmış bir bhajan olan ‘Raghupati Raghav Raja Ram’ı söylemeye başladı ama şarkıyı Rock’n Roll tarzında söylüyordu., özellikle de “bir-iki-üç-Raghu-Raghu” diye tipik Rock’n Roll tarzı icra etmeye başladığı zaman güleyim mi ağlayayım mı bilemiyordum. Ondan bhajan söylemeyi durdurmasını, sadece tüm Hintliler için bir ilahi şarkı söyleme kaynağı değil, aynı zamanda Mahatma Gandhi’nin en sevdiği şarkı olması nedeniyle de, şarkıyı böylesine kötü bir şekilde çarpıttığı için ona fikrimi söylemek istedim. Shri Mataji’nin onu, şarkıyı söyleyişinden dolayı övdüğünü görünce tamamen sersemledim ve şaşırdım. Bu kadarını kabul edemezdim. Tüm yaşamı boyunca, Hindistan’ın doruğundaki müzisyenleri dinlemiş ve dinlemekte olan bir hanım, nasıl oluyor da böylesine saçma bir şekilde akort dışı ve umutsuz bir müzikle işkence çektikten sonra onu övüyordu, bu benim hoşgörümü aşan bir şeydi. Bir müzik uzmanı olan kız kardeşimin, böylesine korkunç ve akortsuz bir müziği dinleyerek küçük düşmekten dolayı acı çekiyor olduğu fikrine dayanamadım.  Ve böylece, orada karar verdim ki, nerede ve ne zaman bir seminer yapılacaksa, Ona iyi müzik dinletmek için Nagpur’dan kendi müzisyenlerimi getirecektim.

Söylemeyi unuttum, 1973 yılında, Prabhakar Dhakde (Guruji)’nin bir gazel söylediği müzik yarışmasında jüri üyeliği yapmıştım. Ondaki potansiyeli hemen fark etmiş ve organizatörlerden onun benimle bağlantıya geçmesini söylemelerini istemiştim. Sadece onun müzik yeteneğinden değil, ama aslında, fikirler ve ezilmişler için, onlardan çok az para aldığı veya hiç para almadığı  bir müzik okulu işlettiği için çok etkilenmiştim. Ona yardım etmeye karar verdim ve Swar Madhuri (tatlı notalama) adında bir organizasyon kurduk ve bu organizasyonun desteğiyle Üstat Amjad Ali Khan Sahib, Budhadit Mukerji, Pandit Jagdish Prasad, M. Rajam gibi ünlü artistlerle ve Shankar Shambu adındaki çok ünlü qawwals ile programlar yaptık. Sonuç olarak, Guruji ve müzisyenleri arasında büyük bir bağ vardı. Ve ben Shri Mataji için gelip müziklerini icra ederlerse en mutlu onlar olacaktı. Shri Mataji, Guruji’nin fakirler için bir okul işletmesinden çok etkilendiğini burada söylemek yanlış olmaz. Kendisi de, Nagpur’u ziyaretlerinden birinde bu okulu ziyaret etti. Böylece kararımı verdim, amam bunu açıklamadım. Bu, bana göre yaşamımın dönüm noktası olmalıydı ve komik olan da bunu Amerikalı bir şarkıcıya borçluydum. Kaderin yolları ve yöntemleri tuhaf oluyor.

Seminerden sonra Bordi’den Bombay’a Shri Mataji ile beraber döndüm. Maharashtra’daki bütün tur için arabama el koymuştu ve bu Ona bir yardım olduğu için bana gurur vermekteydi. Bununla birlikte hassas boyutta, O bana, Kendisini daha iyi anlamam için yardım ediyordu. Bombay’e ulaştığımızda, arabamı Nagpur’a geri götürebilmem için bana para verdi. Bir miktar param olduğu ve Bombay’deki bir müşterimden de para tahsil edeceğimden dolayı geri çevirdim. Israr etmesine rapmen parayı istemedim. Ertesi sabah, müşterimle görüştükten sonra Nagpur’a hareket etmeyi planlıyordum. Ertesi gün, o günün Pazar olduğunu idrak ettim ve müşterimin de büyün büroları kapalıydı ve kendisi de yakındaki bir adaya piknik yapmaya gitmişti. Yeğenime bana biraz borç para verip veremeyeceğini sordum ve o da bana tüm parasoının bankada olduğunu ve bana Pazartesi’den önce yardım edemeyeceğini söyledi. Pazartesi günü, Nagpur’da önemli bir iş görüşmem olduğu için, O gün ağle vakti Bombay’den ayrılmaktan başka seçeneğim yoktu. Böylece, yenik düşmüş bir asker gibi, Shri Mataji’ye gittim ve bana vermek istediği parayı kabul etmem gerektiği konusunda günah çıkardım, egom yüzünden onu geri çevirmiştim. Güldü ve bana para verdi ve bana, geleceği gördüğü için kendisiyle asla çelişmememi öğütledi.

Birkaç yıl sonra, 1987’de, ben Pune’deyken, benzer bir olay gene oldu. Gelir vergisi Baş Komiseri ile görüşmem istenmişti ve bu yüzden karımdan Pune’ye götüreceğim bavula bir takım elbise ve bir kravat koymasını istemiştim. Baş Komiser ile randevu öğleden sonra idi ve o sabah Shri Mataji beni aradı ve bana daha evvel hiç kravat hediye etmemiş olduğu için, çok güzel bir kravat verdi. Ben yeniden karşı çıktım ve Shri Mataji’ye bana en az 100 kravat almış olduğunu söyledim. Bunu da saklamam konusunda ısrar etmesine rağmen, cömetliğinin beni şımarttığını söyleyerek kesinkes reddettim. O öğleden sonra, Baş Komiser ile görüşmeme hazırlanırken elbisemin orada olduğunu ama kravatın olmadığını farkettim. Çok utanmıştım ve utancımı gizlemek için Prathşstan’ın yapımında çalışan yabancı Sahaja Yogiler dahil, tüm Sahaja Yogilerden bir kravat ödünç almak istedim. O zamanlarda, Shri Mataji çalışmalarından dolayı onlara para veriyordu ama onlar almıyorlar sadece çok ısrar edildiğinde kabul ediyorlardı. Hepsi kurta pijama giydikleri için, hiçbirinin kravatı yoktu. E-sonunda, Shri Mataji’ye gitmek zorunda kaldım, ve O gene aynı şeyi hatırlattı; geleceği görebiliyordu, bense göremiyordum. Sahaja yogiler parayı kabul etme konusunda inatçı olmalarına karşın, ihtiyaç duyduklarından kabul etmişlerdi. Bu pek çok kere kanıtlanmıştır. Nagpur’a döndüğümde, ilk işim Guruji ve diğer müzisyenlerle bağlantıya geçmek oldu ve onlardan, kabul etmeye dünden hazır oldukları  1985/86 Aralık ve Ocak aylarını boş bırakmalarını istedim.

İşimdeki başarı şüphesiz ki bana çok para kazandırmıştı ama bu da beraberinde kocaman bir ego getirmişti. Pipo içiyordum ve müşterilerimle belli bir havayla konuşuyordum. Alçakgönüllülüğüm kaybolmuştu ve yerini kibir ve ego almıştı. Başarılarımdan çok gurur duymaya ve davranışıma çok aykırı olan bir şekilde onlarla böbürlenmeye başlamıştım. Bir şekilde, eğer başarılarımla böbürlenirsem, daha çok müşterim olacağına ve göze çarpan bir kişi olarak büyük alkış toplayacağıma inanıyordum. Başarılı bir hayat diye düşündüğüm geçici ün ve zaferin içinde sürükleniyordum. Eylül 1985’de birden pipo ve içki içmekten vazgeçtim.  Bir gece, bir arkadaşımın akşam yemeği partisinde, onlara şakalar anlattığım pek çok a-hanım tarafından etrafım sarılmıştı. Hiçbiri içki veya sigara içmiyordu, ben de içmeyeceğim dedim, en azından o gece için. Geceleyin, geçmiş yaşamımı düşünüyordum ve bir şekilde, yaşamımın gerçekten harcanmakta olduğunu hissettim, elimdeki maddi başarı sonsuza dek sürmeyecekti. Alışkanlıklarımla ilgili kendimi sorguladım. Alışkanlıkların kölesi haline mi geliyordum? Kendi kendimin efendisi miydim aslında? Veya öyleymişim gibi mi davranıyordum? Bu ve bunun gibi pek çok soru içimde canlandı ve ertesi günden itibaren alışkanlıklarımın kölesi olmamaya karar verdim. Egoist olmanın bir alışkanlık olduğunu düşündüm ve egomun beni alt etmesine izin vermemeliydim. Bu Sahaj’a doğru attığım ikinci adımdı. Bununla beraber, o günlerde,  bir Sahaja Yogi olacağımı hayal bile edemiyordum. Haftanın yedi gün için yedi pipom vardı, ertesi gün yaptığım ilk şey bu pipoları değişik arkadaşlarıma hediye etmek oldu. Savaşı kazandığımı düşündüğüm için kendimi çok mutlu ve muzaffer hissediyordum.

O sene seminer ilk defa Ganapatipule’de yapılacaktı. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, seminer Christmas zamanında başlayacak ve Yani Yoldan birkaç gün sonra bitecekti. Gangaram yiyecek içecek içini yapıyordu ve ben de Sahaja Yogi olmayan ama söyleyebilelim diye kız kardeşime iyi müzik yapacağımız konusunda ant içtiğim müzisyen grubu ile birlikte Ganapatipule’ye doğru yola koyuldum. Söyleyebileceğimiz bhajanlar veya başka şarkılar yoktu. Aslında Nirmal Sangeet Sarita daha ortada yoktu, bu sadece bir grup müzisyendi ve benim bir yandan Gangaram’ı denetlemek bir yandan da müzik ortaya çıkarmak gibi iki sorumluluğum vardı. Başında Bay Saundankar’ın bulunduğu Nasik’ten bir müzisyen grubu ve Shri Rampur’dan bir grup daha vardı. İlk gün, daha müzisyenler olarak kabul edilmediğimiz için, programa en son çıkacaktık.  Kabir’in birkaç şarkısını söyledik. Guruji keman ve Nasir tabla’da Mujumdar’ın eşliğiyle sitar çaldı. Sunduğumuz müzik çok beğenildi ve pek çok yabancı gelip bizi kutladı. Bunun sadece bir formaliteden ibaret olduğunu düşündüm, ne de olsa bir yabancı Hint müziğinden ne kadar anlayabilirdi ki? Vibrasyonların dili bize tamamen yabancıydı, bu yüzden, seyircilerin, özellikle de yabancıların müziği gerçekten beğendiklerini düşünmüyorduk. Bir tek, Shri Mataji’nin mutlu olduğunu gördüğümüz için mutluyduk böylece zamanında Ganapatipule’ye gelmemizin tek amacı gerçekleşmiş olmuştu.

O sene seminer, mango ağaçlarının altında, bir mango korusunda gerçekleşti. Tahminen 400-500 kişi katıldı. Bizim tek ilgimiz müzik olduğu için, başka hiçbir olaya katılmıyorduk. Bombay’dan bir Sahaja Yogi seminerin düzenliyordu ve MTDC’nin (Maharashtran Tourism Development Corporation) tüm odaları VIP’ler için tutulduğundan ben tapınağa yakın odalardan birinde kalıyordum. Aslında, MTDC’nin küçük bir yeri vardı ve çok az sayıda odası seminer için tutulmuştu. Yabancıların giydikleriyle çok az ilgilenmeleri beni çok eğlendirmişti. Khadiden yapılmış kurta pijama bol kırmızı çamur ile kaplanmıştı ama yabancılar, hacda oldukları için ve giydiklerinin hiç maddi olmamasından dolayı bunu hiç umursamadıklarını söylüyorlardı. Yabancı hanımların hepsi Shri Mataji’nin tedarik ettiği pamuk sariler giyiyorlardı ve giysilerinin sadeliği, her Hintliyi, özellikle de Sahaja Yogi olmayanları önlerinde boy pos olarak daha küçük görünen bu insanların yüzlerindeki son derece ışıltılı ve neşe dolu bakışlarla birleşiyordu. Kendimi Sahaja Yogilerle özdeşleştiremediğim için üzülüyordum, ve büyük kalabalığa rağmen kendimi yalnız hissediyordum. İşte bu şartlar altında, bir mango ağacının altında oturmuş Dr. Rustum Barjori ve Rajesh Shah’ın Sahaja Yoga’daki büyümelerini ve Shri Mataji’nin onları götürmekte olduğu yükselişin hızını anlattıkları konuşmalarını dinliyordum. Yüzümdeki düşünceli gülümsemeyi gören Rajesh Shah bana aydınlanma almadığım için konuşmalarını anlamamın benim için zor olacağını söyledi. Rustum, aydınlanmamı almadığımı öğrenince çok şaşırdı. Bana neden aydınlanmamı almadığımı sordu. Sorusuna soru ile cevap verdim ve ona, kendi kız kardeşini Adi Shakti veya tanrı olarak kabul edebilir miydi diye sordum. Bana iki dakikada aydınlanma verebileceğini söyledi. Onun havadan konuştuğunu düşündüm, çünkü Shri Mataji’nin Kendisi 13 yıldır bunu deniyordu ve başarılı olamamıştı. Her neyse, bana aydınlamam vermesi konusunda ona meydan okudum. Bana, ağacın altına oturmamı söyledi ve elini başıma koydu, saçımı karıştırmaya başladı ki bundan hiç hoşlanmadım. Her neyse, ona başarısızlığının benim zaferim olacağını söyledim, bana aydınlanma vermede başarısız olacağına son derece emindim. Bana sorular sormaya başladı. İlk soru en çok neyi sevdiğimdi. Elbette ki Shri Mataji dedim. Shri Mataji’den başka en çok neyi sevdiğimi sordu. Ben de şüphesiz müzik dedim. O zaman bana çok masum bir soru sordu. Müziğin en üst noktası, zirvesi nedir diye sordu. Bir an düşündüm ve “sanatçı tarafından yaratılan ve dinleyici tarafından tamamen, o nota tarafından yaratılmış müzikte hiçbir kayıp olmaksızın kabul edilen notadır” diye yanıtladım. Muhteşem bir cevap verdiğimi ve Rustum’un cevabımla yıkılacağını düşündüm. Ama Rustum birden “Shri Mataji’nin kardeşin olmadığını ama son derece güzel bir şekilde biraz önce tarif ettiğin müziğin doruk noktası olduğunu düşün” dedi. Onun bu cümlesi işi bitirdi. Kardeşlik ve sevgi bağı o kadar güçlü o kadar sarsılmazdı ki, ilişkinin şartlanmasının dışına çıkamıyordum, ama Shri Mataji’yi müziğin doruk notasındaki bir nota olarak görmek bu bağı koparmıştı. Engeller kalktı ve Shri Mataji’nin tamamen şekilsiz, önek ve soneki olmayan, akrabalığın veya herhangi bir bağın lekesiyle kirlenmemiş yeni bir kimliğini buluverdim. İçimde tuhaf bir deneyim hissettim, sanki kardeşimin kimliği bu şekilsiz notanın kimliği ile yer değiştiriyordu. Birden her yerde serin hissettim, özellikle ellerimde ve başımın üzerinde ve gözlerim irileşmeye başladı. İstem dışı bir şekilde düşüncesiz oldum ve sanki değişik bir dünyada kendimden geçmişim gibi, hiçbir şey benimle ifade olmuyordu.

Rajesh gözlerimin büyüdüğünü görür görmez neşeyle dansetmeye başladı ve “Babamama onu elde etti!” dedi. Böyle söyleyerek haberi iletmek üzere Shri Mataji’ye koştu. Daha sonra Rostum beni Shri Mataji’ye götürdü ve O da bana geç de olsa gitmem gereken yere vardığımı söyledi. Bu olay 28 Aralık 1985’de gerçekleşti. O akşam Guruji ve diğer müzisyenlere deneyimimi anlattım ve en kısa zamanda onların da aynı yolu takip edeceklerini söyledim, çünkü aydınlanma müthiş bir deneyimdi.

Seminerden sonra Nagpur’a döndüm. Mesleğime geri döndüğüm için çok çelişkili birisi olmuştum. Shri Mataji çok düzenli bir şekilde yaptığım sabah meditasyonlarını önermişti. Konsantre olmadığım için, cevabını bulamadığım milyonlarca soru vardı kafamda. Sorularım genelde son derece sıradandı ve çoğu içimdeki arayanı tatmin etmek yerine entelektüel üstünlüğümü korumak içindi. “İyi ile kötüyü nasıl ayırdedersin?”, “bir insanı nasıl yargılarsın”,  “Tanrı nedir”, “Din nedir”, “insanoğlu, Din ve Tanrı arasındaki bağ nedir”, “din tanrıya ulaşmak için gerekli midir” gibi akıl boyutunda sorulardı ve beni rahatsız etmeye başlamışlardı. Sonunda, aydınlanmış olmama rağmen kafam karışmıştı. Shri Mataji’den gelen ve Kendi organize ettiği Kalküta’daki halka açık seminere gelmem gerektiğini söyleyen ani telefon yaşamımdaki önemli kavşaklardan biri oldu. 1986 Ocağının üçüncü haftası olmalıydı. Kalküta’ya trenle gittim. Tren, Kalküta’nın banliyölerinden birinde tarife dışı durmak zorunda kaldı. Havalandırması olmayan bir kompartmanda yolculuk ediyordum ve banliyö çöplüğünün ve durgun suyunun berbat kokusu boğutucuydu. Dikkatimi çöplükten ve durgun sudan uzaklaştırmak için gönülsüzce bir kalem ve kağıt çıkarıp yazmaya başladım. Birden Urdu dilinde bir şiir yazmakta olduğumu farkettim. Şiir, şiirle en bağdaşmayacak bir atmosferde, beni tamamen afallatmıştı, yazanın ben olmadığını biliyordum. Birşeylern içimden akıyordu ve kalemden kağıda geçiyordu. Şiiri yazarken, etrafımdakilerden tamamen bihaber oldum ve koku beni rahatsız etmemeye başladı. Şiirin ezici etkisi öyle büyüktü ki, trende olduğumu bile unutmuştum, ama size içtenlikle söylüyorum ki, yazan ben değildim. Biri beni neredeyse zorluyordu veya, başka bir değişle bana yazdırılanı ben sadece kopya ediyordum. Bu, daha sonra çok popüler bir şarkı olacak olan, benim şiirle olan ilk görevim, ilk şiirimdi “Na Khuda Ko Dubte Bich Majdhar Dhoondte He” (nehrin ortasında çırpınan insanlar sadece krizdeyken Dümenci’yi ararlar). Kalküta’ya gittim ve Shri Mataji ve diğer Sahaja Yogilerle görüştüm ama bana gülmesinler diye şiirimi göstermeyi göze alamadım.

Bir gün, aydınlanma programında, sadece bir evlilik sonucunda akrabam olan değil, aynı zamanda Delhi’nin lideri de olan   Dr. Talwar’ın yanında oturuyordum. Urdu şiiri  konusunu açınca, bana çok yavan gelen birkaç dize söylemeye başladı. Bunun üzerine şiiri yazdığım kağıt parçasını elime almayı ve kağıttan şiiri okumayı göze aldım. Bunun benim tarafımdan yazılduğunu duyunca kağıdı elimden kaptı ve doğruca Shri Mataji’ye verdi. Şiiri okuduktan sonra, Shri Mataji şiiri benim mi yazdığımı sordu. Son derece alçakgönüllülükle “evet” dedim. Bir sonraki sözü beni son derece şaşırttı. Sadece büyük bir şair doğmadı, aynı zamanda şairler tarafından o güne kadar sadece bir sevgilinin veya sevdiği kişinin taş kalpliliğinin acısı, kederi ve üzüntüsünü dile getirerek yanlış kullanılan Urdu dilinin de kurtuluşu olduğunu söyledi.

Shri Mataji’nin insanları öven tarafını bildiğimden ve ayrıca bir şair olarak yeteneğimin de ne durumda olduğunu bilen ben, Ona elbette ki inanmadım. Hayatım boyunca en zayıf yönüm edebiyattı ve Urdu dilinde şiir yazmak sadece aklın ermeyeceğibir şey değil, aynı zamanda gerçeğin çok dışında birşeydi. Sadece Urdu dilinde okuyup yazmayı bilmediğimden değil, aynı zamanda Urdu dilinde bir şiir için bende olmayan büyük bir derinlik ve dil bilgisi gerekiyordu. Bu nedenle Shri Mataji’nin övgüsünü bilmemezlikten geldim ve bu şiirin, bir daha asla gerçekleşmediğini bildiğim garip bir olay olduğuna inandım. Bu şiir, bununla birlikte, bana Sahaj dünyasında bir anda tanınma fırsatını verdi ve insanlara büyük Urdu şairi olarak tantılmaya başlandım. Bu kimlik, cahilliğimi ortaya çıkaracak diye beni hep utandırıyordu.  Böylece, daha başka şiir yazma fikrini bir kenara koydum ve büyük bir kalabalığın katıldığı Shri Mataji’nin halka açık programına gidip katıldım.

Shri Mataji Kalküta’da yaşadığından, Ondan Nagpur’a geri dönmek için izin istemeye gittim ama O benim Kendisiyle Bombay’a gitmemi istedi. Onu, bunu yapmaya neyin sevk ettiğini merak etmiştim çünkü Ocak, Şubat ve Mart aylarının Muhasebe Mütehassıslarının en yoğun ayları olduğunu biliyordu. Daha evvel değindiğim gibi, Onunla asla çelişmeme kararı almıştım bu yüzden Bombay’a gittim ve birkaç gün sonra Nagpur’a döndüm.

1 Şubatta, bu Nagpur’a geldiğimin ertesi günüydü, Shri Mataji bana telefon etti ve benden kendisine Hong Kong’da eşlik etmemi istedi. Başta sevinmiştim, ama benim gidip kendim için bir şeyler almamı istediğinde çok şaşırdım ve kafam epey karıştı. Maya’dan (maddecilik) uzak durmamı isteyen bir Hanım, alışveriş için Hong Kong’a gitmemi istiyordu. Böylece, tüm sabırsızlığımla, Ona, bir yandan maddecilikten tamamen bağımsız olduğunu ve diğer yandan da beni aynı Maya’nın içine ittiğini söyledim. Çabucak verdiği cevap şuydu; eğer maddi şeylere sahip olmazsam nasıl bağımsızlığımı geliştirecektim? Onun için bağımsızlık vazgeçmek veya uzak durmak demek değildi, ama beraber olmak fakat bağımlı olmamaktı. Bu benim için bir başka ders olmuştu. Böylece, Hong Kong’a gittik. Protokole tamamen aykırı davranmakta olan  arkadaşım Avinash Siria da bizimle geldi ama Shri Mataji onu hoş gördü. .

Hong Kong’da, Shri Mataji dört veya beş halka açık program düzenledi ve konuşmasından önce, Avustralya’dan Dr. Warren Reeves konunun tanıtım konuşmasını yaptı. Diğer şeylerle birlikte, Shri Mataji bana bir televizyon, bir VCR teyp, kameralar, kol saatleri, vb. de aldırdı. Diğer kardeşim Balasahib ve yeğenim Harish içinde benzer şeyler aldı. Sonuçta, her bir elektronik eşyada üç set taşıyordum. Hindistan havayolları günlerimden, tüm bu eşyaların yüklü bir gümrük parası tutacağını biliyordum ve paket yaparken ne olduklarını söylemeli ve onlar fark etmeden hangilerini gümrükten çıkarmalı diye düşünüyordum. Böylece, taşınabilir teypleri ve diğer küçük elektronik aygıtları bavulumdaki çamaşırlarımın altına yerleştirdim.

Hong Kong’da kalışımız gerçekten çok heyecan vericiydi ve her akşam Shri Mataji bizi bir Çin restaurantına götürüyordu. Yemek ısmarlamada ustaydı bu nedenle, sadece doğru miktarda yemek sipariş etmekle kalmıyor, aynı zamanda lezzetli ve son derece güzel yemekler seçiyordu.

Hong Kong havaalanında, fazla bagajımız vardı ve dedikleri gibi, alışkanlıklar kolay ölmezmiş. Havaalanı müdürü ile pazarlık yapmaya başladım. Bir havayolu adamı olarak sıkıntı yaratan biri olursan havaalanı müdürü fazla bagajların çoğunu normal bagaj olarak sayacaktı ama Shri Mataji fazla bagajların parasını ödemede ısrar etti. Onun parasını kurtarmak istediğim için bu fikri pek sevmemiştim. Daha sonra anladım ki, Onun için dürüstlük, şartlara göre inip çıkan bir davranış biçimi değil, bir erdemdi.

Bombay’a dönüş yolu boyunca çok gergindim. Bunun ana sebebi sürekli olarak elektronik eşyaların çoğunu nasıl dışarı kaçıracağımı planlamaktandı. Bombay’a indikten sonra, bütün gümrük görevlileri geldiler ve Shri Mataji’nin ayaklarına dokundular. Rahat bir nefes almıştım çünkü kimsenin bagajlarımızı kontrol etmeyeceğinden emindim. Bununla beraber Shri mataji, her birinin sağlıkları ve ailevi sorunları hakkında bilgi aldıktan sonra gümrük görevlilerine, kardeşinin, yani benim ve Avinash’ın taşıdıklarının gümrükten geçmesini söyledi. Onlardan ödeyeceği adil bir gümrük vergisi uygulamalarını istedi. Eşyaları gümrükten kaçırma planlarım suya düşmüştü ve her bir eşyayı gümrüğe göstermek zorunda kaldım. Biz gümrük işleriyle uğraşırken, Shri Mataji dışarıda bekliyordu ve gümrüğe ödeyeceği miktarı düşünmeden, Onu havaalanında karşılamak için toplanmış olan Sahaja Yogilere sesleniyordu. Gümrük görevlileri de Onun tabiatının farkındaydılar ve doğru gümrük vergisini hesapladılar. Gümrük memurunu bir iltimas yapması için rüşvet vermek bir gelenekti, ama Shri Mataji’nin dürüstlük duygusundan dolayı, gümrük memurları da görevlerinde son derece dürüsttüler. Bir şekilde, kendi dürüstlüğünü etrafındaki herkese geçiriyordu, ben dahil.

Birkaç gün sonra tamamen sersemlemiş olarak, Shri Mataji’den bu kadar çok kutsama alacak ne yaptığımı merak ederek Nagpur’a döndüm.

O yaz, ailemle beraber Yogi Mahajan’ın misafiri olarak Dharamshala’ya sonra da arkadaşlarım ve aileleriyle birlikte Kulu ve Manali vadisine gittik. Alkol içmeyen biri olduğum için, arkadaşlarımın çocukları ve karılarıyla birlikte bir grup oluşturdum ve bir şekilde içki içen arkadaşları boykot ettik. O yaz, Manali olağanüstü soğuktu ve sert soğuğa karşı hiçbirimiz hazırlıklı değildik. Bu yüzden, başka yerde yaz iken bizler yünlü giysiler satın almıştık.

Ağabeyim Balasahib, Bombay Yüksek Mahkemesi Yargıcı olmuştu ve Bombay Yüksek Mahkemesinin Aurangabad Bench’inin celse hakimiydi. Hatırlıyorum, mesleğim gereği Goa’ya arabayla gitmem gerekmişti ve geri dönerken kardeşimle ve onunla oturmakta olan Shri Mataji ile görüşmek için Aurangabad’da durmuştum. Yakın zamanda evlenmiş olan yeğenlerimde biri de gelmişti ve Balasahib, Ajanta ve Ellora Mağaralarını da kapsayan bir şehir turu ayarlamıştı. Böylece bir gün dördümüz, yani Shri Mataji, yeni evli çift ve ben Mağaraları görmeye gittik. Beklendiği gibi çift birbirlerine bakmaktan kendilerini kaybetmişlerdi. Bu durum bana, Hong Kong’dan döndüğümden beri fazladan aklımda biriktirdiğim tüm soruları sorma fırsatı verdi. “Ruh nedir”, “akıl nedir”, “Tanrının insanoğlunu yaratma amacı nedir”, “Evren nedir”, “kainat nedir” “Tanrı nerede oturur”, vb gibi bir dizi aptalca soru beni rahatsız ediyordu. Fırsatım olur olmaz, soruları ardı arkasına Shri Mataji’ye sıralayıverdim. Bana son derece sabırla cevap verdi. Evrenin nasıl yaratıldığı ile ilgili soruma, bunu anlatmak için taslak çizmesi gerektiğini söyledi. Böylece, Mağaraları görmekten vazgeçtik ve bizim için kiralanmış olan eve gittik ve Shri Mataji anlatmaya başladı.

Evrenin Yaradılışı

Shri Mataji, Evrenin yaradılışını anlatmadan önce bazı gerçeklere inanılması gerektiğini söyledi. O, ilk önce bir tanrı olduğuna ve Onun her şeye gücü yeten, her yerde ve her zaman ve her şeyi saran ve kaplayan olduğuna inanmam gerektiğini söyledi. Ben güçlü bir şekilde, zaten tek tanrının olduğuna inandığımı ve bunda hemfikir olduğumu belirttim. Bunun üzerine, Shri Mataji şayet İncil’e başvurulursa, Genesis (Yaradılış) kitabında, başlangıçta mutlak bir karanlık olduğunu ve Ruhun her yerde dolaşıp durduğunu yazmaktadır, dedi. Bu Ruha Sadashiva veya Her şeyi Saran ve Kaplayan Yaratıcı da denilebilir. Bu uyuyan Sadashiva’nın veya her şeyi kaplayan Yaratıcı’nın vibrasyonlarının gücüdür. Uyuyan Sadashiva’nın vibrasyonlarının gücü, Evrende dairesel şekilde ve saat yönünde dönüp duruyordu. Sadashiva’nın içinde bulunan Arzu Enerjisi (Icha Shakti), Sadashiva’nın yörüngesel dönüşünden (Parikrama) oldukça yorulmuştu ve Sadashiva’dan ayrılmayı arzu etti. Sadashiva Onun bu ricasını bir şartla kabul etti. Icha Shakti, kendi yörüngesinde (Parikrama) kalacak ve Sadashiva’nın kendisi istemedikçe Sadashiva’ya dönmeyecekti. Icha Shakti bunu kabul etti ve Sadashiva Onu kendi yörüngesine yerleştirdi, ve bu da yine saat istikametindeydi. Milyonlarca seneden sonra, Icha Shakti yalnızlığından sıkıldı ve Sadashiva’ya tekrar katılmak istedi. Ancak Sadashiva’nın istediği zaman ona katılabileceğini ve kendi isteğiyle bu katılımın gerçekleşmeyeceği şartını dikkate almadı. Icha Shakti, Sadashiva’ya yaklaştığı zaman, Sadashiva onu durdurmak için elini uzattı, işte o zaman Icha Shakti bir halka şeklinde olan onun yörüngesine (Parikrama) çarptı. Yörünge, bu çarpma neticesinde bir ses ile üç parçaya bölündü ve AUM’u oluşturmak için yeniden birleşti.

Bu, yaratılan ilk sesi (naad) veya Shri Mataji’nin söylediği gibi, yaratılmış ilk notaydı.

Kendimden geçmiş bir dikkatle Shri Mataji’yi dinliyordum ve O, bölünen üçüncü bölümün üzerinde görünen noktanın aslında Sadashiva’nın kendisi olduğunu söyledi. Hatta bu bölünen parçanın; Mahakali, Mahasaraswati ve Mahalakshmi, diğer bir değişle teslis olarak da bilinen üç enerji olduğunu anlatmaya devam etti. Bu üç enerji evren için iyi bir şey yapmaya karar verdiler ve Sadashiva’dan kendilerini gösterebilmeleri için izin istediler. Bunun sonucunda, Lord Shiva, Lord Vishnu, Lord Brahma ve Tanrıça Saraswati, Tanrıça Lakshmi ve Tanrıça Parvati, bu enerjilerden meydana geldiler. Ve Shiva Parvati ile, Vishnu Lakshmi ile evlendi ve Brahma da Saraswati ile birleşti. Altı Deyti’nin yaradılışından sonra bile bunları yapacakları hiçbir şeyleri yoktu ve hiçbir şeye faydalı olamıyorlardı. Bu nedenden ötürü, Adi Shakti insanı yaratmaya karar verdi. Shri Mataji, Adi Shakti’nin bu enerjilerle dolanmaya başladığını ve böylece içerisinde bu enerjiler daha da kalınlaştığını söyledi. Ve sonunda, büyük bir patlamayla birçok parçaya ayrıldı (ki bu büyük patlama Big Bang teorisini kolayca izah etmektedir). vE bunlardan Mahalakshmi enerjisine haiz olan parça, ki şimdi bu dünya olarak bilinmektedir, diğerlerinden ayrılarak dairesel hareketle momentumda kalarak hareket etmeye başladı. Güneş ve ay gibi parçalar da mahasaraswati ve Mahakali enerjilerinden ayrıldılar. Güneş bir diğer parçaydı ancak çok sıcaktı, ancak uzaklığından dolayı tahammül edilebiliniyordu. Ay ise diğer bir parça olarak soğuktu. Ay ve yıldızlar dünyadan görünebilmelerine rağmen, evrenin bir parçasıydılar. Sonra dünya güneşten uzaklaşıp aya doğru yaklaşmaya başladı. Ayın soğuğu dünyayı da soğuttu ve dünya üzerinde buzullar oluştu ve dünya güneşe yaklaştıkça da bu buzullar erimeye ve su oluşmaya başladı ve güneş orta bölüme daha çok yaklaştığından, bu bölüm daha sıcak kalırken iki kutup buzlarla kaplı kaldı.

Sadashiva, Kendi görüntüsü doğrultusunda Adem ve Havva’yı yarattı. Ve onlar Tanrının ikiye ayrılmış görüntüsüydüler. Sadashiva, yeni dünyanın sistemi içine Dharma bilgisini koymadı. Bildiğiniz gibi, Adem ve Havva Bilginin yasaklanmış meyvasını, Adi Shakti’nin izniyle yediler. Adi Shakti onların kendi özgür irade ve isteklerinin bulunmadığında ve birer süper hayvan gibi olduklarından, onlara Kundalini veya yılan olarak gelmişti. Bir sürü tür yok edilmek zorundaydı; çünkü sistem içerisinde Dharma yerleştirilmemişti. Neticesinde, meşhur tufan oluşturuldu ve her bir türden bir tanesi alıkonularak, geri kalan her şey imha dildi. Bu şu demek oluyordu; yine Deytilere göre yapacak iş yoktu ve tüm türler bilgiden yoksundular. Bunun üzerine, Adi Shakti insanı yaratmaktan ziyade evrim geçirmesine karar verdi. İşte o zaman Deytiler çalışmaya başladılar. İnsanların içerisinde değişik merkezler ve çakralar oluşturdular ve daha önce hayvan gibi olan insanın gelişim süresini başlattılar.

Shri Mataji, karbon atomundan, günümüzdeki insan konumunun oluşmasına kadar ki sürenin milyonlarca yıldan fazla sürmüş olduğunu vurguladı. Ve gerçekte O, Sputnik füzeleri örneğini verdi. Gelişimi çok açık bir yöntemle izah etti. birbirinin içerisine geçmiş bir kapsül diğerlerini taşıyordu. Vücudun ilk kapsülünü çizdi, içinde evrimleşen duygular vardı ve üçüncüsü zekaydı. Birinci kapsül patladığı zaman diğer iki kapsül çok daha büyük bir hızla uzaya fırlatıldılar. İkini patladığı zaman ise üçüncü daha büyük bir hızla fırladı. Ve öyle bir alana girdi ki, burada yerçekimi yoktu. Dolayısıyla sonuç olarak, gelişme zinciri doğrultusunda insan yaratılmıştı ve onunla birlikte Dharma bilgisinin gelişimi olmuştu. Shri Mataji’ye göre Dharma, faaliyetlerin oluşturduğu sınırlar demekti. Daha açık anlatabilmek için, ağaç örneğini verdi. Ağacın asla aşağı doğru büyümeyeceğini ve yine belli bir yükseklikten öteye uzamayacağını, çünkü Dharmalarının buna müsaade etmeyeceğini söyledi. Aynı şekilde insanoğluna da Dharma ve onun bilgisi bahşedilmişti ve bu önceleri bilinç, bilinçaltı ve bilinç üstü üzerinden kendini gösterirken, daha sonraları bilgelik ve ruhani aydınlanma ile kendini göstermeye başlamıştır. Dharma’nın sonsuz bilgisine kavuşmak için de Adi Shakti’nin yansıması olan Kundalini’nin uyku halinden ateşlenmesi ve gerekmekteydi. Kundalini uyandırıldığı zaman, her tarafı saran ve kuşatan vibrasyonlarla (Paramchaitanya) doğrudan temasa geçer. Sizde ilk oluşan şey , her şeyin farkında olmanıza rağmen, düşüncesiz farkındalık konumuna ulaşmanızdır. Bu enerji, Tanrısal sevginin enerjisi olduğundan da sizin üzerinizden akıp geçmesine izin verdiğiniz sürece, insanlar için yapılması mümkün olmayan şeyleri mümkün kılar.

Shri Mataji tarafından bu kadar detaylı bir şekilde, bu kadar kısa sürede, tüm teslisin, evrenin, kainatın ve dünyanın yaradılışının tüm şekilleri ile birlikte çizimi ve anlatımı karşısında nutkum tutulmuştu. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Sonra aklıma ilk geleni, yani tüm bunları bana daha önce neden anlatmadığını sordum. Cevabı şöyleydi; önceden daha oldun değildim, onun için, bundan böyle çok daha fazla şeyler öğrenebilirdim, ancak Sahaj olarak daha derinleşmeye başlamalıydım. Shri Mataji aynı zamanda, sorunun, onu soranın zihinsel yeteneğinin bir yansıması olduğunu ve cevabın onu sadece zihinsel olarak tatmin ettiğini ancak söylediklerinin anlayıştan da öte, yaşanması gereken tecrübeler ile kazanılacağını, bu nedenle de, anlamak ve kavramaya çalışmaktan öte, onları deneyimleyerek yaşamaya daha fazla özen göstermem gerektiğini vurguladı.

En azından, Shri Mataji’ni bu derin bilgi hazinesine sahip olması hakkında bir şeyler söylemektense, yalnızca hayretler içerisinde kalmıştım. Ve Kendisi özel bir durum veya şart oluşmadığı sürece, bu engin bilgisini göstermiyor ve sergilemiyordu. Bana karşı çok iyi ve sevecen bir abla idi. Benim Onun kimliği hakkındaki düşüncelerim, Onun ruhani bir kişiliğe meyilli olduğu, çok barışık ve affedici olduğunu da kapsamaktadır. Onun bu müthiş ve dehşet bilgeliğine ve bilgisine asla katkıda bulunamamıştım. Zaten bunun bu kadar doğal olması beni çok şaşırtmıştı. Öğrendiklerim, o zamana kadar benim inandıklarımın ötesindeydi. Bu kadar bilgiye sahipken bana hiçbir şekilde açıklama yapmaması; benim ona kendimi bu kadar yakın hissetmeme rağmen. Yine de ona yakın olmam nedeniyle, benim anlayış ve kavrama kabiliyetimin geliştiğini düşündüm. Daha da ötesinde, bende oluşan değişimin geçici bir yapıda olmadığının farkına vardım. Bu benim yazmış olduğum şiirlerin; bir kaza veya gariplik neticesinde olmadığına, ve onun yaratıcılığının, beni kullanarak ortaya çıktığına da iyiden iyiye inanmaya başladım.

Hepsi bu kadardı. Ben aniden onun Tanrısal olduğuna, nasıl söylenirse söylensin, idrak ettim. O ana kadar onu, ailede verilen ismi ile çağırıyordum. Fakat o zaman ona, onu herkesin çağırdığı gibi Shri Mataji olarak çağırmayı teklif ettim. Bunun üzerine, kendisine hangi isimle hitap etmemin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyledi.

Ona niçin Salve ailesinin bir ferdi olarak doğmayı seçtiğini sorduğumda; ailemizin ne kadar erdemli ve insani vasıflara sahip bir aile olduğunun farkında olmadığımı belirtti. Velilerimizin ilk tercihlerinin, çocuklarını düzgün ve olması gerektiği şekilde büyütmeleriydi. Onlar özgecil, kendilerine çok fazla saygıları bulunan gururlu insanlardı. Ruhani ve ruhani olmayan okyanus kadar bilgiyle bahşedilmişlerdi. Onlar çok dindar ve faziletli insanlardı. Aile kraliyete aitti. Padmini’nin Jahor yaptığı yer olan Chittodgart’ın savaşçı sınıfındandı. (Şehvet ve açgözlü Müslüman Kral, Adi Şah Khilji’den iffetlerin korumak için kendisiyle birlikte 32,000 bayanı da beraberinde yakmıştı.) Dolayısıyla çok güçlü bir şekilde milliyetçi ve vatanseverlerdi ve kültürlerine karşı hissettikleri içlerinde derine gömülüydü.

Hem annem ve hem babam, basit yaşamın ve yüksek düşünmenin sembolleriydi. Özellikle baban, sanata ve sanatçılara çok düşkündü. Her şeyin üzerinde, onların şerefi ve diğer insanların haksızlığa uğramaları karşısındaki tahammülsüzlükleri onların en güçlü değerleri arasındaydı. Onlar, zihinsel ve ahlaki bakımdan bozulamaz yapıdaydılar. Ve bu değerlerinden de asla ödün vermezlerdi. Onlar istisnai olarak mütevazı ve dahiyaneydiler. Bir şeyi yaparken de, aynı zamanda mükemmeliyetçiydiler. Ve aynı şeyi çocuklarından da beklerlerdi.

Çocukları çok severlerdi ki bu, onlar tarafından bilinen tüm çocukları kapsıyordu ve herkesi aynı sevgi ve sıcaklıkla karşılarlardı. Anne ve babamız müzik ve spordan çok hoşlanırlardı ve hiçbir surette herhangi bir bağımlılıkları yoktu. Tüm dinlere büyük saygı duyarlardı ve dinler hakkında engin bilgileri vardı. Ve çocuklarına Hıristiyanlık dahil, ki bu şekilde doğmalarına rağmen, herhangi bir dini kabul etmeleri için hiçbir şekilde baskı yapmamışlardı. Onların akademik uğraşıları vardı ve çok iyi okumuşlardı. Babamız çok büyük bir dilbilimciydi ve fotoğrafik hafızaya sahipti.

Onlar mükemmel insanlardı ve karakterlerinde hiçbir surette lekeleyici ve utanç verici hiçbir şey yoktu. Shri Mataji bu kadar saf ve mükemmel anne ve babaya sahip olabilmek için bu ailede doğmayı seçmişti.

Arabayla Nagpur’a geri dönerken, her bakımdan neşenin içerisindeydim. Ve Nagpur’a döndüğümde de Sahaja Yoga’yı yaymak için bir merkez başlatmaya karar verdim. Buna paralel olarak da, 1986 yılının Haziran ayında yaşadığım apartman dairesi içerisinde küçük bir merkezi başlattım. Chanda Deshpande isminde bir kişi ve kendim olmak üzere pazarları muntazaman gelen sadece iki kişiydik.

Yavaş yavaş benim sosyal hayatım da değişiyordu. Sosyal yaşantım minimum seviyesine inmişken arkadaşlarımla içki içme popülaritem ise en aşağı noktadaydı. Arkadaşlarımı ne zaman görsem Sahaj’dan bahsediyordum ve bunun neticesinde de benden ve arkadaşlığımdan uzaklaşmaya başlamışlardı. Çok geçmeden Sahaj’ın insanlara empoze edilen bir şey olamayacağını; ve bunun ancak, öncelikle kabullenmek ile başlayacağını fark ettim. Sahaj sadece samimi olarak arayışta olan insanlara anlatılmalıydı.

Çok tanınmış ve zengin bir grup olan Dhanwatey Grup’un, çok zor ve hassas olan, gelir vergisi dosyalarıyla uğraşmam tam bu zaman denk gelmişti. Onların geleceğe yönelik hareketlerini planlamam isteniliyordu. Bu ise benim, gelecekte olacak olayları tahayyül etmem demekti. Ancak, Shri Mataji bana, geçmişin ve geleceğin çok önemli olmadığını ve şu anı yaşamayı öğrenmem gerektiğini söylemişti. Çok müşkül durumdaydım. Gelecekle ilgili düşüncelere girmeden, gelecekte olacakları nasıl tahmin edebilirdim? Bu nedenden dolayı Shri Mataji’nin Londra’daki evine telefon ettim. O bana, şayet gelecekle ilgili öğrenmek istediklerim olursa bundan böyle de kendisini aramam gerektiğini; Ancak olabilecekler karşısında da şahit konumumu kaybetmemem gerektiğini söyledi. O günden sonra da eğer müşterilerim bana gelecekten bahsetmemi isterlerse; gözlerimi kaparım ve bana rehberlik yapan Shri Mataji’ye dua ederim.

1986 yılının semineri Ganapatipule’de Aralık ayında organize edilmişti. Toplantı öncesi Shri Mataji, Maharashtra’ya küçük bir gezi ayarlamıştı ve yabancı uyruklu Sahaja Yogileri Maharashtra’nın küçük köylerine götürdü ve onlarla birlikte, meşakkatli ve çok zor şartlarda orada kaldı. Ganapatipule’den ayrılırken, şairliğime bir ilham geldi ve takribi 8 veya 10 şarkıyı, bazılarını Urdu, bazılarını Hindi ve bazılarını da Marathi olmak üzere ve diğer iki şarkıyı da İngilizce lisanında yazmıştım.

Ben ayrıca bir fiil aktif olarak da Ganapatipule seminerinde yönetici olarak görev almaya da karar vermiştim. Başlangıç olarak Puja’yı anlamamıştım. Ben Puja’yı bir başka dini merasim zannediyordum. Ancak Puja’ya katıldığımda Kundalini’min yükseldiğini ve düşüncelerden temizlendiğime şahit oldum. Bana düşüncesiz farkındalık konumunu sağlamıştı. Her Puja’dan sonra gerçeğin derinliklerine inmeyi başarabilmiştim; Çünkü vibrasyonel bazda hassaslaşmıştım.

Sahaja Yoga liderlerinden gönüllülerle birlikte bir toplantı yapabilmek için hepsinin adreslerini istedim.  Buna paralel olarak Bombay’da bir toplantı planlanmıştı. Ve ben oraya gönüllüleri tespit edebilmek için gittim. Kendi irade ve organizasyon yeteneğimle, bir sürü komiteleri şekillendirdim. Bunlar; Hoş geldiniz Komitesi, Program Komitesi, İkram Komitesi, Sahne Yönetme Komitesi gibi organizasyonlardı. Her komitenin Ganapatipule’de bir toplantı sorumlusu vardı. Seminer başlamadan önce tüm bu sorumluları bir araya topladım, görev ve yapacakları işleri de onlara ayrı ayrı izah ettim. Ancak oluşan oydu ki benim talimatlarımın tam aksine cereyan ediyordu. Seyahat komitesi üyesi, yiyecek komitesinin işlerine karışıyor; Hoş geldiniz komitesi üyesi ise, Sahne yönetim komitesinin görev alanı içerisindeki işleri yönetiyordu.

Diğer bir deyimle, her şey karmakarışık olmuştu. Bu beni çıldırtmıştı ve protokole bile riayet etmeden Shri Mataji’nin odasına daldım. Yalnız kalmışlığın hayal kırıklığıyla, çok hiddetli ve kendimi rahatsız hissederek, Shri Mataji’ye tüm Sahaja Yogilerinin işe yaramaz olduğunu ve onları hiçbir zaman organize edemeyeceğimizi anlattım. O bana, Sahaja Yogilerin gökyüzü cennetinden ısmarlama düşmediklerini ve bu kendilerini organize edemeyen kişilerle, bu işleri yapacağımızı söyledi. Buradaki insanların hiçbirinin herhangi bir şey için para almadığını veya yaptıkları işlerden dolayı bir kazanç sağlamadıklarını, ve onlar ne yapıyorlarsa adanmışlıklarından yaptıklarını ve bu adanmışlığın kalpten ve gönülden olduğunu ve gönülden olan işlerinde organize edilemeyeceğini söyledikten sonra da Sahaj’ın organizasyon anlamı bulunmadığını da vurguladı. Hatta günümüzde mevcut milyonlarca Sahaja Yogiden Shri Mataji için organize yapan ve işlerini yürütüp karşılığında para alan hiç kimse yoktur. Hatta bugün şunu söyleyebilirim ki; Sahaja Yoga bir organizasyon değil; insanoğlunun yükselmesi ve kurtuluşu için gelişip büyüyen bir yöntemdir. Bu şekil kolektif bir aydınlanma almış olan Sahaja Yogiler tüm insanlığı harekete geçireceklerdir.

Bölüm 10: 1999, Kurtarıcım Shri Mataji

Bu kitabı okurken pek çok kereler benim Shri Mataji tarafından kurtarıldığım olayları fark etmiş olabilirsiniz. Ben yuvarlanan panjur işini başlattığım dönemde finansal sorunla karşı karşıya kaldığımda, bana gelerek beni hem finansal destekle hem de çok ihtiyaç duyduğum nasihatiyle kurtaran o olmuştur. Yakın geçmişte olan bir başka şey ise onun bana olan sevgisini ve ilgisini ispatlamıştır. Bu deneyimi kendimi övmek veya sempati almak için değil, ölümle yüz yüze olduğum ve bu ters durumu nasıl aştığıma dair yaşadığım bu deneyimi Sahaja Yogilere paylaşmak için yazıyorum.

5 Ocak 1999’da Ganapatipule’den tamamen sağlıklı bir şekilde döndükten sonra birdenbire öksürmeye başladım ve normal ilaçlar durumumu düzeltmedi. Aile doktorum Dr.Chaube o sıra Kalküta’daydı ve yalnızca bir öksürük şikayetim olduğundan, gidip bir doktora görünmeye karar verdim. Bunun üzerine benim tıbbi geçmişimden habersiz bir doktora gittim ve bana Voveron adlı bir ilaç yazdı. Bu hapları Ocak ayının 11’inden 15’ine kadar aldım ama hiçbir işe yaramadı. Öksürüğüm arttı, öte yandan idrar salgılamam azaldı. Bu bariz bir şekilde yanlış ilaç tedavisinden kaynaklanıyordu çünkü daha önce herhangi bir böbrek hastalığım olmamıştı. Ocağın 18’inde idrarım tamamen kesildi ve Nagpur’daki bir böbrek hastalıkları uzmanı %100 böbrek yetmezliği teşhisi koydu. Anında beni bir hastaneye yetiştirdiler ve Shri Mataji’ye danışmama fırsat kalmadan hemen diyalize koydular. Başlangıçta günde yalnızca 300ml su içmeme izin vardı, ve tamamen tuzsuz yemek. 18’iyle 23’ü arasında 5 kere diyalize girdim. Böbrek hastalıkları uzmanını tam anlamıyla yetkin bulmadığım için, tedaviden emin olmak ve böbrek yetmezliğiyle ilgili bütün parametrelerin kontrol edilmesi için Bombay’a gitmemin gerekip gerekmediği hakkında danışmak için o tarihte Kalküta’dan dönmüş olan Dr.Chaube’yle görüştüm. O esnada Bombay’dan Shri Mataji ile konuştum ve O bana derhal Bombay’a gelmemi söyledi.

Bunun üzerine Ocağın 27’sinin sabahında karım ve oğlumla beraber Bombay’a doğru yola çıktım ve doğrudan, beni tedavi etmeye başlayan Shri Mataji’ye gittik. Şaşırtıcı bir şekilde idrar yapma isteği duydum ve o kadar uzun süre sonra yaptım. O akşam Hinduja Hastanesi’nden bir doktorla randevum vardı ve o benim derhal hastaneye yatırılmamı tavsiye etti. Shri Mataji’ninse farklı planları vardı.

28’inde beni arabayla Vashi Ashram’ına götürdü ve Dr.Rai ile beraber tedavisine başladı. Benim üzerimde sürekli olarak çalıştı ve bütün parametrelerim düzelmeye başladı. Kan şekerim normalleşti, potasyum ve sodyum düzeylerim de. Göğsümdeki şişkinlikten gelen öksürük kayboldu. Tansiyonum normale döndü. Kendimi çok normal hissettim. Oysa kan üre ve kreatinin değerlerim düşmemişti. Nedeni açıkça, diyaliz makinasına girmiş olduğum içindi. 30’u gecesi patoloji raporumda kreatinin düzeyim “17” idi, normal düzeyse “1,5”tur. Görüldüğü gibi bu çok yüksek bir düzey, ve eğer biraz daha artsa idi ben üremi veya başka bir komplikasyon geçirirdim, ki bunlar genellikle hayatidir. Shri Mataji’den hastaneye gitmeme izin verilmesi için ricada bulundum, ve Ocağın 31’i saat gece 1:30’da Hinduja’ya alındım ve tedavim aynı sabah 7’de başladı. Orada da aynı şekilde doktor biraz daha gecikme olsa idi vücutta sıvı toplanmasından ileri gelen komplikasyonların ortaya çıkacağını söyledi. Yine diyalize bağlandım. Böbreklerim karşılık vermiyordu ve doktorlar nakilden bahsediyorlardı.

İlk gece, eğer Shri Mataji’nin Adi Shakti olduğuna inanıyorsam, yani Ezeli Enerji olduğuna, o halde O’nun kendini O’na adamış bir kişiyi tedavi etmesine herhangi bir negativite nasıl engel olabilir diye kendi kendime tartıştım. Adi Shakti’yi tedavi etmekten alıkoyacak hiçbir şeyin olamayacağına ikna olmuştum ve bu benim kendime güvenimi geri getirdi, ama doktorlar böbrek nakline ihtiyacım olduğunu söylüyorlardı. Ben, er ya da geç onun Enerjisi’nin etkisini göstereceğinden emindim. 3’ü sabahı idrara çıkmaya başladım, miktarı çok az da olsa. Doktorlar bunun diyaliz sonucu olabileceğini söylediler ama böbreklerimin yeniden canlanma ihtimalini yok sayarak nakilden bahsetmeye devam ettiler. Bense böbreklerimin yeniden canlanacağından çok emindim, Paramchaitanya, Adi Shakti sayesinde.

Hastanede bir şeyleri harekete geçirmemiz için muazzam yardımda bulunan Mr. Pradhan aracılığıyla, ki onun müdahalesi olmasa idi bu hiç mümkün olmayabilirdi, Shri Mataji’den her gün talimatlar geliyordu. Ben yatalak konumda olmama rağmen talimatları harfi harfine yerine getiriyordum. 7 Şubatta günlük idrar çıkışım 1200ml olmuştu ve ben Shri Mataji’nin Enerjisi ile böbreklerimi canlandırdığından emindim. Doktorlar bile şaşırmışlardı ve bunu bir mucize olarak tarif ediyorlardı çünkü hasta bir kez diyalize girdi mi, böbreklerin yeniden canlanması çok çok nadirdir, belki milyonda bir.

13 Şubatta Nagpur’a döndüğümde bir testten geçtim ve böbreklerimin %40 çalıştığı teşhisi kondu. Shri Mataji kendisi, bir kez diyalize girildikten sonra O’nun vibrasyonlarının etki altındaki alana ulaşamayacağını söylemişken bu nasıl olabildi? Hastalığıma rağmen Dikkati ile Adi Shakti’nin sorunu çözmesinin önünde hiçbir engelin duramayacağına olan inancım ve güvenime sıkı sıkıya bağlı kalmıştım. Shri Mataji’nin Kendisi’nin diyaliz sonrası üzerinde çalışmış olduğu kişilerle ilgili vermiş olduğu örneklerde, ki bu kişilerin arasında eski bir Başbakan da vardır, ancak onların hiçbiri Sahaja Yogi değildi ve hiçbirinin Shri Mataji’ye bir adanmışlıkları yoktu. Bu şekilde insanın yalnızca Sahaja Yoga’ya tam ve mutlak inancı sayesinde ölümü yenebileceğini ispatladım; bunun tek şartı kişinin ters durumla karşı karşıya iken inancında tereddüde veya vazgeçişe asla izin vermemesidir. Ben eminim ki benim bu deneyimim sizlerin Kutsal Anne statüsüne teslimiyetinizde size çok yardımcı olacak.

Bu kitabı yazmaya 1995’te başladım, ama gerekli olan tarihçe ve kanıt-bulma süreçleri nedeniyle tamamlanması gecikti. Bu kitabı, kendini Shri Mataji’ye adayanlara karşı bu sorumluluğu hissettiğimden beri yazıyorum, O’nun aile yaşamını ve ait olduğu ailenin tarihçesini. Bu benim ilk kitap yazma girişimim ve eğer iyi yaptı isem bunun bütün sebebi Shri Mataji’dedir, ve eğer kötü yaptı isem bunun suçu tamamen bendedir.

Bana bu kadar harika bir baba verdiği için her zaman gurur duyacağım babaannem Sakhubai’ye, bizleri yetiştirirken disiplin ve iyiliksever sevgiyi aşılayan anneme teşekkür ederek son vermek isterim. Herkesin onun gibi bir annesi olması için dua ediyorum; o denli dimdik ayakta, o kadar açık sözlü, bencillikten uzak, bir milliyetçi, ve her şeyin ötesinde, büyük bir matematikçi. Bütün erkek kardeşlerime ve kız kardeşlerime teşekkür etmek isterim, özellikle Shalini Vahini’ye, en ihtiyacım olduğu zamanda bana sevgi ve koruma verdiği için. Ayrıca bu kitabı derlememde yardımı dokunan bütün akrabalarıma ve arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum. Mr. L.S.Dewani’ye de çok iyi bir arkadaş olduğu için teşekkür ediyorum, ve yardımlarından yoksun olsa idim şu anda olduğum kişi olamayacaktım. Jodh’a, Jain’e, Shastrabuddhe’ye ve diğer meslektaşlarıma da teşekkür ederim. En büyük şükranlarım ise eşsiz Sir C.P.’yedir, o benim düşünceme göre insan kalitelerinin en üst zirvesidir ve bence Tanrı ile, yani Shri Mataji ile evlenebilecek tek kişidir. Her Holiness Shri Mataji Nirmala Devi’ye en derin saygılarım ve Pranamlar sunuyorum; ki O, 50 yıl boyunca çok sevecen bir kız kardeş olmanın yanında benim Tanrısal Annem, Adi Shakti, Kurtarıcı, Kaynak ve Evrenin hakimi Ezeli Güç’tür.

İncil’de İsa’nın size bir yol gösterici, bir rahatlatıcı ve bir kurtarıcı göndereceği yazar. Ben çok belirsiz bir terim olan o Kutsal Ruh’u arıyordum, anlayamıyordum. Kendisine saygı duyduğum kız kardeşim Shri Mataji Nirmala Devi’nin İsa’nın gönderdiği olduğunu keşfetmek öyle büyük bir sevinç kaynağı oldu ki, Kundalini’mi uyandırarak bana Gerçek’in saf bilgisini verdi. Bana yardım eden, zenginlik kazanmayı ve bunu adaletli bir şekilde harcamayı öğreten O’dur. Bütün dinlerin mutlak bir bağlantıda olduğunu öğreten O olmuştur. Kuran’da anlatıldığı gibi yeniden doğuşum nedeniyle benim ellerim konuşmaya başladılar. Kabir’in ve Shri Adi Shankaracharya’nın tarif ettiği serin esinti olarak başımın üzerinde vibrasyonları hissedebiliyordum. Parmak uçlarımda kendi gizli enerji merkezlerimi ve başkalarınınkileri hissedebiliyordum ve parmak uçlarımdaki teşhise göre insanları nasıl tedavi edeceğimi biliyordum.

Büyük bir deneyimim vardı ancak teorik bilgim yoktu. Dil derslerim hiç de iyi olmamasına rağmen kalbimden taşıp gelen şiirler meydana geldi. İçten gelen bilgi içsel deneyimden geliyordu. Mesleğimde çok dürüst oldum, ve çok da usta. Ruhani bilgimden zevk almaya başladım. Ansızın çok dürüst ve dindar bir kişi olmuştum. Bütün organize dinlere olan inancımı yitirdim. İlişkilerim shabad jalam (kelimeler ağı) içinde kaybolmuştu, Khalil Gibran’ın, Kabir’in, Adi Shankaracharya’nın sözlerini aydınlanma alana dek hiç anlamamıştım. Onların sözlerini bilmek ne güzel bir sübtil bilgi birikimidir. İsa’nın arayış içinde olanlara söylediği “Kendini tanı”. Bunun kendini saflaştırmak için tek yol olduğunu fark ettim. Sevginin, şefkatin ve gerçeğin gizli bilgisini anladım. Aklım, şikayetlerin, garezlerin, nefretin ve kıskançlıkların olmadığı, yeni bir ufkun tadını çıkarıyordu. Dikkatim hayatın derin ırmağına akmaya başlamıştı ve bütün dünyanın bir olduğunu ve bizim Bir büyük varlığın parçaları olduğumuzu fark etmeye başladım.

Şimdi içki, sigara ve kumar gibi zararlı alışkanlıklarından arınmış pek çok erkek ve kız kardeşlerimi buldum. Onlar öyle yüce ruhlar ki ve onların çocukları öyle hoş kokulu ve güzel çiçekler ki, belki de dünya üzerindeki birçok diğer kişi gibi nasıl yüce ruhaniyete eriştiğimi anlatmak için yeni bir kitap yazmam gerekecek.

Aklımızda, bedenimizde, ve yaşamımızdaki hastalığın nedeni nedir, ben bunu buldum, bizim Tanrı ile (ruhsal yoga) bağlantımızın olmayışıdır. Zihinsel reaksiyonlar üzerinde dolaşıp dururuz. Gerçek için para ödenemez, onu yapay oruçlarla ve benzeri akrobasilerle zorlayarak sağlayamazsınız. Sevgi okyanusunun içinde erimiş küçük bir damla olduğumuzu bilmek büyük bir deneyimdi. Bu tamamıyla Shri Mataji Nirmala Devi’nin kutsamalarıyla olmuştur. Bu benim gibi çok mütevazı bir insanın yeniden doğuşu idi ki bana sevginin, huzurun ve neşenin öylesine derin bir anlayışını verdi.

Aydınlanmadan sonra yaşamın her bir yönüne dair anlayışımın nasıl zafere dönüştüğünü hayretle gözlemledim. Çiçekler gibi biz de ne kokumuz olduğunu bilmiyoruz, ama kendini tanıyarak Tanrının seni nasıl bir hoş kokuyla kutsadığını öğreniyorsun.

Sahaja Yoga’ya aydınlanmaları için binlerce ve binlerce kişinin geldiğini gördüm, bunun İsa’nın tarif ettiği son yargılama olduğunu fark ettim. Pek çok kişi kurtuluşunu istiyor ve aydınlanmalarını hiçbir çaba harcamadan (sahaja) aldılar. Deneyimi tam anlamıyla kelimelerle ifade edemiyorum, bunun bizzat yaşanması gerek.

Bu bin yılda Shri Mataji Nirmala Devi boğulmakta olan insanlığı kurtarmak ve yıkımdan korumak için doğumunu aldı. Bu muhteşem işi tek başına nasıl bütün dünyada olağanüstü bir şekilde yürütüyor. Akıllarımızı sessizleştirdi, o tepki gösteriyordu ama şimdi Nirvichara (düşüncesiz farkındalık konumunda) oldu. Benim gibi binlerce kişi şu anda yaşamaya başladı, ki gerçek budur. Şimdi Shri Mataji’nin gücünden hiçbir şüphem yok. Sahaja Yoga’nın derinliklerini anlamaları çok fazlasıyla yavaş olmasına rağmen ailemden, akrabalarımdan vazgeçmeme gerek yok. Benim mesleğimi bırakıp Himalaya’ların en ücra köşesine kaçmam gerekmedi. Bu dünyada yaşarken ben kendimi bu konumda yerleştirdim. Kendi ruhum dikkatime geldi ve beni aydınlattı. Ben tamamıyla bağımsız hale geldim. Başkalarına saygı göstermeyi öğrendim. Bütün dünyadaki Sahaja Yogilerin benim onlara duyduğum saygıyı bana duyduklarını fark ettim.

Sahaja’da bütün dünyada bu kadar çok kişi nasıl bir arada tek bir uyum içinde yaşıyoruz, bunun anlaşılması zor olduğunu biliyorum. Beni bırakmayan bir arzu var ki o da, Sahaja Yoga’yı kaybolmuş olan, ama saf sevgiyi ve Mutlak Gerçek’i arayan birçok diğer insana nasıl ulaştırabiliriz. Bu bizim evrimimizde aydınlanmış kişilikler olarak yeni insan ırkına katılmamız için son şans.

Soyağacı

İşte kitapta göreceğiniz Salve soyu hakkında bilgi ve varsayımlar:

1) Milattan önce dördüncü yüzyıldan milattan sonra yaklaşık üçüncü yüzyıla kadar süren  Chandragupta Maurya Hanedanı

2) Satvahan Hanedanı
– Hindistan’ın merkezi ve güneyinde, milattan önce üçüncü yüzyıldan milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarına dek.

3) Gelecekteki Shalivahan İmparatoru
– Milattan önce birinci yüzyılda Shalivahan’lar Chittodgarh’dan gelirler.
–Kuzey Hindistan’dan  Pratistan’a göç ederler  (şimdiki Paithan)
– Jesus Christ ‘le aynı dönemde yaşar ve Onunla tanışır (“Bhavishya Purana” ya bakın)
– Milattan sonra 78 de Kral Vikramditya’ya karşı zafer kazanır
– Bu gün hala Güney Hindistan ve Maharashtra’da kullanılmakta olan “Shalivahan shaka” takvimini meydana getirdi.

4) Maratha Hanedanı, Hindu dininde savaşçı kastı
– Kral Shalivahan’ın nesli
– Shrigoan dahil olmak üzere Rahuri yakınındaki bölgede hüküm sürdü. Otoritesini Hyderabad’a kadar genişletti.

5) Milattan sonra 17. Yüzyılda Shalivahanlar
– Tanrıça Devi’nin dindar savaşçı kastı
– Shalivahanlar, Malojirao’u korudular,  Shivaji ve Jadhav’ın anne tarafından büyükbabasıdır,  Shivaji’nin babası Aurangzeb’e karşıdır.
– Shivaji’nin büyük babasına ve onun oğlu olan Jadhav ‘a, Devnadi nehrinin diğer yakasında bulunan Shrigoan’un karşısındaki Nandgoan köyünü vermesi.
– Shalivahanaların soyundan gelenler, Malojiraoların soyundan gelenleri korurlar
– daha sonraları onlara “Salve” adı verildi.

6) 17. yüzyılda:
– Kuvvetli bir sel Pratistan sarayını yok etti (Paithan)
– Bu soydan gelenler Maharaja Shri Shivaji tarafından misafir edildiler.
– Rahuri ve Shrigoan şehirlerini de içeren bir bölge, Maharaja Shri Shivaji tarafından onlara verildi.
– Maharaja tarafından “Shabanow kali” rütbesine yükseltildiler.
– Shrigoan şehrinde bir kale inşa ettiler

7) Büyük-büyük-büyük babaları Maratha kastına mensup oldu.

8) Büyükbaba Keshavrao
– Shalivahan hanedanı soyundan gelir
– İlk Hristiyan ailede doğdu  (dedesinin kızkardeşi, Hristiyanlığı seçmiş olan eski bir Brahmin ile evlendi)
– Karısı Sakhubai, ailenin Hindu tarafı tarafından ele geçirilen Shrigoan Kalesini kaybetti.Bu gerçekler İngiliz arşivlerinde kayıtlıdır.
– O ve ailesi “Salve wada” sarayında yaşadılar.
– Kendisi 1883 yılının Haziran ayı ortasında öldü.

9) Baba Prasadrao
– 15 Temmuz 1883 tarihinde Maharashtra Ujjain’da doğdu
– Ailenin Hindu kısmı yüzünden, annesi Sakhubai ile “Salve wada” sarayından ayrıldı.

10) Naiakanche Shingune. Shingune,  Naik kalesi
– Kraliyetin  “mottabbar” ı ünvanını aldı. (Mahkeme Başkanı)
– Shrigoan’lara ait olan “Salve” sini terk ettikten sonra, 19 yüzyılın sonunda Zamindaris’in  zamanında güç kazandı.

11) Prasadrao, 1906 yılında Karunabai ile evlendi.

Çocuklar:
– Urmilla, 1908 yılında doğdu.
– Vimila (ölümü 01/11/1931), Aswini ve Kamala, 1914 yılından önce doğdular.
– Sushil, 1916 da doğdu.
– Karunabai, 29 Ağustos 1919 da öldü; Prasadrao dul kaldı.

12) Cornéliabai Jadhav
– December 20 Aralık 1892, Ahuri Nandgoan yakınlarında doğdu.
– Shri Shivaji’nin soyundan gelmektedir.
– Prasadrao ve Karunabai’den doğmuş olan beş çocuğunun üvey annesi olur.
– Shri Mataji ve Babamama dahil, 7 çocuğun da annesi olur.

13) Prasadrao ikinci evliliğini yaparak 21 Haziran 1920 yılında Cornéliabai Jadhav ile evlenir. Çocuklar:
– Narendra, takma adı Polean, veya N.K.P. 18 Mart 1921 de doğdu.
– Nirmala, Shri Mataji 21 Mart 923
– Shantaseela 6 Mayıs 1924 da doğdu.
– Balasahib adı verilen Vinaykumar, daha sonrada Balamama, 10Haziran 1926
– Indubala 25 Ağustos 1928 de doğdu.
– Shaskikala  28 Haziran 1930 da doğdu.
– Babamama 2 Mayıs 1933 de doğdu.

14) Sakhubai, büyükanne 1925 de öldü.

15) Babamama  diye adlandırılan Hemant Prasadrao
– 2 Mayıs 1933 da Nagpur’da doğdu.
– 28 Şubat 2000’de öldü.

16) Shri Mataji
– 21 Mart 1923 de Chhindwara’da doğdu.
– İlk adı: Nirmala, Daisy (Papatya). Mahatma Gandhi tarafından daha sonra Nepali diye çağrıldı.
– 23 Şubat 2011 de vefat etti.