Devi Puja: “Köklerimiz dharma’nın içine inmelidir”

Djamel Metouri House, St Albans (England)

1977-07-06 Devi Puja Talk, St Albans, UK, 32' Download subtitles: EN,ES,PT,TR (4)View subtitles:
Download video - mkv format (standard quality): Watch on Youtube: Listen on Soundcloud: Transcribe/Translate oTranscribeUpload subtitles

Feedback
Share
Upload transcript or translation for this talk

“Köklerimiz dharma’nın içine inmelidir”, Djamel’in (Metohori) evinde yapılan konuşma, St Albans, İngiltere, 06.07.1977

Bugün size saflıktan bahsetmek istiyorum. Bu Benim adım, bunu biliyorsunuz, Nir-mala. ‘Ni’, ‘hayır/yok’ anlamına gelir; ‘mala’ ise ‘kirlilik’ demektir. Hiçbir kirliliği olmayan kişi Nirmala’dır ve bu Tanrıça’nın isimlerinden birisidir. Saflık, sessiz bir niteliktir, o sessizlik içinde konuşur. O, en agresif olmayan faaliyetlerden birisidir. İçinizi araştırır. Hiçbir şekilde ifade edilmez. Sevgi bile ifade edebilir: kelimelerle, eylemle ifade edebilir ama bu ifadesi olmayandır, yani saflık. Ve o saf olmayan her şeyi yıkar. Bunun nasıl işlediğini akıl yoluyla anlayamazsınız. Sizler onu hissetmeli ve bunu bilmelisiniz, o kendi sürecini yürütür. Bu çok hassastır. Bazen de taşkındır da ama asla şok edici değildir, asla. Bunu söylediğimde, insani fikirlerin donuk-ağır kafalı/dangalak bir hale geldiğini görüyorum. Ne zaman ağır kafalı oluruz, bu baş aşağı olmak demektir? Bir şeyin içine daldığımızda, yok edileceğimiz bir şeyin içine daldığımızda, biz baş aşağı oluruz. Bu saf olmamaktan kaynaklanır, yani olayları doğrudan doğruya onların kendi doğru perspektifleri içinde göremezsiniz. Öyleyse içimizde kirlilik yarattığını düşündüğümüz şeylerin neler olduğuna bakalım. Onlar bunu iki kelimeyle ifade ediyorlar, bakın: şehvet ve açgözlülük. Sanskrit dilinde onlar buna kala (altın) ve kama derler: yani kadın ve altın. Ama burada ‘kadın’ ,bildiğimiz kadın anlamına gelmez. ‘Kadın’ burada ‘şehvet’ anlamına gelir ve ‘açgözlülük’ de ‘altın’ anlamına gelir.

Şimdi bakalım, bunların kendisi mi gerçekten kirlilik yoksa bunlar içimizde mi kirlilik yaratıyorlar veya bu iki şey, neden bizim için bir kirlilik kaynağı haline geldiler? Çünkü madde ve seksi bizler doğru perspektifleri içinde anlamıyoruz. Eğer bunları doğru bir perspektiften anlayabilirsek, o zaman bu ikisi bizim için mutluluk ve sevinç kaynağı haline de gelirler. Örneğin, bir ağacın iki tarafı vardır: sürgünü ve kökü. Eğer kök yukarı doğru ve filiz ise aşağı doğru giderse, ağaç hayatta kalamaz. Kökün toprağın içine inmesi ve sürgünün ise, yukarı doğru çıkması gerekir. Kök, toprağın içinde bulunan sıvıları emme kapasitesine sahiptir. Ayrıca kök, ağaç için gerekli olan tüm temel tuzları sindirme kapasitesine sahiptir. Şimdi kökün arızalanmaya başladığını ve ağacın gövdesi için gerekli olan saf şeyler yerine, yabancı maddeler emmeye başladığını varsayalım, o zaman ne olur? Yetersiz beslenme olacak ve ağaç çökecektir. Ancak kök, kendi beslenmesi için gerekli olan tuzları alma bilgeliğine sahiptir. İşte bu noktada bizde kendi beslenmemiz için uygun bir hissiyata sahip olmadığımızı anlamak zorundayız ve Tanrı’yı suçluyoruz ya da doğayı suçluyoruz, toplumu suçluyoruz, kültürleri suçluyoruz, ebeveynlerimizi suçluyoruz, hükümetlerimizi suçluyoruz, şunu bunu suçluyoruz. (Gerekli) Hissiyatımız bizde olmadığı için saf olmayan şeyleri içimize çekeriz; bu da neşe, mutluluk, bunlar bizi beslenmektense, bizim için çok daha fazla sorun yaratırlar. Eğer bir ağacın büyümesi gerekliyse, onun kendisi için zehirli olan her şeyden, saf olmayan her şeyden kaçınması gerekir. Ve bunun da iki tane yöntemi olabilir.

Eğer akılcılığınız bu kadar yüksek dereceliyse, zekânız bu kadar yüksek kalibreliyse, siz iyi olmayan bedeninize, ruhsal bedeninize, zihinsel bedeninize, duygusal bedeninize ya da fiziksel bedeninize dair her şeyi inkâr edersiniz. Eğer o kadar saf bir zekaya sahipseniz, bunu inkâr edersiniz. Ancak zekâ henüz o Tanrısal katmana ulaşmamıştır, bu yüzden bizler kolayca uzlaşmalar tasarlarız. Ama kime zarar veriyorsunuz? Siz kendinize zarar veriyorsunuz. Çok hızlı bir şekilde kirlilik toplamaya devam ediyoruz. Ve Ben buna, insan özgürlüğü diyorum: eğer isterse onlar saf olmayan şeyleri toplayabilirler. Bir ağaç öyledir ki, o saf olmayan şeyleri toplamayacaktır ama saf olmayan şeyler gelip onu istila ederse ölür, [kendisini] koruyamaz da. İnsan oğullarının seçme özgürlüğü vardır. Ayrıca yeni kirliliklerden korunma gücüne de sahiptirler. Ve Sahaja Yogiler, bildiğiniz gibi, çok daha fazla güce sahiptirler. Öyleyse köklerimiz aşağıya inmelidir, neye? Dharma’ya, sevginin sürdürücü gücüne. Eğer bu zayıfsa, o zaman kökler sökülür ve bu tür insanlar kökünden sökülürler. Geleneklerde, büyüklerimizin tarihsel hatalarında ve yanlışlarında, onların hangi hataları yaptıklarını görebilir ve onlardan ders alabilir ve sahip oldukları ve onlarda, kendilerini yok eden bu kirliliklerden/saf olmayan şeylerden kaçınabiliriz. Büyük imparatorlukların kısa sürede yıkıldığını, çöktüğünü görebiliriz. Neden? Onlar ne yaptılar? Biz bunu yapmayacağız. Ama şimdiye kadar Ben, oturup resmin bütününe kapsamlı bir şekilde bakan bir ulus tanımadım: Bu ulus neden çöktü? Onlar kendilerini neden yok ettiler?

Şimdiye dek, Ben bu tür bir siyasi lider tanımadım. Onlar bir yamalı bohça yaparlar ama hiçbirisi oturup, tüm bu semanın neden çöktüğünü [ya da] bir zamanlar bu kadar çok güce sahip olan bu insanlara ne olduğunu, onların aniden çöktüğünü görmezler. Eğer birileri bu şekilde oturabilseydi, onların saf olmayan şeyleri emdiklerini göreceklerdi. Peki bu saf olmayan şeyleri nasıl emersiniz? Onları emersiniz çünkü sizin hissiyatınız körelir. Hissiyatınız  köreldiğinde neyi emdiğinizi bilemezsiniz. Bu sadece siz ağır kafalı olduğunuz zaman mümkündür, kelime bu şekildedir. Başlangıçta beden, zihin, saf olmayan her şeye karşı direnir, çoğu durumda kimi şeytanlarında doğduklarını söyleyebilirim, onlar çocuk olabilirler ama onlar bu durumun bir istisnasıdırlar- ama insanların çoğu masumiyet içinde doğar ve onlar direnirler. Hissiyatınız yavaş yavaş zarar görmeye başlar ve sonrasında da, saf olmayan şeyler içeri girmeye başlar. Tüm bu şeylerin arzudan başladığı söylenir, açıkça: kral olma arzusu, en güzel insan olma arzusu, tüm dünyanın lideri olma arzusu, yemek yeme arzusu, sahip olma arzusu – tüm bu arzular ama burada bunun bir kirlilik olduğunu, bunun içinizdeki arzunun kirliliği olduğunu söyleyebilirim. Ve tüm bu şeylerin içinde, içsel olan bir nokta vardır ve bu da neşedir: biz neşe için arzu duyarız. Neşe arzusu, eğer siz bunu saf şekilde muhafaza ederseniz, o zaman gider ve onu elde edersiniz: “Demek ki neşe veren şey bu değil. Neşe veren şey bu değil”, dersiniz. Etrafı görebiliriz. Para peşinde koşanları gidip görmelisiniz, onlar neşeye ulaşıyorlar mı? Onların bizim aramızdaki neşeye sahip olan insanlar olmadığını göreceksiniz.

Neşe dolu ve huzur içinde olan insanlara gittiğinizde, onların başka bir şeyden bahsettiklerini göreceksiniz. Arzuyu yanlış olan bir şey olarak kabul ettiğimizde, biz nihai arzuyu da yadsımış oluruz ama öz, bilirsiniz, yani “swa” (kendi özüyle bir olan, kendini bilen, kendisinin efendisi olan). Özü biz “swa” olarak adlandırırız. ‘Swa’ öz anlamına gelir. Her şeyin özü şudur: Eğer siz evinizin önünde güzel bir ağaç olmasını istiyorsanız, bu arzu neşe vericidir. Eğer size neşe vermiyorsa, bir ağacın sizin için ne önemi var ki? Bu Benim size dünyada vereceğim her şeydir: O neşe, bu her şeyin özü, eğer bu saf şekilde tutulursa, o zaman bu sizi besler. Tıpkı ağaç köklerinin kendilerini Toprak Ana’nın içine gömmeleri ve sizi beslemek üzere orada olan Toprak Ana’nın güzelliklerini, Toprak Ana’nın özünü emmeleri ve kendilerini zenginleştirmeleri gibidir. Ancak bu, hiçbir şekilde sizin karakterinizi veya bireyselliğinizi kaybettiğiniz anlamına gelmez – siz kaybetmezsiniz. Bir mango ağacı mango ağacı olarak kalacaktır, bir muz ağacı da muz olarak kalacaktır. Çünkü onun dış görünüşü farklıdır ama içi aynıdır. Ve her ülkede Toprak Ana’nın kendi çeşitlemeleri vardır: buna bağlı olarak ağaçlarınız olur, bitkileriniz olur. İngiltere’de mango yiyemezsiniz ama Hindistan’da da bir huş ağacınız olamaz ama onlar gerçekten beslendikleri sürece [bu] hiçbir fark yaratmaz. Yani sizin karakteriniz kaybolmaz, bireyselliğiniz kaybolmaz. Aksine, daha iyi hale gelir. En saf haliyle, her karakter güzeldir. Her din en saf haliyle Tanrı’nın koltuğudur ve kendisi Tanrı olan tek bir elmasın farklı facetleridir / elmasın farklı yüzleridir. Onlar orada olmalıdırlar. Ve elmasa hangi açıdan bakarsanız bakın, onları parıldar şekilde görürsünüz.

Her açıdan onlar ışıldarlar. Bir elmas her açıdan ışıldar. Çünkü onun kendisine has bir karakteri, eşsiz bir çeşitliliği ve onun farklı biçimleri vardır. Yani, aralarındaki temel birlik, akmakta olan özsuyun içinden geçer. Eğer dikkatimiz, “bir olmanın” saflığı üzerindeyse, o zaman içimizde birikmiş olan diğer pek çok kirlilik de dışarı çıkacaktır. Mustarip olduğunuz bir diğer kirlilik de kolektif olmanın kaybedilmesidir. Bizler dünyanın her yerinde aynı elbiseleri giymeyi umursamayız. Eğer bir kot pantolon modası başlarsa, gittiğiniz her yerde, Japonya’da bile, Avustralya’ya da gidersiniz, hatta Çin’e, komünist ülkelere gidersiniz, her yerde, herkes kot pantolon giyer. Ama içimizde olan özdeki birlik, en saf haliyle hiçbir yerde yoktur. Tabii ki bu hissiyatı siz Sahaja Yoga’dan sonra geliştirirsiniz ama eğer dharmalarınız hususunda başarısız olursanız, bu temeldir, bu köktür, eğer bu kökleri düzgün bir şekilde oluşturmazsak, o zaman ağaç ayakta duramaz. Bu gereklidir. Elbette bir enkarnasyon için, bu tam tersidir: Onun kökleri göklerdedir. O bedende çiçek açar. Bir enkarnasyon dharmasını bozmaz – o kendisi dharmadır. O’nun ihtiyacı yoktur, O dharmateet’tir, yani dharma’nın ötesindedir. O’nun yaptığı her şey, tüm dünyanın dinidir! Hiçbir şey O’na dokunamaz. O’nun kökleri Tanrısal olandadır, yalnızca Tanrısal Güç’tedir. Onlarda saf olmayan bir şey söz konusu değildir, onları temizlemek ya da yıkamak söz konusu değildir çünkü o kişi Tanrısal gücün içindedir ve O bunu emer ve size verir.

O kişi bu Dünya’da çiçek açıyor, bu baş aşağı duran bir çiçektir, bu sizin içinizde gömülüdür. Yani bir enkarnasyon için dharma yoktur, O dharmanın ötesindedir, O gunateet’tir, O tüm ruh hallerinin ötesindedir [yani gunaların] O her şeyin ötesindedir ama insanoğulları önce dharmalarını geliştirmeli, sonra yükselmeli, kendilerinin ötesine, kolektif bilince yükselmelidir. Ve baş aşağı döndükleri zaman, onlar enkarnasyon haline gelirler. Bu mümkündür. Şimdiye kadar bunu iki kişi yaptı: Buddha ve Mahavira, onları Deity (Tanrı) olarak adlandırabilirsiniz. Sadece bu iki kişi bunu yapmıştır. Ve Sahaj Yoga’da, eğer biz bunu yaparsak, enkarnasyon olabiliriz, köklerimiz Tanrısallıkta olduğu zaman. Burada, seçim özgürlüğü içinizde var olana kadar, seçim yapmak zorundasınız. Benim için hiçbir özgürlük yoktur. Ben saf olmayanı seçemem. Bu yüzden ayartılmadığımı söylüyorum. Bende sahip olma duygusu yoktur. Bu yüzden Benim için hiçbir şeyde, hiçbir şekilde bir seçim söz konusu değildir. Benim zamanım ve mekânım yoktur. Ben mekânsızım. Ben zamansızım, çünkü köklerim varlığımdadır. Ama içinizde çiçek açması ve başkalarının neşe duyması, hatta kendinizi beslemeniz için bile, kendi dharmanızın düzgün bir şekilde oturtulmuş olması gerekir. Böylece şehvet ve açgözlülük meselesine geliyoruz. Şehvet ve açgözlülük bu ışık altında görülmelidir. Tanrı’ya karşı şehvet duyuyor muyuz? O’nun zenginliğine karşı açgözlü müyüz? Eğer böyle bir soru sorarsanız, o zaman saflığı görürsünüz. Açgözlülük ve şehvet hakkında düşünmek için çok fazla zaman harcıyoruz ama bu temel arzu hakkında düşünmek için çok az zamanımız var. Şimdi, iki tür şey vardır; biri bir insanınki, diğeri ise bir enkarnasyonunki. İşte bu yüzden enkarnasyonların davranışları, insanların davranışlarını belirleyemez.

Bu, bizim her zaman işlediğimiz çok büyük bir hatadır. Ve lütfen dikkat edin: şimdi, siz enkarnasyon olamazsınız ve davranışlarınızı bir enkarnasyonun davranışlarına göre belirlememelisiniz. Çünkü bir enkarnasyon tüm bu şeylerin üstündedir. Size söylediğim gibi, bu tamamen farklı bir şeydir. Bir ağaç besinini almak zorundadır ya da o Tanrısal olanın içine gömülmelidir. Sizler ise hala o aşamaya yükselmek zorundasınız, oturacağınız yerler bunun içine girebilir. Ve belki de ağaçlar gidip Tanrısal Olanı, buna doğru bilgilendirecektir. Dolayısıyla bir enkarnasyon tarafından takip edilen yaşam kalıpları her zaman takip edilir ve işte bu yüzdende sahte dinler başarısız olurlar. Örneğin, İsa’nın eline bir sopa aldığını ve onlar Tanrı’yı satarken, bu insanları dövmeye başladığını göreceğiz (Tapınağın içinde hacılardan para alıp satan insanları dövmesi). Ben de aynı şekilde hissediyorum ve bunu yapıyorum. Eğer Kabir’i (bir aziz) okursanız onun tüm bu insanlara vurduğunu görürsünüz. Muhammed Saheb’i okursanız, Onun bunları eleştirdiğini görürsünüz ama siz bir enkarnasyon değilsiniz. Sizler enkarnasyonlar değilsiniz. İçinizde bu saf olmayan şeyler olduğunda, çünkü Benim gördüğüm şey şu, insanlar bunları kendi içlerinde besliyorlar ve bunda bir drama görmekten hoşlanıyorlar. Örneğin, diyelim ki onlar bir drama filmine gidiyorlar ve zalim bir adamın birine vurduğunu görüyorlar. Ve onlar şöyle derler: “Ne zalim bir adam! O korkunç birisi!” Ancak onlar bu zalimliği kendi içlerinde paylaştıklarını bilmezler. Başkalarına zalim demek isterler ama kendi içlerinde var olan zalimliği görmezden gelirler. Başkaları söz konusu olduğunda bir şahit haline gelirler ama kendileri söz konusu olduğunda öyle değildirler.

Eğer onlar böyle olabilselerdi, eğer onlar kendilerine karşı bir şahit olabilselerdi, eğer kendilerini görebilseydiler, o zaman içlerindeki arındırıcı güçler başlayacaktı – özellikle de Sahaja Yogiler için, çünkü bu şimdi açıldı, musluk açık, Ruh şu anda yayılıyor. Eğer siz sadece varlığınızdaki dikkatinizle, onun içinizde nerede olduğunu görürseniz. Siz sadece bunu içinize koyun! Şöyle diyerek bunu haklı çıkarmayın: “Benim toplumum kötü! Ailem kötü! Bu oldu, şunun yüzünden oldu. Hayır! Onlar oradalar çünkü siz onları içinizde barındırıyorsunuz. Başkalarında açıkça görebilirsiniz ama kendinizde göremezsiniz. İnsan zihni budur: bu, bu şekilde evrimleşmiş olan çok garip bir zihindir. Bir kitap okursunuz, örneğin eğer birisinin bir kitabını okursanız: hemen o kahramanla özdeşleşirsiniz ve siz asla kötü adamla özdeşleşmezsiniz. Kötü adamın ise, kahramandan çok daha fazla içimizde olduğunu bilmeyiz. Bu insanlarda gördüğüm ortak bir tema. Görüyorsunuz, şimdi birçok yaşamda ve bu yaşamda, Ben insanın ne olduğunu öğrendim. Bir şeyin tam tersi olan ise, bir enkarnasyondur. Tam tersi olan bir enkarnasyondur. Görüyorsunuz, diyelim ki içinizde bir sorun var, hemen kendi içimde sorun olup olmadığını görmeye çalışıyorum. Kendi enginliğimde onu düzeltirim ve siz de bunu alırsınız çünkü sizler Benim bedenimsiniz. Sizler Benim içimdesiniz, tüm Sahaja Yogiler Benim içimdeler, Ben bunu araştırır ve bulurum. Ve bunu yapmadığım sürece, bunu yapana kadar, kendimi iyi hissetmiyorum, siz bunu gördünüz.

Benim sorunlarım sizinkilerden çok farklı. Dolayısıyla dikkatimizi kendimize vermeliyiz. Ancak çok saf bir bilgelik olan bir şekilde dikkat – daha derin bir dikkattir, yüzeysel değildir. Kişi kendi derinliklerine nasıl ineceğini öğrenmeli ve “Biz zalim insanlar mıyız?” diye kendi gözleriyle bunu görmelidir. Ben zalim miyim? Hangi yanım zalim? Hangi yanım başkalarına zarar veriyor?” Şimdi gelen bu çocuk çoraplarını çıkarmadı çünkü çoraplarının koktuğunu düşünüyordu. Biz, kendimiz güzel kokuyor muyuz? Eşit derecede kokulu olduğumuz konusunda düşünceli miyiz? Bu sessiz bir süreçtir, içinizde bir durgunluk var, hareket ediyorsunuz. Ve bunun orada olması gerekir. Ve dediğim gibi, batı ülkelerinde sizler çökmüş insanlarsınız – çökmüş olduğunuzun farkına vardınız – sizlerin daha çok çalışması, henüz çökmemiş olan insanlara kıyasla çok daha gereklidir. Onlar düşmek üzere, çoğu arkanızdan geliyor. Ve bir korna ile bunu anons etmelisiniz, “Şimdi çarpmayın! Kaza yaptık.” Bunu yapmak zorundasınız, bu çok önemlidir. Başkalarını düşünen, başkaları için bir şeyler hisseden herhangi bir adam, yolda giderken bir taşa (çarparak) yaralanırsa, o hemen orada durur ve şöyle der, “Oh, burada bir taş var, şimdi gidin. Dikkatli olun, sakın düşmeyin.” Kimi aptallıklar, ahmaklıklar ya da buna kendi içimizde biriktirdiğimiz saf olmayan şeyler bile diyebilirsiniz, kendi egoist arayışlarımızdan zarar gördüğümüz zaman, dünyaya şunu ilan edelim: “Biz bir aptallık ettik, biz şunu yaptık, bizler kırılmış insanlarız, biz ellerimizi kırdık, biz kafalarımızı kırdık, biz çakralarımızı kırdık.

Şimdi yapmayın, Tanrı aşkına yapmayın!” Çünkü onlar sizi takip ediyorlar. Onlar sizin bir yükselişe geçtiğinizi düşünüyorlar. Bu kadar yeter dediğinizi bilmiyorlar. Mümkün olan her şekilde bunu duyurmak zorundasınız ama bu duyuru insanlar tarafından bekleniyor. Görüyorsunuz, bu mükemmel bir insan olmak çok garip bir dünya. Bu yüzden onlar sizin yükselişinizi de istiyorlar. İşte dünya böyle bir yer. Bugün şöyle dediğinizi varsayalım: “Düşmüştüm, bitmiştim, içimde size sunacak hiçbir şeyim yok.” Onlar ise şöyle diyeceklerdir: “O zaman sen neden bahsediyorsun, kapa çeneni!” Ama yine de sizin hayatta sunacağınız bir şeyiniz var. Ve sizin sunacağınız şey de şudur: “Biz bu yüzden çöktük.” Bu, o kadar çok sayıda insana yardım edecektir ki, bilemezsiniz! Ama siz sadece bunu söylerseniz, insanlar sizi reddedecektir ama eğer siz “hayır, ben çökmüştüm ama şimdi tamamlandım” derseniz, ama varlığınız yeniden dirildiğinizi ilan etmelidir. Aksine, eğer açgözlüyseniz, eğer siz hala eskiden olduğunuz tarz içindeyseniz, o zaman buna kim inanır ki? Bu yüzden Sahaja Yoga size yükseleceğiniz yolu vermiştir. Ve yükseldiğiniz zaman, insanlara şöyle demeye devam edebilirsiniz, “Düşmeyin! Sakın düşmeyin! Eğer düşerseniz, bizim başımıza da geldiği gibi, yükselmek zordur, bu yüzden düşmeyin! Bir kısa devre var. Kısa devreye gelin.” Dharmalarınız oturtulmak zorundadır, bu çok gereklidir.” Bu çökmüş toplumların tamamında, dharmalar oturtulmalıdır.

Biz bu konuda ne yapıyoruz? Gelişmekte olan ülkelerde onlar, sahip oldukları yanlış bir önermeyle, saf olmayan şeyleri topluyorlar. Şöyle düşünüyorlar: “Oh, bizler gelişmek zorundayız. Arabalarımız olmalı, telefonlarımız olmalı.” Gördüğünüz gibi, asıl dikkat edilmesi gereken şey şudur: “Sahip olduğunuz maddi şeyler söz konusu olduğunda ne kadar da etkilisiniz?” Yani, onlar yoksulluklarından kurtulmaya başladıklarında, yoksulluklarını neden ortadan kaldırdıklarını unuturlar, ne için? Sanki evlenmeye hazır olması gereken bir damat gibi, o zaman onu giydirirler, bu kişi evlenmeye hazırdır. Artık evlenmeye hazırdır. Evlendi. Şimdi gece geçti, onun karısıyla buluşması gerekiyor [ama] hala bir aptal gibi giyinik kalmaya devam ediyor. Neden evlendi? Karısını sevmek için. Bir aptal gibi hala kıyafetinin içinde, bir anlamı olduğunu anlamaksızın, yaptığı dışsal şeylerle gurur duyuyor. Yoksulluğu ne için ortadan kaldırıyoruz? Tüm bu sorunları ne için ortadan kaldırıyoruz? Ne için gelişiyoruz? Günlük yaşamımız kolaylaşsın ve Tanrı için zamanımız olsun, meditasyon için zamanımız olsun diye gelişiyoruz. (kaydın sonu)